Elimde çiçekler. Yaşım ve görünüşüm uygun değil olsa gerek ki birçok kimsenin garip bakışlarını hissediyorum üzerimde. Felsefemdir. İnsanlar bol bol çiçek alıp vermelidir. Hele ki sigara içen erkekler. Hiç olmazsa haftada bir çiçek almalıdırlar. Sigaranın karşılığı mıdır çiçek? Olur, mu öyle şey. Sigara pis, çiçek temizdir. Çiçeği her kime verirseniz verin karşılığında tebessüm alırsınız. Şimdi bu yazdıklarımı okuyacak bazı insanların müstehzi bir şekilde bıyık altından güleceklerini bilmiyor değilim. O zatı muhteremler bu tür börtü-böcek ve çiçek muhabbetlerin aşmışlardır çünkü. Aşk, meşk, çiçek biz avam için vardır. Havasın işi değildir! Geçelim.
Esat Mahmut Karakurt okuyorum. Bu yazar hakkında ilginç mi ilginç bir tespitim var. Bu şahıs ( eleştirmiyorum! ) göğüs hastası. Nasıl anlatayım? Kadın göğsüne takıntısı var. Her romanında, ne yapıp ediyor, sözü dolaştırıp dolaştırıp esas kızın göğüslerinin güzelliğine getiriyor. Bir sefer değil bu. En az beş sefer tarif ediyor, esas kısın göğüs güzelliğini. Bir yazarın on kitabını okuduğunuzda yazarın takıntılarını, zaaflarını, dünyayı nasıl gördüğünü görürsünüz. Fakat bu amcam çok açık vermiş. Ha nerdeyse kadın demek göğüs demeye getirecek. Ne diyordum. Kitabı elime aldım ve gülüyorum. Bakalım ne zaman bir kadın göğsü resmedecek. Üzmedi ve yormadı beni. Hemen ikinci sayfa. Dikkat buyurun. İntihar etmiş bir genç kız resmediliyor.
“Başı, yana doğru düşmüş… Koyu kumral saçları, bir yığın halinde yastıkların üzerinde serili yatıyor. Göğsünün bir tarafı açık kalmış. Mermerden yapılma bir heykel gibi bembeyaz, tertemiz bir göğüs…”
Bu yazar için bir başka ( Aynı şeyi Orhan Kemal’de de görmüştüm. ) tespitim daha var ama bunu anlatmayı bir başka zamana bırakıyorum.
Gece standa Uluslararası İlişkilerde okuyan kardeşim Fatih geliyor. Sohbet ediyoruz. Patronum Ercan Şen geliyor. Hakan Albayrak geliyor ve yanında kutlu misafiri Siyah Panter. Malcom X’in mirascısı. Hakan tanıştırıyor. Kucaklaşıyoruz. Müslüman olmak ne kadar güzel! Müslüman olmak Allah’ın lütfünden başka bir şey değil.
Cumartesi gecesi Pazara dönmek üzere. Hacıbayram Camisinin alt tarafındaki dolmuş durağında, arabanın içindeyim. Kesif bir sarımsak kokusu. İçki, erkek teri, kusmuk kokusu. Sol yanımda meyhaneler. Kadınlar çıkıyor. Korkularını saklamak için alabildiğine boyanmışlar. Ama yalnız kadınlar mı korkuyor. Benimle beraber bu dolmuşta oturan, gözleri yassılaşmış, kelimeleri uzamış erkekler de aynı korkunun esiri değil mi? Kimi kadına, kimi paraya, kimi içkiye sığınmıyor mu? Tamam buldum! Araba korku kokuyor! Ve benim elimde koca bir demet çiçek. Zihnimde kaldırıp camdan dışarı atayım diyorum. Bu görüntüye uymuyor. Eğilip kokluyorum. Tamam, herkes bir şeylerden korkuyor da ben neden korkuyorum?