Pursaklara giden son dolmuşla eve dönüyorum. Altmış yaşındaki sarhoş ile on yedi yaşındaki delikanlı küfürleşiyor ve kavgaya tutuşuyorlar. İçimden, o yumrukları birbirinize değil de bana atın, diyorum. Ağlayasım geliyor.
Birbirinden kopuk kopuk düşünceler arasında gidip geliyorum. Yazmayı boş ver, bu senin işin değil, diyorum. Peki, benim işim ne? Bunun cevabı da yok. Beceriksizin tekiyim çünkü. Belki de bu kadar yoğun okumamın en derinde saklı nedeni budur: Böyle deliler gibi okuyarak açıklarımı kapatmak, bir şeyler yapıyor görünmek. Çünkü şartları ne olursa olsun okuyan insan toplumda kabul görüyor, para değilse de prim yapıyor. Yani havası var.
İnsanlığın en kadim derdiyle derdim var. Çözemiyor, yenemiyorum. Bir de bugünlerde H.Rahmi Gürpınar’ın cinselliği alabildiğince irdelediği iki romanını üst üste okumam daha da depreşirdi yaramı.
Korkağım. Beceriksizim. İşe yaramayanım. Neymiş; insanlar bana güvenirmiş. Neymiş; insanlar benimle konuşmaktan ve beni dinlemekten hoşlanırlarmış. İnanıyorum ki –çok yakın dostlarım hariç- birçok tanıdık insan belirli bir ekonomik güçle yaşıyor olsam beni daha bir can kulağı ile dinlerler ve saygı gösterirler.
Gariptir insanoğlu. Hani olsa, yarın, bugünkünden çok farklı bir kimliğe bürünsem, etrafımda daha çok insan olacaktır da beni yürekten sevecek insan sayısı azalacaktır. Arkamdan bol bol küfür etmelerinden tutun da zekâtımı gereğince vermemiş olmama varana kadar bir yığın nefsi ve kıskançlık dolu sözler. Şimdi öyle yapmıyor muyuz?
Yazmakta zorlanıyorum. Radikal bir karar alıp yazmaya son vermeyi düşünürken bir yandan, bir yandan da öyle–böyle beş-altı yıldır gayret gösterdiğim bu alanı terk etmek korkaklık ve hatta kendini tutup tutup da nihayet helânın kapısında donuna bırakmak gibime geliyor. Daha ne kadar direnebileceğimi kestiremiyorum.
Sakalım saçımdan uzun vaziyette. Hırpani bir görünüşüm var. Yüzümde her yılın karşılığı bir çizgi. Bir gün borçsuz olacak mıyım? Sayfalarca yazımı bir düzene koyup, daha okunur kılmam gerekmiyor mu artık? Birilerine mektup yazmalıyım kısacık da olsa. İçimdeki uçuruma düşmemek için daha hızlı koşmalıyım.
Yazar şöyle diyordu: Uyku da sevgili gibi; gecikince insanın canı sıkılıyor. Ben sevgilimi beklemeye alıştım da uyku hiç gelmese diyorum.
Dün gece öğrenci kardeşlerin evinde gün açtıktan epey sonra yatıp birkaç saat sonra kalkan ben, şimdi gecenin üçü olmuş hala ayaktayım. Tırmalıyor ve arıyorum.
Sabrımı sınıyor/sun. Sen sabrımı sınadıkça ben daha inatçı olacak ve seni deli edeceğim. Kemik derinliğim mi? Bıçağı saplaman boşuna! Kama ya da kılıçla gelmen gerek! Belki işte o zaman kemik derinliğimi öğrenebilirsin.
Bu, hayat denilen nehre anamın rahminden mi düştüm yoksa akil baliğ olduğumda kendim mi balıklama daldım. Belki de haylaz Sadettin ittirmiştir arkamdan. Ancak o yapar böyle bir eşek sakasını. Metin yapmamıştır. Yapmazdı Metin. Hem Metin depremde öldü. Ben yaşıyorum.
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 3 yorum
yapılmış )
sevgili dostum, desem ki hanemde yazılarına(acılarına) söz yok, lugatım yoksul. okurken yazılarını üst üste işgale uğrayan şehir oluyorum. ömrümün sezon sonu kapmanyasının tellallığını yapmaktayım.
görüyorsun ki harflerim tedirgin, cümlelerim kış uykusunu özlemiş. illa da uykunla ilgili bir yorum istiyorsan
Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkıt ne bilir,
Mübtelayı gama sor ki geceler kaç saat?
bu fikrinize katılmıyorum memduh abi okuyan insan tutuluyor ...tam tersi okuyan insan dışlanıyor çok bilmiş deniyor toplumun kara lekelerini herkesten önce farketmesinden dolayı herkesten daha çok canı yanıyor ızdırabıdaha derin oluyor daha çok şey gördüğü için ama olsun biz yinede okuyalım ki toplumun gözleri olalım bunada razıyım.dışlanmak önemli değil oalyların dışında olmak önemli...