Modernizmin canımıza minnet hayatımıza kattığı İnternet ve cep telefonlarının klasiği olmuş, kısa ancak kısalığına nispetle manası uzun ve sıradanlaşmaya başladığı için içimizi acıtmayan, kokusu riyakârlık olan iki cümle.
Meşguldüm arayamadım, yoğundum yazamadım!
“Hangi dünyaya kulak kesildiysek, öbürüne sağır kalmak” hakkaniyetli değilse de yinede bir tavrın göstergesiyken bu mahut cümleler zihnimize akrepler taşıyor durmadan.
Teknoloji masumdur! Silah, para, kadın ve hatta zehir bile masumdur ta ki keyfi ve ahlaksız eller dokunana kadar.
Kelimeleri, anlayışı, dostluğu, paylaşmayı, sevgiyi hadım ediyor ve sömürüyoruz.
Cep telefonunuzda kayıtlı bir numarayı aynı gün içinde üç-beş kez ararsınız. Muhatabınız müsait değildir. Üşenmez ve tutar aynı numaraya mesaj gönderirsiniz.
Usulen ve nezaketen dönüp aranılmadığınız gibi aradan birkaç gün geçtikten sonra merakınızı yenemez ve bir kez daha aramak eşekliği yapar ve serzenişte bulursunuz. Aldığınız cevap da cevaptır hani: Meşguldüm arayamadım!
Ama siz şunu görüp şahit olmuşsunuzdur da muhatabınız unutmuştur: Aynı insan telefon başında esas duruşa geçen, kızarıp-bozaran ve menfaati-masası-maaşı için yirmi dört saat telefonunu en yüksek seste tutup tuvalet ihtiyacını beklediği telefon gelir diye çarçabuk görecek kadar da telefon endeksli yaşayabilendir. Menfaati için pür dikkat ve dakik kesilenin köprüyü geçtikten sonra asgari nezaketi ve saygıyı göstermeyen olması manidar değil günümüze has soysuzluğun göstergesi olmuştur artık.
Niçin böyle olmuştur?
Cevap çok basittir: Bugünlerde sizden çıkarı yoktur.
Bu arada, haysiyet ve karakter kalabalık İstanbul sokaklarında kaybolmuştur.
Bu yazdıklarım ağır abi yazılar olmadığı gibi edebiyat kaygusu taşıyan, ucuz tarafından felsefe yapan ve şiirsel yazılar değildir. Ancak bunlar benim-sizin yaşadıklarınızdır. Ya susar –küfür etmez ve bu zillete razı gelirsiniz- ya da susmazsınız. Ya söyler ya da yazarsınız. Ben yazmayı seçtim!
Nasıl ve hangi yoğunluk ve meşguliyettir ki sizi iki dakika arayacak ya da yirmi dört saat kullandığı İnternetten üç cümle yazacak vakti olmaz bir insanın. Yalanın, üçkâğıdın, alçaklığın kuyruklusu değil boynuzlusudur bu.
Devam edelim.
Sizin, kendisinden haber beklediğinizi bilmesine rağmen sizi arama zahmetinde bulunmayan ve size dokuz doğurtanı ararsınız. Makul bir sebep bulmak aptallığı ile sorarsınız: “Kaç gündür neredeydin, niye haber vermedin, niye yazmadın?” Uzakta ve görünmez oluşunu kar sayan düzenbaz, yalanla dolu heybesine elini atar ve en çok kullanılanı dile getirir: Biraz rahatsızdım!
Öfkenizden ve apaçık yalandan mideniz bulanır ama kusamazsınız!
Türkiye küçük bir köydür ve size “rahatsız” olduğunu söyleyen insanın hasta olması bir yana fazla iyi olduğunu, koşuşturduğunu, dışarılarda dolaşmakta olduğunu söyler olaydan habersiz bir başkası.
Laçka, cıvık, sorumsuz, sorunlu, samimiyetsiz ve riyakâr insanlar oluyoruz. Çürümüş ve uyduruk meşguliyetlerin arkasına sığınarak yaşamak, yaşamanın küme düşmüş hali değil de nedir?
Burnu büyük, kibirli, kurumlu ve yalnızca güce dayalı cesaretleri olan, kokulu sabunlarla yıkanıp, yüz yüze geldiğinizde yüzünüze ancak budala sırıtmasıyla bakabilen insanlar yoğundurlar, müsait olmazlar ve …tan nem kapıp hasta olurlar!
İçinizden, bir parçacık utanma dersiniz ama utanmaları nasır bağlamıştır onların.
İnsanlığın daha güzel ve daha temiz bir ahengi olmalı.