|
|
|
Siyaseti ve liderleriyle renkli ve bir o kadar da ilginç bir mozaik oluşturan ülkemiz, kendine yakışan bir seçim sürecine imza atıyor. Her köşeye asılmış bayraklar, sık sık gönderilen mailler, dağıtılan afişler ve parti arabalarında yüksek sesle çalan müzikleriyle, durgun geçtiği söylense de renkli ve bilinçli hareket edilmesi gereken bir seçim sürecindeyiz.
Sağ ve sol kavramlarının Dünya kamuoyuna inat 180 derece ters bir açıdan seyrettiği ülkemiz de, parti vaatlerine ve akabinde yaptıkları çalışmalara baktığımızda düşündürücü ve güldürücü bir manzara çıkıyor karşımıza.
Politik kavramaların ortaya çıkışlarına ve şu an dünya kamuoyunda uygulanış metoduna bakıldığında, ülkemizde tam anlamıyla tezat bir şekilde yaşandığı görülüyor.
Tarih sahnesine baktığımız da devlete, kurallara bağlı ve yönetimi destekleyenler sağcı adını alırken, halkın yanında olan ve özgürlükleri savunan kesimde solcu olarak lanse ediliyordu.. Özellikle geçmiş çağlarda kilisenin etkili olması ve halkı sömürmesi, sol düşünceye inanan insanları dini inançtan uzak bir yaşama sürüklemiş ve sol kavramıyla inanç iki ayrı simge haline gelmiştir.
Ülkemizde siyasi arena da yaşananlar ise “Bu durum ancak Türklere özgüdür, Böyle siyaseti ancak bizim milletimiz yapar” dedirtecek cinsten.
Örneğin Türkiye’nin sol kesimde en çok rağbet edilen ve şu an ana muhalefet partisi konumunda olan CHP’nin durumunu inceleyelim. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gösterdiği tutumla, dayatmacı ve halktan uzak darbelerle getirilmiş ve neredeyse sınırsız yetkilerle donatılmış bir anayasanın devamı için verdiği uğraşla sağ partilerden daha devletçi, daha faşist bir çizgiye yakın tutum izliyor.
İster beğenilsin ister eleştirilsin parlamentoda seçimlerin yolunu açması ve cumhurbaşkanlığını halka götürmesiyle AK Parti’de devletten ziyade halkla iç içe olmayı tercih eden yapısıyla, Dünya standartlarında kabul edilen sol düşünce yapısına yakışır bir tutum sergiliyor.
Türkiye’de siyasi partilerin çizgisel süreçlerindeki tutum farklılığına “Türkiye’nin en sağ partisi CHP’dir ve AK Parti ile geçiçici bir birliktelik gerçekleştirebiliriz ” diyerek dikkat çeken ÖDP’li Rüstem Batum oluyor.
Siyasette çizgi ve davranışta yaşanan ilginçlikler bir yana özellikle liderlerin vaatleri üzerine de söyleyecek birkaç sözüm var. Örneğin ekonomik programları ve medyaya verdiği reklamlarla adından söz ettiren Cem Uzan, bugün tüm Dünya’da aranan kardeşi ve babası hakkında neden bir açıklama yapmıyor merak ediyorum. Ne ilginç bir ülkeyiz ki Türkiye’nin siyasetinde etkin bir şekilde yer alan ve hiçte küçümsenmeyecek bir oya sahip bir partisinin liderinin ailesi kaçak durumda.
Değerlendirilmesi gereken diğer bir lider de Mehmet Ağar. İsmi zihnimde derin devlet ve Susurluk kavramlarıyla birlikte canlanan Ağar’ın birleşmede Erkan Mumcu’yu saf dışı bırakarak bugün Demokrat Parti’nin tek söz söyleyen ismi olması küçümsenecek bir başarı değil. “Türban bizim namusumuzdur” diyerek cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumunu unutturmaya çalışan Ağar’ın şimdiye kadar başörtü meselesine yönelik bir çalışmasına yada söylemine şahit olmadım. Fark edilmiyor sanırım ama namus seçim dönemlerinde dile düşürülecek kadar ucuz bir kavram değil, Türbanda öyle . Samimiyetten uzak olması bir yana oy avcılığı için Allah’ın emri olan başörtüsünün seçim vaatleriyle dile düşürülmesi düşündürücü ve bir o kadar da üzücü bir yaklaşım.
Söylemlerini değerlendirmek istediğim diğer bir isimde Necmettin Erbakan. Hoca’nın AK Parti’ye oy verecekleri neredeyse münafık ilan edecek türden açıklamaları siyaset ahlakına yakışmıyor . Kimin ne olduğunu ancak Allah bilir ve Hoca Allah’ın yeryüzündeki icra memuru değil ki kimin yanıp kimin yanmayacağına karar versin. Türkiye’de İslam düşmanlığı yapan bu kadar çok kesim varken, Hoca’nın AK Parti’ye oy verecekleri bu şekilde eleştirmesi ne çizgisiyle nede siyaset anlayışıyla bağdaşmıyor doğrusu.
Üzerinde durmak istediğim bir diğer politikacı da Mesut Yılmaz. Doğu Türkistan Davası’nın kalesi olan ülkemizi, koalisyon hükümeti zamanında aldığı bir kararla bu misyonundan uzaklaştıran ve davanın merkezinin Almanya’ya taşınmasına neden olan Yılmaz’ın Türk siyasetine tekrar renk getireceğine dair tespitler, yaptıklarının ne kadar da çabuk unutulduğunu gösteriyor. Mahkeme’de yargılanan ve hakkında çok ağır iddialar bulunan bir ismin nasıl bir renk getireceğini düşünmek bile içimi sıkıyor.
Abdullah Öcalan’ın idamını önleyen ve idamın tamamen önünü kesen politikacıların da bugün kendi hatalarını seçim vaadi diye sunması da anca Türkiye’ye özgü bir durum olsa gerek.
Daha bir çok örnek sırlamak mümkün. Yalnız unutulan bir gerçek var ki halkın gözü artık boş vaatlere gerçekten tok. Ayrıca Türkiye’de eskisi kadar parti fanatikliği yapılmıyor. İnsanlar, yıllarca oylarını verdikleri partileri, ülkeyi daha iyi yönetebileceğini inandığı başka bir parti karşısında bırakabiliyorlar. Geçim derdi ve ülke huzuru siyasetin önüne geçmiş durumda.
Siyasilerin güldüren ve düşündüren vaatleri yerine izlemeleri gereken metot da gayet açık.Çocuk kavgasının andıran içeriği olmayan suçlamalar yerine belge ve delillerle yapılan tespitler ve soruna sorunla değil de mantıklı çözümler üreterek yapılan siyaset, ülkemize daha yakışır olacak. Artık insanlar huzur, çözüm ve bu yönde bir siyaset istiyor. Böyle düşünen liderlerin ve bu temel üzerine, oturmuş bir siyasetin oluşması temenniyle.
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 3 yorum
yapılmış )
leyla
[
2007/07/17 23:37
] |
|
alev hanım pekde objektif yazmamışsınız
yazınızı
tek bir partiyi kenara alıp ötekilere vurma misali yapmışınız. |
|
|
|
Alev Hanım, Dibimizde soydaşlarımız kırılıp gidiyor. Soykırım denilen tanımın canlısı yaşanıyor Irak'ta kimin sesi çıkıyor? Sokak köpeklerine çıktığı kadar... Nerede sivil toplum kuruluşları... Türkistan Bayrağını meydanlara yasaklayan Mesut Bey de hala aklımızda. Yazılarını takip ediyorum. Yürekliliğinizden ve konu seçiminizden dolayı Sizi tebrik ediyorum. Slm ve dua ile. |
|
|
halil
[
2007/07/10 16:30
] |
|
siz yazıyorsunuz biz de okuyoruz. hani iyi de yapıyoruz. elinize sağlık. |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|
|
|