Geceden başlayayım. Saat 01.00. Yeni Şafak Gazetesinin matbaa sorumlusu –emektar- Bayram abi arıyor. Bugün Gazetesi abone sistemine geçecekmiş ve ben evet dersem Ankara temsilciliğini kuracağız. İşi teklif eden de bir yıl kadar önce Yeni Şafak Gazetesinden ayrılan, on beş yıldır tanıştığım Saim Güney. Heyecanlanmam lazım ama gönül ibrem titremiyor bile. Siyaseten değil, olduğum gibi cevap veriyorum. Bakarız, nasip diyorum. Oysa yine bugün, üç aya yakındır çalıştığım kitap standının 25 Aralıkta kapanacak olmasına imza atan ve hemen bayramdan sonra işsiz kalacak olanda benim. Niye böyleyim. Cevap basit ve sade. Son beş yıldır dolaylı ve direkt yapılan iş teklifleri yerine getirilseydi ve hatta kahpeliklere evet deme riyakârlığı gösterebilseydim bugün farklı bir durumda olurdum. Şikâyetçi miyim? Hayır. Cebriye mezhebinden değilim lakin kadere de iman etmiş biriyim.
Sevgili editörüm –sarı çocuk- Lokman Koyuncuoğlu ikinci kezdir peyk atıyor bana. Olay şu: Günlüğümü olduğu gibi yazı diyerek siteye girmiş. Gerçi siteye giren yazılarımı da yazdıktan hemen sonra beğenmeyen ve “Bu ne biçim yazı!” diyen de benim. Lokman Koyuncuoğlu yine böyle yapıp günlüğümü siteye yazı olarak girmişti. O günlük-yazımda Akit Gazetesinden Hasan Karakaya’yı eleştirmiştim. Beni sert biçimde eleştiren bir yorum gelmişti okuyucunun birinden. Doğrusu hoşuma gitmişti eleştiri almak. En hafifinden okunuyor olmama delildi. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra sanırım sevgi üzerine bir yazı yazmıştım. Beni sert biçimde eleştiren meçhul okuyucu bu kez beni övüyor ve böyle yaz ve eleştirmeyi hak et diyordu.
Bugün, Oğuz Özdeş’in “Kadınım” isimli kitabını okuyorum. Zamansız ve temelsiz gösterilen merhametin kötü sonuçlarına değiniliyor. Tekerlekli sandalyeye mahkûm genç kız intihar ediyor ve ölüyor.
“Kendi isteğiyle ve aklı başında olarak…” intihar eden, büyük ölü Stefan Zweig’in daha önce okuduğum “Acımak” isimli harika romanında da aynı konu işleniyor. Daha ilgincini söyleyeyim. Yine tekerlekli sandalyeye mahkûm ve aşkına karşılık bulamayıp intihar eden genç kız. Yazılış tarihleri dikkate alındığında S.Zweig daha önce yazmış. Gerçi O.Özdeş’in kitap bütünlüğü içinde çok küçük bir bölümü kaplıyor bu hadise.
“Acımak” tan aklımda kalan ve hiç unutmak istemediğim bir bölüm.
“Merhamet iyi şeydir, ama iki çeşit merhamet vardır: Birisi gevşektir, hissidir; aslında bu, başkasının ıstırabı karşısında sizi kavrayan o acı heyecandan mümkün olduğu kadar çabuk kurtulmak için, kalbinizin gösterdiği sabırsızlıktan ibarettir. Acıma duygusu değildir hiçbir zaman. Bir yabancının çektiği acıya karşı ruhun, kendi içgüdüsüne uyarak, gösterdiği bir korunma hareketidir.
Ötekisi, asıl makbul olanı ise hissi değil yaratıcı olan, ne istediğini bilen ve insan gücünün son haddine kadar ısrarla dayanmasını başaran merhamettir. İnsan ancak sonuna kadar gittiği, daha doğrusu sonuna kadar gitmek sabrını gösterdiği zamandır ki başkalarına yardımda bulunabilir. Ancak fedakârlığa katlanıldığı zaman, yalnız ve yalnız o zaman mümkündür bu.”
Bu romanı okumanızı ve romandaki doktora dikkat etmenizi isterim.
Konuşuyoruz.
Benim yazarlarımın bir kısmı intihar etmiş adamlar! Başaranlar: Jerry Kosinki, Stefan Zweig. Başaramayanlar: Panait Istirati, Guy De Maupassant. Uuzn bir intiharı yaşayan: Charles Bukowski. En sağlıklı olanları Halil Cibran, Nikos Kazancakis Ve benim için çok şey demek olan iki büyük Rus. Dostoyevski ile üstatların üstadı Tolstoy…
( Sahi birde Vırgınıa Woolf var ama bu asil İngiliz’le tanışamadım hala… )
Kitap okumak mutsuzluğumu arttırmaktan başka bir şeye yaramıyor. Nedir ki geride duramıyorum. Acıya, mutsuzluğa bağışıklık mı kazandım nedir?
Elimden geleni ardıma koymadım diyemem lakin istediğim gibi sevemedim. Bunu, sevdiğim insanların gözlerinden anlıyorum.
Kusursuz sevgi olmuyor. Oluyor! Romanlarda! Karşınızdaki insanı sevdiğinize ikna etmeye çalıştıkça zayıflıyor ve mevzi kaybediyorsunuz. Hem kendine inanan ısrarla ikna etmeye çalışmaz. Sevmeye devam eder. Susar!
Öfke ve kızgınlıklarımın hemen hepsinin temelinde yatan neden beklentilerimden başka bir şey değil.
Gün içinde, gece yapmam gereken işleri not ettiğim kâğıda göz gezdiriyorum. Saat 04.00 ve ben daha yarıyı bulmamışım. Sabahta sekizde de standı açmam lazım. O zaman, Zeyd’e ne lazım gelir?
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 1 yorum
yapılmış )
Kitaplar ve yazarları hakkında birçok şey yazılabilir.Yorumlar ve yorumcular ve eleştirmenler farklı görüşler belirtebilirler......hatta köşe yazarları sahip oldukları engin çağdaş birikimleri sayesinde çok muazzam fikirlerini ortaya atabilirler.taki ideolojik ön yargılarını bastırırken kendini küçültmeden okunur olmayı göz ardı etmeden .....Her gazeteci ,yazar iş teklifi alabilir .Fakat gerçekleri gerçekten yazabilmek mümkünmüdür...Yoksa birileri mutlu olsun diye tetikçilik yapmak mı ?...günümüzde de bunları görmek mümkündür ....sizi gazete de okumak bize zevk verecektir . SELAM VE DUA....