Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam eğer*
Yaz ve kışın buluştuğu içli bir eylül gecesiydi.
Altında oturduğumuz revak yıldızlarla dolmuş ve geceye sonbaharın erken hüznü çökmüştü.
Uzaktan ağustostan kalma böcek sesleri geliyordu.
Ben söylerken, sen dinlerken titriyorduk.
Sesin taptazeydi.
Saçların hala akşam güneşini bırakmamıştı.
Yüzün o ışıklı gülümsemeyle dolmuştu.
Bu gülümsemeni severdim ve çiçek gibi toplamak isterdim.
Ben, gelecek özlemlerden ve hayallerden kurulur diyor ve hiç durmadan konuşuyor, anlatıyordum.
Kazanmak için önce ve daima kaybetmek gerektiğinden ve ışıklı bir özgürlükten bahsediyordum.
Sen, aynen şöyle demiştin:
“Yeryüzüne inelim!”
Dilim konuşmaya devam ediyordu ama içim susmuştu.
Oysa ben sana uzun ve bitmeyen yollar, köyler, kasabalar, kasvetli otel odaları ve ilginç simalar getirmiştim.
Nerede insanı çeken bir manzara görsem sana ve şehrine benzetiyorum diyecektim.
Benim diri ve neşeli olmamı kayıtsızlığıma ve serkeşliğime veriyordun.
Seni kararsızlık yorgun düşüyordu.
Ben seni sevdiğim için diri ve canlıydım.
Birkaç uzun geceyi birbirine eklemişlerdi sanki.
Çörek biçimindeki ay parlıyor ve geceye ve bize göz kulak oluyordu.
Sesin değişmişti.
Sesin yaralı bir bülbül sesine dönüşmüştü.
Sözlerin açık bir yaradan akan kan gibiydi.
Bir kez daha ve üzerine basarak söylüyordun.
“Yeryüzüne inelim!”
Gece ve sen beni büyülemiştin.
Farkındaydım ve itiraf etmem gerekirse artistik ve coşkulu cümleler kuruyordum.
Mutluluk yakınlarda bir yerdeydi ama sobeleyemiyorduk.
Gülümsemen, beni anlayan, beni anlaşılmak istediğim kadar anlayan ve kendi inanışım gibi inandığım bir gülümseyiş gibiydi.
Yanılmışım.
Biliyordum.
Bir küçük ev, güzel ve sakin bir eş, kendine benzeyen iki çocuk ve güzel bir bahçe düşlüyordun.
Ve hatta kumrular yuva yapıyordu bahçendeki ağaca.
Çünkü kumrular merhametli evleri ve insanları seçerlerdi.
Bu hayalleri sana çok gören değildim.
Bilirdim, sevdiği erkeğin kollarında kendini kaybetmiş bir kadının yüzü kadar güzel bir yüz olmuyordu.
Olmuyordu.
Benim tek rüyam vardı.
Dağ başında küçük bir kulübe.
Aynı rüyada bulaşamıyorduk.
Ben, binlerce insandan biriyim.
Ne güzel, ne çirkin. Ne korkak, ne kahraman. Aptal ve zeki de değilim. Akılda kalacak tek özelliğim coşkum olsun isterim.
Ben yasalara, paraya, siyasete, okula, değişenlere ve değişmeyenlere karşıydım.
Aşk hariç!
Su kenarı benim susuzluğumdu.
Beni ayakta tutan aşk olduğu gibi öldürecek olanda aşktı.
Bir yandan mahveden ama diğer yandan da besleyen aşk.
Yüreğimde kırgınlıkla beraber umut yan yana yürüyordu.
Ne garip.
Kırgınlığım el verip kaldırıyor umudumu düştüğü yerden.
Eylül, yine gel.
* Edip Cansever
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 5 yorum
yapılmış )