Eksiği, fazlası, hataları, zaafları ve zaman zaman gönül kırma sınırını aşan dobralığıyla beraber tanıdığım en düz adamlardan biridir Abdullah. Bu adamın en bariz ve en önemli özelliği verdiği söze sonuna kadar sadık kalmak daha doğrusu sözünü tutmaktır.
Abdullah için geçimsiz, asabi, suyu sert, nobran ve buna benzer birçok olumsuz tabir kullanılabilir ama asla sözünü tutmayan adam denilemez. Verdiği sözü, kendi aleyhinde olsa da yaptığına şahit olmamın yanında buluşmak için söz verilene yere hep ve daima buluşacağı insandan önce gelen olduğunu da bilenimdir.
İşte belki de bu yüzdendir söz istemez kimseden ama söz verildiğinde de tutulmasını ister.
Bilinir ki bu haslet ortalama olarak her Müslüman’da olması gerekendir.
Sözümüzü tutmuyor ve tutmadığımız sözlerde yüzümüze vurulduğunda da yüzümüz kızarmıyorsa bunun neye karşılık düştüğünü -İslami terminolojide- zahmet olacak ama İlahiyatçılar yapsın.
Abdullah, benim tabirimle kravatlı derviştir. Hayatı okuyarak değil daha çok dinleyerek, gözlemleyerek anlamaya ve yorumlamaya çalışır. Bu koca kafalı adamdan, birebir bir alıntı yaparak asıl anlatmak istediğime geçeceğim.
Abdullah soyu tükenmiş bir mesleğin –yorgancı- erbabıdır. Dükkânı dolup taşar. Kapısı yirmi dört saat açıktır. Genel bir eleştiri yapacağı zaman şöyle der.
“Benim ihtiyacım olduğundan ve beklediğimden değil, sizin adınıza söylüyorum, bu dükkâna, bir kuyumcuya girer gibi girdiğinizde gönülden kazanırsınız. Öbür türlü de kazanırsınız ama ne yazık ki öbür kazancın en büyük karı, mezarının üzerine iyi bir mezar taşıdır.”
Birkaç hafta önce “Meşguldüm arayamadım, yoğundum yazamadım” başlığı altında bir yazı yazmış ve insanımızın telefon başında nasıl davrandığını kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak anlatmaya çalışmıştım.
Yenilerde yaşadığım ve içimi acıtan bir olayı sizlerle paylaşacağım. Bu anlatacağım sizlerinde zaman zaman yaşadığınız ve yutkunduğunuzdur. Ben yutkunmuyor ve benimle aynı duyguları yaşayanlara, âcizane, tercüman olmaya çalıştığımı söylüyorum.
Olay, apaçık ve alenen şudur: Beni abi bilen bir kardeşim telefon ile arıyor. Beni iki günlüğüne şehrine davet ediyor. Uzun zamandır devam eden can sıkıntım kendisini özlemiş olmama denk düşüyor ve hiç düşünmeden tamam diyorum. Ben seni yarın onbir gibi ararım ve gelirsin abi diyor ve telefonu kapatıyoruz.
İşsizim. Eski çalıştığım büroya gidiyor müsait olan bilgisayarın başına oturuyorum. Beni davet eden kardeşim nette, yani online. Bekliyorum. Saat oniki gibi, telefonuna çağrı bırakıyorum. İşsizlik başa bela. Bunu başkalarının da bilmesi ise daha fecaat bir durum. Beklemeye devam ediyorum sabırla. Saat dört gibi, “Problem varsa tehir edelim. Canını sıkma” diye yazdığım bir mesaj gönderiyorum telefonuna. Kardeşimden ne telefondan ne de netten tık yok. Saat altı. Sabrım değil ama kendimi kandırmamın sonuna varıyor ve ağır bir metin yazıp mail olarak gönderiyorum.
Ne kadar hazin ki on dakika geçmeden müsait oluyor kardeşim ve beni arıyor. Bakmıyorum telefonuna. Necatibey Caddesine atıyorum kendimi. Kahırlıyım. İçimde bir yerler çöküyor. Gözlerim doluyor ve kendi kendime konuşuyorum. “Sen yapmamalıydın” diyorum.
Manda sinirinden yapılmış kırbaçla kırbaçlanıyorum duygularım. Dostluğum, abiliğim, sevgim, anlayışım, sabrım kırbaçlanıyor.
Gecenin ilerleyen saatlerinde –yeniden müsait olan kardeşim- kelimesi kelimesine şu mesajı gönderiyor:” Cevap vermemek çözüm değil, aslolan konuşmaktır”
Artık ağlıyorum. Kendime ağlıyorum. Anlayışıma, dostluğuma, sevgime ağlıyorum.
Aslolan konuşmak ya da susmak değil kardeşim, aslolan sözünü tutmaktır.
Ben yorgancı da değilim… Çoğunlukla işsizim. Dahası amelelik yaptığımı bulursam üçüncü sınıf lokantalarda bulaşık yıkadığımı da söylemekten çekinmiyorum. İşte bunun içindir bu yaşadıklarım.
Bilmez değilim. Şimdi bazı okuyucularım, fazla özel takıldığımı, fazla alınganlık gösterdiğimi düşünecek ve gülüp geçeceklerdir. Onlar da haklıdırlar!
Çünkü küsmek, darılmak ve alındığını apaçık söylemek, duygularından uzak ve menfaatleri doğrultusunda yaşayanlar için bu hayata dâhil olan değildir.
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 3 yorum
yapılmış )
|
Karanlık odalarda kendi muhasebemi yaptığım gecelere inat kafama takılan bin bir sorulardan birtanesiydi .... Sözler ve verilen Sözler...Siz yazınızda gerçeklerle hayatı birleştirmişsiniz. Zor olansa kişinin sevdiğinden böyle bir hasleti görmesidir. Acı verende budur.Kalbini fazladan üzme abi |
|
|
|
Memduh hocam öyle ince bir ruhunuz varki bu alınganlık değil sizin hissettikleriniz incelik .Günümüzde sizin gibi hissiyatıkuvvetli incelip karşısındakini kırmamk için çaba sarfeden çok az insan gibi insan kaldı.Ya herkesin kıyıp atacak kadar çok dostu var zaman ayıramıyorlar ya da dostluk kavramı tedavülden kalkmış olamlı biz farkında değiliz.Kırıp atmak vaktini kıskanmak dostluk kavramında olmamalı fakat şimdi gerçekten kıymetsiz...Ruhunuzun derinliği ve inceliği çok güzel ondandır sizin gibi inc einsnalar ancak kıymett bilebiliriler.Altının kıymetini ancak sarraf anlar .teşekürler yazınızla bir nevi dostluğu irdelediğiniz için bileğinize ve yüreğinize sağlık... |
|
|
|
Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin
Efkarlıyım, efkarlıyım,
elini ver, nerde elin?
Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?
Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|