Eğer Türkiye’de yaşayan bir Türk erkeği iseniz ve kendinizi yeterince yakışıklı bulduğunuz halde ara sıra içinizden kadınların size neden hiç bakmadığını sorup duruyorsanız, sizinle erkek erkeğe biraz dertleşmemiz gerekiyor demektir. Tabii ki, buradan kadınların alması gereken mesajlar da kendiliğinden çıkmış olacaktır.
Öncelikle şunu söylemek isterim ki, erkekler kadınları ne kadar ilgiyle izliyorlarsa, bayanlar da onları o kadar ilgiyle izlerler. Bu, her yerde böyledir; ama Türk toplumunda kadınlar erkeklerden beri oldukları izlenimi vermeyi çok iyi becerirler. Onlara dışarıdan baktığınızda, erkeklere hiç ihtiyaç duymadıkları vehmine sürüklenirsiniz. Gerçekte ise, bu yalnızca bir rolden ibarettir. Erkekleri dikkatle inceledikleri halde, hiç bakmıyormuş ve asla gereksinme duymuyormuş gibi bir izlenim vermekte son derece uzmanlaşmışlardır. Bunu da, genellikle yakın markajdan bakmamak ve eğer yakında iseler sizinle bir saniyeyi aşan göz temaslarından kaçınmak suretiyle başarırlar. Özetle, gözleri çok keskindir.
Peki, bizim kadınlarımız neden böyle davranır? Erkekler onlara “uzayda hacim kaplama”nın zevkini sınırsızca tattırırken, kendileri bunun küçük bir parçasını bile onlardan neden esirgerler?
Bizim kültürümüzde, bayanlar “kapalı kutu” psikolojisi üzerine yetiştirilirler. Bayana dışarıya kapalı olmasının bir zorunluluk, daha da önemlisi bir fazilet ve olgunluk alameti olduğunu telkin eden geleneksel kültür, erkeğe gelince “Senin her şeyin meydanda olmalı!” buyurmaktadır. Kısacası, bu her şeyden önce, onlara duygu, düşünce ve tepkilerini bastırmalarını emreden yerleşik kültürel yapı tarafından öğretilmiş bir tutumdur.
İkinci etmen, kadın ruhunun kökenleri ile ilgilidir. Kim ne derse desin, bir bayanın hayatında hayallerini en fazla süsleyen ve torunlarına varıncaya dek gururla anlatacağı en önemli başarılarından biri evliliktir. “Bir bayan neden evlenmek ister?” sorusunun kadınca nedenlerini bir başka zamana bırakarak şimdilik şunu söyleyelim ki, erkeklere ihtiyaçtan beri imiş havalarında salınıp gezerlerken bizim kızlarımızın en büyük mazereti evlilik kozunu muhafaza etmektir. Çünkü, Anadolu kültüründe erkekler bayan tarafında evliliğin önüne öncelikli olarak “temiz aile kızı” olma şartını koymaktadır. Dolayısıyla, erkeklerin gözünün ta içine bakan bir bayan “evlenilecek kaliteli kız” değil, yalnızca “eğlenilecek ucuz kız” olarak algılanmaktadır. Bayanlar erkeklerdeki bu bakış açısının farkında oldukları ve “evde kalma” riski ile yüzleşmek istemedikleri için, “iffetli ve değerli aile kızı” rolünü iyi oynamak zorunda hissederler kendilerini. Demek oluyor ki, bayanların erkeklere bakmamalarının başlıca sebebi, yine geriye dönüp bir bunak gibi bundan şikayet eden erkeklerden başkası değildir. Durmadan yakındıkları şey, bizzat kendi eserleridir... Doğrusu, erkekler ne istediklerini kendileri de bilmiyorlar. Çünkü, hem ilgili, cilveli ve cinsel çekim gücü (sex appeal) yüksek bayanlardan etkileniyor ve hoşlanıyorlar, hem de ağırbaşlı ve ciddi durmayan bir bayanın evlenmeye layık olmadığını söylüyorlar. Durum böyle olunca, bayanlar onlarla evlenebilmek için kendilerini boyuna kasıp germeye ve ustalıkla “hacı kızı Emine” rolü oynamaya devam ediyorlar. Bütün bunlara rağmen, erkeklerimiz ideal bayanın evlenmeden önce gerçek bir azize kadar iffetli, evlendikten sonra ise bir metres kadar cilveli, ateşli ve arzulu olmasını hayal etmeyi sürdürüyorlar. Elbette ki, hayal kurmanın sınırı ve etiği yoktur; ama yazık ki, yaşamın reel akışı içinde çoklukla böylesi hayallerin karşılığı da yoktur.
Burada, üçüncü bir değişkenden söz etmeliyiz. O da, bir bayanın çarşıda pazarda dolaşırken peşine takılmak için zaten bahane arayan erkekleri şımartmamak gibi bir hassas çizgide olduğu bilincinden kopmak istememesidir. Eğer her hoşuna giden erkeğe dönüp birkaç saniye bakacak olsa, çok geçmeden peşi sıra gelen bir erkek sürüsü eşliğinde yürümek zorunda kalacağını bilmektedir. Üç metre arkasından yürüyen bir ateşli erkekler güruhu ile dolaşmak, artı hangisinin nerede duracağını bilememek pek iyi bir şey olmasa gerek. Kuşkusuz, bu açıdan haklıdırlar; ama bayanların kendilerini “pahalılaştıran” bu durumdan acayip bir zevk duyduklarını da kaydetmek gerekir. Çünkü, neticede en sevdikleri şey olmaktadır. Başka bir söyleyişle, hiçbir kadın “cazibe merkezi” olmanın enfes tadından tümüyle uzak duramaz.
Yalnız, bu aşamadan itibaren daha ötesi de olmaktadır. O da, “erkeklerin kendisine mahkum veya mecbur olduğu, fakat kendisinin onlara gereksinim duymadığı” yönünde bir doğaüstülük ruh halidir. Dikkatli bir gözlemciyseniz, bu istiğna modunun ekşi izlerini bu ülkenin her yerinde kalabalık bir mekanda oturan veya dolaşan hemen her güzel bayanın yüzünde netlikle okuyabilirsiniz…