Bugünlerde herkes siyaset hakkında yazdığı için, bu yazımda ben farklı bir konuyu ele almayı yeğledim.
Yeni nesillere mukayese imkanı olsun diye, amaç değil ama günümüzde uluslararası ticaret, siyâset, rekâbet alanında en önemli araç olan yabancı dil öğrenimi ilgili eski şartları dile getirmek istiyorum.
Benim Konya’ya geldiğim yıllarda sağ olan, ancak kendilerini görme şansı bulamadığım merhum Arif ETİK hocanın bir sözünü, onun öğrencisi olan Prof. Dr. Orhan ÇEKER hocamızdan naklederek konuya girmek niyetindeyim. Merhum, “bugün radyo varken bir yabancı dili altı ay içinde öğrenemeyene şaşarım” der imiş.
Bu sözler 30-40 yıl öncesine ait. Dil öğrenmenin süresi için, elbette dile kabiliyet ve yatkınlık önemli unsurlar. Merhum hocamız da belli ki, kendi kabiliyet ve yatkınlığı şartlarında bunları söylemiş. O günün şartlarında bunu söyleyen biri, herhalde günümüz imkan ve ortamını görse idi, herhalde bu altı aylık süreyi yarısından daha da az bir süreye indirirdi.
Dil uzmanı değilim ama iki ayrı yabancı dil öğrenimi için uzun yıllarını vermiş biri olarak diyebilirim ki, yabancı dil öğreniminde iki önemli şart, “yoğunluk” ve süreklilik!..” Dil bir taraftan öğrenilirken, çoğu ezbere dayandığı için bir taraftan da unutulur. Hem yeni kural, kelime ve deyimleri öğrenmek, hem de öğrenilenleri canlı tutmak için belli bir süre yoğunluk ve ara vermeden çalışmak şarttır.
Bu durumla ilgili, yıllar önce bir hocamdan dinlediğim benzetmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Hoca bir yabancı dilin hakkıyla öğrenilmiş olması halini, bir kazan suyun kaynamış olması haline benzetiyordu. Çok soğuk bir havada bu suyu az bir ateşle kaynar hale getiremezsiniz derdi. Burada az ateş demek, az çalışmak demek. Yine, kısa sürelerle az ateşlerle kazanı kaynatmak mümkün değildir. Çünkü suyun bu şekilde ısınmasında bir ısınma katsayısı var iken bir de çevre şartları sebebiyle soğuma katsayısı vardır. Yani bunlarda öğrenme ve unutma katsayıları!.. Kazanı tam anlamıyla kaynar hale getirince, onu kaynar halde tutmak için, önceki kadar kuvvetli ateş gerekmeyebilir. Isınma ve soğuma katsayılarını eşit tutacak şekildeki bir ateş şiddeti yeterli olabilir.
Konuya oldukça yakın Nasrettin Hoca’nın mumla kazan kaynatma fıkrasını çoğumuz biliyordur ama bilmeyenlere kısaca anlatayım. Arkadaşları hocayla iddiaya gitmişler. Hoca sabaha kadar dışarıda soğukta ateş vs yakmadan, ısınmadan durursa bir ziyafeti hak edecek. Eğer duramazsa ziyafeti o verecek. Sabah olmuş, hocaya hiç ateş de mi görmedin demişler. O da, taa uzak dağlarda mum ışığı kadar bir ateş gördüm demiş. İddiayı kaybettin öyleyse sen o ateşte ısınışsındır!.. diyerek hocayı ziyafeti yüklemişler. Ziyafet günü bu iddiacılar hocanın evine gelmiş, ortada sofra var ama hoca girip çıkıyor ama yemek bir türlü gelmiyor. Epey bir süre merak edip çıkmışlar, bir de ne görsünler!... Avluda bir kazan su, altında bir mum, su ısınacak, kaynayacak, ve bu su ile yemek pişecek. Hoca!!! Olur mu böyle!!! demişler. Hoca yapıştırmış, beni ta uzak dağlardan ısıtan mum bu kazanı dibinde yanarken kazanı neden ısıtmasın!...
Bu benzetmeye göre, günümüzde gerçekten yabancı dil öğrenme çabasında olacaklara ateş yakma ve onu şiddetli tutma şansları çok. Bizim nesil bu işle uğraşırken ders kitabındaki metinler dışında o dilde yazılmış başka metinler bile bulamazdı. Bulanlara da mali açıdan çok pahalı olurdu. Dinleme şansı da oldukça azdı. Günümüzdeki bilgisayar teknolojisi, tv uyduları ve internet, yabancı dil öğrenmek isteyen herkese, neredeyse o yabancı dilin konuşulduğu ülkede yaşıyormuş kadar imkanlar sağlamaktadır. Yani ateş kazanı kaynatmak için hammadde vardır ama kazanın başında durup ateşe azıcık dayanmak lazımdır. Yoksa hocanın ısındığı iddia edilen, ve kazanı ısıtmaya çalıştığı mum ateşiyle değil kazanı cezveyi bile kaynatamayız.