Hemen hiç konuşmadan bütün gece sevişip durmuşlardı. Ezbere bildikleri bedenlerinin keşfedecek yanı kalmamış olması değil di aralarındaki gizli gerginliğin nedeni. Çünkü gece boyu hırsla ve hoyratça sevişmişler, uzun bir ayrılık sonrasının hasretine benzer arzularla zevkin doruklarına çıkıp, çağlayanlardan beraber dökülmüşlerdi.
Elle tutulmayan ancak açıkça hissedilen gerginliğin nedeni ilişkilerinin duygusal bağının kalmamış olmasıydı. Şiir, çiçek, deniz kıyıları, salaş çay bahçeleri, seyahatler, sürprizler, telefon konuşmaları, hediyeler, özlemler hayatlarından çekilmişti. Zaman tükenişini arttırıyordu. Başlangıcı duygusal haz olan ilişkileri son aylarda yalnızca kaba bir cinselliğe dönüşmüştü. Suskunluğun hakim olduğu buluşmalar kötürüm hale gelmiş ilişkinin zorla yürütülme çabasından öteye gitmiyordu.
Bir yol ayrımına, kavşağa geldiklerini biliyor, bundan sonra beraber yürümeye devam etmenin zorluğunu görüyorlardı. Israrla beraber yürümeye çalışmanın onları çıkmaz sokaklara sokacağı aşikardı. İçeriksiz ısrar ve inat kalan duygularını da felç edecekti.
Kadın yastığı arkasına dayamış yatakta sigara içiyor ve dostunun giyinişini seyrediyordu. Adam camın dibinde, sırtı kadına dönük, uzakta görünen dağların tepelerine bakıyordu. Evet-hayır gibi kısa cevaplarla kadınla konuşuyor, kravatını bağlıyordu. Aslında konuşmuyor, kısa cevaplar vererek konuşmak istemediğini gösteriyordu. Duruşundan, konuşmasından, dalgın, huzursuz ve tedirgin olduğu seziliyordu.
Yılların alışkanlığı ile bağlamaya alıştığı kravatını bu kez zorlukla bağlayabilmişti. Elleri kendine yabancılaşmıştı sanki. Uzun saçlarını geçirdi ellerinden. Beyaz gömleğini düzeltti. Gecenin izlerini taşıyan yatağa doğru gelirken, şimdilerde artık sevmediği parfüm kokusu kekre bir tat gibi dokundu burnuna. Konsolun üzerinde duran silahını alacaktı.
Kadın ortamı yumuşatma gayesi ile zoraki ve beceriksiz sorular soruyor, kinaye ve serzeniş kokan yorumlar yapıyordu. Bu davranış biçimi, içeriye düşen güneşe inat havayı soğutuyordu.
İlgisizlikten yakınıyor ve “Yalnızca bedenimle ilgileniyorsun artık, bundan sonra bu da olmayacak!...” diyordu adam tabancasını kontrol edip beline takmaya hazırlanırken.
Adam boş boş ancak derinliğine baktı kadına. Gecenin yorgunluğu ile sabahın mahmurluğu birbirine karışmış, makyajı kötü ve yıpranmış bir maske gibi duruyordu yüzünde.
Az önce seyrettiği dağlar geçti aklından. Bir zamanlar bilmediği ormanlara dalıp saatlerce yürüdüğünü hatırladı. Çocukluğunun çayırlarında kelebek ömürlü gelincik çiçeklerini toplayışı geldi aklına. Ne zamandır kırlara çıkmadığını düşündü.
Bu iki kişilik aşk oyununun mağduru olduğunu düşünüyordu. Daha ilk günden bu dağ evine çağrılan kendisi değil miydi? İşini terk edip bu şehre yerleşmeyi göze almamış mıydı?
Bıkkın ve kısık gözlerle bakıyordu kadına. Çarşafın altında kalan ve gecelerce beraber olduğu bedeni hayal etti. Cinsellikten iğrenir oldu bir an. Yüzünden sevimsiz bir tebessüm geçti. Kararsızlıktan pişmanlığa uzanan bir ruh haliydi bu.
Kadın bu uzun ve olumsuz olduğu her halinden belli olan bakışlardan etkilenmiş, yüzüne dikilmiş gözlerden mana çıkarmaya çalışıyordu. Vücudu gayri ihtiyari gerilmişti. Tanıdığı ve güzel olduğunu bildiği bu gözlerden bu bakışları ilk kez görüyordu.
Adamın kulaklarında, kadının “Yalnızca bedenimle ilgileniyorsun artık, bundan sonra bu da olmayacak!..” sözü kalmış üst üste tekrarlanıp yankı yapıyordu. Olmayacak, olmayacak!...
Adam, beline takmak için eline aldığı ama elinde asılı kalan silahı kadının üzerine doğrulttu. Kadının gözleri irileşmiş, adamın gözleri iyice kısılmıştı. Yüzleri değişmezliğin getirdiği donukluğu yaşıyordu.
Adam, “Yakmayız darıldığımız dağın odununu!...” diyerek tetiğe bastı. Kurşun sesi boğuk bir yankı yaptı odanın içinde. Adam kadının bir şey söyleyecekmiş hissi veren aralanmış dudaklarına baktı kısa bir an. Kan lekesi beyaz çarşafta diri, canlı ve tek bir gelincik gibi duruyordu.
Adam, ceketini alıp evden dışarı çıktığında dağların uzak bir köşesinden dumanlar yükseliyordu. Orman yanıyordu.