:. Haberler
  Bilişim
  Dünya
  Eğitim
  Ekonomi
  Kültür Sanat
  Politika
  Sağlık
  Spor
  Yaşam

  :. Gruplar
  Hava
  Söyleşiler
  Yazarlar

“Feminizm gerçekten feminin (dişil) bir akım mıdır?” 
Mert Aslan   ( altar42@hotmail.com )

Ünlü Fransız Devrimi’ni izleyen dönemde ortaya çıkan “kadınların eşitliği” ve “eşit mülkiyet paylaşımı” kavramları ile birlikte start aldığı iddia edilen ve elbette ki sosyolojik, politik ve etik boyutları olan feminist hareketin, kadınlara önceki dönemlere kıyasla oransal bir hareket serbestisi ile birlikte yeni birtakım haklar ve fırsatlar sağladığını yadsımak olası değildir. Çünkü, herkesin bildiği basit şekliyle, toplumsal ve hukuksal düzlemde süre gelen cinsiyet ayırımını sorgularken temel kaygısı kadının özgürleşmesi ve erkeklerle aynı haklara kavuşması olmuştur.

En görünür şekliyle, kadını evinden çıkararak toplum ve iş yaşamının merkezine doğru çekmek yönünde bir işlev görmüş ve bu süreç tüm hızıyla devam etmektedir.

Feminizmin kökleri, Lady Mary Wortley Montagu ve Marquis De Condorcet gibi özgürlükçü düşünürlerin kadınların eğitim hakları yönündeki girişimlerinin de önemli bir yankı yaptığı Aydınlanma Dönemi’ne kadar gitmektedir. İddiaya göre, İngiliz bayan yazar Mary Wollstonecraft’ın Feminist bir çıkış olarak tanımlanan “A Vindication of the Rights of Women” (Kadın Haklarının Müdafaası) adlı kitabı, konuya ilişkin ilk ciddi çalışma olmuştur. (1792)

Bu tarihten on altı yıl sonra ütopyacı sosyalist Charles Fourier, kadın haklarının iyileştirilmesinin bütüncül toplumsal gelişmenin ana prensibi ve motoru olacağı savını öne sürmüştür (1808). John Stuart Mill ise, “The Subjection of women” (Kadınların Bağlılaştırılması) adlı eserinde bir cinsin diğerine egemen olmasının yanlışlığını dile getirirken, bu durumun insanoğlunun gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biri olacağına vurgu yapmıştır (1869). Bu yönde yapılan kuramsal yığınak zaman içinde meyvelerini vermeye devam etmiş ve İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına gelindiğinde pek çok ülkede kadınlar oy hakkı dahil olmak üzere bir dizi haklara kavuşmuştur. Daha sonra, hareket içinde konumlanan kimi kadınlar hızlarını alamayarak bir adım öteye geçmiş ve hararetle savunmaya başladıkları kadının mutlak üstünlüğü fikrini, erkeğin biyolojik ve duygusal yönden “kadının tamamlanmamış bir türü” olduğu şeklinde bir kara mizah noktasına kadar götürmüşlerdir.

Feminizmle ilgili olarak, bugüne dek daha pek çok şey yazılıp çizilmiştir; ancak ben beğendiğim kimi olumlu sonuçlarının samimi olarak takdir edilmesi gerektiği kaydını düşerek, adı geçen hareketin bugünkü durum açısından kadın-erkek ilişkileri üzerinde oluşturduğu kimi olumsuz yansımalarına değinmekle yetineceğim: Öncelikle, feminist akımın kadın-erkek ilişkilerinin kimyasını bozan, onu doğal seyrinden kopararak zehirleyen bir tarafı olduğu genellikle gözden ırak tutulmaktadır. Bir kere, hem kadınlar hem de erkekler cephesinde eşcinsellik eğilimlerini hızlandıran başlıca faktörlerden biri olduğunda neredeyse hiç kuşku yoktur. Çünkü, bu süreçte birbiri için gittikçe itici hale gelen ve birbirinden hızla uzaklaşan kadın ve erkekler bir taraftan kendi bedenlerine, diğer taraftan da hemcinslerine yönelmeye başlamıştır. Aynı gelişme içinde, biyolojik ve duygusal gereksinim halinde bile “karşı cinsin aslından uzaklaşma” diye tanımlanabilecek bir sıkıntı ile de karşı karşıya gelindiğini göz ardı etmemek gerekir. Bu açıdan bakıldığında, örneğin “Seks shop” olgusunun, aynı sürecin bir ürünü olduğu savı abartılı bir yaklaşım olarak görülmemelidir. Bu işin iyice zıvanadan çıktığı İskandinav ülkeleri, bunların en bariz kanıtıdır.

Söz konusu ülkelerde, evlenmek isteyen bir kadının en büyük zihinsel bloklarından biri, karşısındaki erkeğin gerçekten erkek olup olmadığı kuşkusudur. Diğer bir ifadeyle, bu ülkelerde evli erkek ve kadınlar eşlerini sadece karşı cinsten değil, aynı zamanda eşlerinin hemcinslerinden kıskanmak zorunda kalmaktadırlar. Çünkü, evli bir kadının kocasını kendisini başka bir erkekle aldatırken yakalaması nadirattan değildir veya tersi… Meraklısı, araştırabilir.

İkincisi, eşitler arasındaki ilişkilerin sonsuza dek sürmeyeceği gerçeği ile ilgilidir. Sözgelimi, bir şirketi kısa zamanda batırmanın en emin yolu her iki ortağa da eşit miktarda hisse vermektir. Halbuki, feminist akım yaratılışı itibariyle erkeğe eşit olmayan ve hiçbir zaman da eşit olamayacak olan kadını, (ki, bunu en iyi bilen bizzat kadınlardır) yine mutlak eşitlik tezi temelinde erkeklere karşı hep kışkırtmıştır. Onları, erkeklerle eşit oldukları görüşüne inandırmış ve mantıksız bir güç yarışına yönlendirmiştir. Bu fikir, işin ta başında kadını erkeğin rakibi olabileceğine ve olması gerektiğine koşullandırdığı için ona bir anlamda ve ölçüde erkeksi bir havaya girme eğilimi kazandırdığını söylemek anlamsız olmayacaktır. Sonuçta, savaşması gereken güçlü bir cinsle yüz yüzedir ve kaybetmek kazanmaktan kesinlikle daha muhtemeldir. Buna rağmen, rakibiyle eşit olduğuna inanarak bu sert bir mücadeleye çala kürek atılan bir kadın, bir erkekle gerçekten romantik bir ilişkiye girebilir mi sizce? “Girebilir” diyen varsa, ona mümkünse kendisini “feminist” olarak tanımlayan herhangi bir kadınla romantik sevgi moduna girmeyi denemesini öneririm. Bunu yaptığı taktirde, öncelikli olarak feminist fikir ve duyguların zaman içinde o kişiyi doğal dişil özelliklerinden nasıl da uzaklaştırmış olduğu gerçeği ile burun buruna gelecektir. Şüphesiz ki, safkan bir dişi ile evlenmek her erkeğin hayallerinden biridir. Tersinden düşünürsek, evlendiği kadının erkeksi özellikler göstermeye başlaması ise, karşılaşabileceği en beter kabuslardan biri olacaktır. Dürüst konuşmak gerekirse, şimdiye kadar benim karşılaştığım feministlerin hemen hepsinde değişen tonlarda bir erkeksilik vardı. Bu yüzden de, fiziksel, karakteristik veya diğer özellikleri ne olursa olsun, erkeklere karşı taşıdıkları önyargılı, rekabetçi ve agresif tavırları nedeniyle bayan sıfatlarıyla hiç ilgimi çekmediklerini söyleyebilirim. Nitekim, yapılan araştırmalar feminist eğilimleri güçlü olan evli kadınlar arasında boşanma yüzdesinin diğerlerine oranla çok daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Doğrusu, bu çok anlaşılabilir bir şeydir. Çünkü, rekabetçi ruh durumları nedeniyle uzun vadeli tüm ilişkilerde kaçınılmaz olan herhangi bir uzlaşmazlık veya çatışma durumunda geri adım atan taraf olmak istememektedirler; oysa ki özellikle evlilik gibi ömürlük ilişkilerde ortaya çıkan sorunları çözen en önemli davranış biçimlerinden biri, haklı olunsa bile ödün verebilmektir.

Diğer bir faktör, doğrudan doğruya kadının doğası ile ilintilidir. Aşk, birini yüceltmek veya kutsamaktır. Bu, karşıdaki kişinin üstün olmasını veya en azından üstün bir varlık olarak algılanmasını gerektirir. Bu durum, kadınlar için daha çok geçerlidir. Çünkü, zayıf cins olan kadının algı sistemi erkeği yaşamın tüm olumsuzluklarına ve hiç dinmeyen varoluşsal acıları olan yalnızlıklarına karşı güvenli bir sığınak veya barınak olarak algılamaktadır. Bu yüzden, hiçbir kadın kendisi ile eşit bir erkeğe aşık olmaz ve ona sığınmak istemez. Evleneceği erkeğin, daima ve her açıdan kendisinden daha güçlü ve üstün olmasını arzu eder.

Aslına bakarsanız, yalnızlık psikozu da zayıflıktan kaynaklanan sığınma veya korunma yöneliminin farklı bir dışavurumundan başka bir şey değildir. Yani, onun bir parçasıdır. Şu halde, gerçekten de feminizm hiç kuşkusuz erkeğe yönelmesini önemli oranda zorlaştırdığı kadını duru doğasının asal rotasından kaydırmaya dönük bir zorlamayı içermiyor mu?

Dikkatli biriyseniz, ileri yaşlarına rağmen evlenememiş olan bayanların çoğunun feminist eğilimleri güçlü bayanlar olduklarını anlamak hiç de zor değildir. Sonuçta bir bayan olması dolayısıyla, güzel bir ilişki yaşamak için en azından birkaç sorti yapmış olabilir, ama dikiş tutturamamıştır. Çünkü, hiçbir erkek kendisini doyurucu düzeyde yüceltmeyen, kendisini kaybetmekten korkmayan ve durmadan dişlerini gıcırdatan bir kadın tipine uzun süre tahammül edemez.

Peki, olması gereken nedir? Olması gerekeni dile getirmek kolay değildir. Daha doğrusu, uzun hikayedir; ancak her şeyin bir özeti vardır: Feministler her şeyden önce şunu anlamalıdır ki, mutlu bir birliktelik için iki tarafın eşit olması şart değildir. Tam aksine, eşit olmamalıdır. En kısa şekliyle söyleyecek olursak, eşit olmayanlar arasında romantik sevgi ve yapmacıksız bir saygıya dayanan hem adil hem de insancıl bir ilişki kurulması olanaksız değildir.














Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız ( Toplam 3 yorum yapılmış )

Tülay LALE [ 2007/10/18 13:04 ]
Yazının başında ''feminizm''in nerden geldiğini ve amacını açıklamanız gayet yerinde bir davranış olmuş . Çünkü bugün ortalarda ''ben feninistim'' diyerek gezen bir çok kadının aslında ne dediklerini bilmedikleri açıkdır. Günümüzde nedense, ''feminist''lik erkeklere karşı açılan savaş gibi bakılmakta; femisitlere de bu savaşın savaşçıları muamelesi yapılmaktadır. beni en çok güldürense özellikle medyada feministliği bir reklam aracı olarak kullananlar, özellikle mankenler. Hatırlatayım isterseniz: Feministliği kadınların kullanılmasına karşı olduğum için seçtim demişti zamanın birinde akli evvel(!) bir mankenimiz. Ve bu demeci mayolu bir şekilde araba fuarında arabanın üstünde tanıtım sırasında yapmıştı.Kullanılmaya karşı (!) ya arkadaşımız.neyse...
Size katılmamak elde değil.Tabi ki kadın-erkek arasında hem biyolojik , hem psikolojik hem de sosyolojik yönden farklılıklar var. Ve tabi ki butür sapmalar yüzünden insanlar bunu kabul etmiyorlar. Ama şu da bir gerçek ki iş hayatında kadınlara hala hak ettiği değer verilmemekte,hala erkek egemenliği sürmekte. Şunu yapabilsek keşke . Kadınların duygusallıkları ve pratik zekaları sayesinde iş hayatında bir çok erkeğe nazaran daha başarılı olabileceğini kabul etsek ve kadına sekreterlik ve reklam aracı olarak kullanmak dışında da bir görev verebileceğimizi anlasak. Bazıları iki türünde birbirine ihtiyacı olmadan yaşayabileceğini savunuyorlar ; şu unutulmamalı ki eğer böyle bir şey olsaydı o zaman yüce yaratan tek cins yaratırdı. Bize düşen farklılıklarımızı bir birimizle kavga etmek için değil beraberce daha güzel işler yapmak için kullanmalıyız. Yanılıyor muyum? (Bu arada sanırım çoook konuştum! )
örenbayan [ 2007/10/18 01:07 ]
evet kadınlar ve erkekler eşit değildir.bunun en belirgin özelliği de beden gücüdür.ama toplumumuzda kadınlar üzerinde ağır bir baskı vardır.insanlaımız onları küçümsemektedir.halbuki erkeğin kadından zihinsel olarak üstün olduğu söylenemez.çünkü erkeğin ve kadınların düşünce yapıları farklıdır.kadın detaycı, erkekse yüzeyseldir.aynı ortamda yetişmiş bir kadın ve bir erkek düşünün.ideal ilişki sence nasıl olur diye sorduğunda erkek saygı ve sevgiye dayanan der kadın ise bunun özelliklerini sıralar.halbuki ikiside aynı şeyden bahsetmektedir.bu durumda erkek kadını kadınsa erkeği anlamakta zorlanacaktır.fakat bunun sorumlusu ne erkek ne kadındır.ikiside benzer görünüşte farklı yaratıklardır.ikisinin de burnu vardır .erkek kadın parfümünden kadınsa erkek parfümünden etkilenir.ama insan sevdikten sonra herşeye katlanır.buna kendinden çok farklı hatta daha çok kendine zıt karakterdeki eş de dahil.düzenli insanlar dağınıklığa,yemeğe düşkün insanlar açlığa ,gezmeyi seven insanlar evde oturmaya...bence bir insanın katlanamayacağı tek şey sevgisizliktir..feministliğe gelince herşeyin aşırısı zararlı bence.kadınlar ezilmemeli ama erkekten üstünde görülmemeli .ortada bence öne geçmek için rekabet yok sadece ayakta kalmak için hayat mücadelesi var.
GüLSüM [ 2007/10/16 19:59 ]
Evet, yazınızı gayet mantıklı buldum. Zaten biraz dikkat edersek, en güzel toplumsal düzeni bizlere sunan dinimizde de bu böyledir. Bir bayan, ona yakışanı istemeli ve ona vazife olmayan davranışlar içerisine girmemelidir ya da kendini böyle olmak için zorlamamalıdır :) Her şeyin bir kuralı var, doğanın ve yaratışın da öyle. Her iki cins aynı olsaydı erkek ve kadın diye ayırmaya da gerek kalmazdı. Tabii ki bu arada erkek cinsine kadını kollamak, korumak, kadının kendisinin üstesinden gelemeyeceği herhangi bir şeyi üstlenmek ve benzeri gibi birtakım sorumluluklar da verilmiştir. Ve bana göre işte sırf bu yüzden erkeklerin de kadınları bu tip feminen davranışlara sebebiyet verecek hallerden uzak tutmak için çaba göstermeleri gerekmektedir ki bir kadın kendini erkeklere düşman etmesin:) Dediğim gibi dinimizde de bu böyle. Tabii ki gerçekten İslamı yaşıyorsak....

 


Yazarın Tüm Yazıları
 2009.02.16 -  Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
 2009.02.10 -  Kadının Mahremiyet Evi
 2009.02.02 -  Öğrenmenin dayanılmaz tadı
 2009.01.26 -  Hadis tercümesinde taşralı ağzı
 2009.01.17 -  Bilin bakalım! Erkekler insan mıdır, bankomat mıdır?
 2009.01.12 -  Ergenekon dalgalarında kısa bir sörf
 2009.01.05 -  Kadınlar iletişim beceriksizi mi yoksa?
 2008.12.29 -  Cennetin ve cehennemin fragmanları
 2008.12.23 -  Anti-depresif öneriler
 2008.12.16 -  Sen olmazsan cennet solmaz mı?
 2008.12.07 -  İyilik ve kötülüğün kimyası
 2008.12.01 -  Allah sevgisinde kıskançtır
 2008.11.24 -  Yazma yetisi üzerine iki çift söz
 2008.11.16 -  Anneler ve sevgililer
 2008.11.11 -  Sırlar harikadır. Ta ki yakalanıncaya kadar…
 2008.11.03 -  Geğiren tanrıçalar
 2008.10.27 -  Masumiyet insana en çok yakışandır
 2008.10.20 -  Demirel: Eski Siyasetin Büyük Mavrası…
 2008.10.13 -  Aldatan Erkeklere Kuşbakışı
 2008.10.08 -  Aldatan Kadınlara Kuşbakışı
 2008.09.29 -  Kadınlık nelere kadirdir!
 2008.09.22 -  İnsanlardan uzaklaştıkça Tanrı’ya mı yaklaşıyoruz?
 2008.09.15 -  Tesettür Kutsal kitabın ne tarafındadır?
 2008.09.08 -  Kutsal gerdek
 2008.09.01 -  Allah’ı Sevme Sanatı
 2008.08.25 -  Hıristiyan Mü’minler
 2008.08.17 -  Tutsaklığı sevmek
 2008.08.10 -  Dilek Tepesi
 2008.07.27 -  Bir çiçekle de bahar olurmuş
 2008.07.15 -  Dante Beatrice’e kavuşsaydı…
 2008.07.07 -  NLP’den ışıltılı kareler (2)
 2008.06.30 -  Karanlık mağaraların zavallı yarasaları
 2008.06.23 -  NLP'den ışıltılı kareler (1)
 2008.06.14 -  Cennette kadın figürü
 2008.06.08 -  "Yürek Acısı"
 2008.06.02 -  Erkeği tutmak kolay mı sanırsınız?
 2008.05.24 -  Her ölüm vakitsizdir
 2008.05.14 -  Reinkarnasyon
 2008.05.05 -  Kölenin öyküsü
 2008.04.28 -  İlahiyatçılar Hz.Muhammed'ten daha mı iyi biliyor?
 2008.04.21 -  Kadınlar cennetine hoşgeldiniz!
 2008.04.15 -   Biraz daha episteme,biraz daha özlem...
 2008.04.07 -  Bir kibir abidesine
 2008.03.31 -  Kadınlar erkekten ne duymak ister?
 2008.03.24 -  Repertuarımdaki üç kırık hayat
 2008.03.16 -  Kadınlarla hala tartışıyor musunuz?
 2008.03.10 -  Yoksa bu bir rüya mıydı?
 2008.03.02 -  Kadınlar ve tapınaklar
 2008.02.24 -  Hiç kimsenin kadınları
 2008.02.17 -  Ölüden isteme ile diriden istemenin farkını rica edeyim
 2008.02.12 -  Tanrı'nın yeryüzündeki başyapıtı üzerine
 2008.02.05 -  Sıradan ve yüce, yakışıklı ve bayağı
 2008.01.28 -  İdeolojik ve toplumsal baskıya karşı bireysellik
 2008.01.24 -  Aldatan Kadınlara Kuşbakışı
 2008.01.21 -  Nietzsche, Marks veya Tanrı’ya Küsmek
 2008.01.14 -  Yoksa bu fakiri aşktan bihaber mi sanırsınız?
 2008.01.07 -  Kadınınıza yüreğinizle dokundunuz mu hiç?
 2007.12.31 -  Dört Kitaba Sığmazsan, Sen Ne İşe Yararsın?!
 2007.12.24 -  Kadınların Gizli Dünyası Üzerine
 2007.12.16 -  Sosyal Demokratların Reel Politik Dramı
 2007.12.10 -  “En yakın dostum katilim olur mu?”
 2007.12.03 -  İnin O Şatodan Aşağıya!
 2007.11.26 -  “Çift Gerektirmeli Bir Tanrısal Adalet Sarmalı” -Özeleştirel bir yaklaşım-
 2007.11.18 -  Müslümana Sopa Caiz midir?
 2007.11.11 -  Sevgili Erkekler! Türk Kadınları Size Hiç Bakmıyor mu?
 2007.11.05 -   “Hz. Muhammed ve etkin dinleme sanatı”
 2007.10.29 -  Kahrolsun PKK veya kötü reklam yoktur
 2007.10.22 -  Barda oturan adamın düşleri
 2007.10.15 -  “Feminizm gerçekten feminin (dişil) bir akım mıdır?”
 2007.10.08 -   “Model Türkiye’yi görmek ya da görmemek”
 2007.10.01 -  “Aldatılan Adamın Komedyası”
 2007.09.24 -  Kadınların cebi neden yoktur
 2007.09.20 -  Benim adım aşk
 2007.09.17 -  Herkese merhaba!
Aslan Korkmaz gelirken, Tuzcuoğlu giderken…
Lokman Koyuncuoğlu
Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
Mert Aslan
Otur oturduğun yerde
Memduh Nihat Ada
Davos Krizi; Erdoğan milat attı, Perez yavuz hırsız.
Taner Aydın
Affan Dede'ye para saydım
Mustafa Azılıoğlu
Boya boya çek
Huriye Karnap
Her ıslanan anlamaz!
Semra Hoyraz
MÜSİAD Farkı
Aydoğan Deveci
Davos ve sonrası…
Dr.Ali Can
Anlatma Sanatı
Alev Ayyıldız
Yapboz
Nadide Ü.Altıparmak
Göçmen Kuştu Kalbim
Hakan Bahçeci
 

Bu Site Konda İletişim ve Medya Grubunundur.
E-Posta: bilgi@haberkonya.com