:. Haberler
  Bilişim
  Dünya
  Eğitim
  Ekonomi
  Kültür Sanat
  Politika
  Sağlık
  Spor
  Yaşam

  :. Gruplar
  Hava
  Söyleşiler
  Yazarlar

İdeolojik ve toplumsal baskıya karşı bireysellik 
Mert Aslan   ( altar42@hotmail.com )

Kabile hayatının en belirgin niteliği, kişilerin klan içinde kendi özgül varlıklarını yitirerek topluluğun sadık bir parçası haline dönüşmesidir. Bireyin zorunlu görevi, kabile içinde erimek suretiyle onun varlığını sürdürmesine katkıda bulunmaktır. Dahası, doğal yaşamını sürdürebilmesi buna bağlıdır. Günün birinde herhangi bir birey ortaya çıkıp, “Ben, kabilenin kurallarına göre yaşamak istemiyorum. Kendi kurallarımı koyuyor ve yaşamımı o doğrultuda sürdürmek istiyorum. Çünkü, bu şekilde kendimi daha iyi ve daha mutlu hissediyorum” demek gibi bir hata işlerse, kendisine doğarken bağışlanmış olan en büyük insan hakkını, yani “yaşama hakkı”nı kaybetme riski ile yüz yüze gelecektir.

Dediğim gibi, bu bildik çağdaş uygarlık merdiveninin henüz ilk basamağına bile adımını atamamış olan kabile veya klanların tipik özelliğidir. Bugün, dünyanın çeşitli yerlerinde bu tür toplulukların bulunduğunu biliyoruz; ancak daha ilginç olan şey, içinde milyonluk metropolleri barındıran bazı uygar toplumlarda da böylesine tuhaf ve köhne bir anlayışın varlığını olanca şiddeti ile devam ettiriyor olmasıdır. Birileri çıkıp toplumsal düzenin genel kabullerine aykırı şeyler söyleme cüretinde bulunduğu vakit, artık kutsal birer tabu haline getirilmiş olan o genel kuralların temsilcileri palaları çekerek linç psikozu içinde saldırıya geçmektedir. Bu tabular yasal ve dolayısıyla resmi nitelik kazanmış postülalar olabildiği gibi, geleneksel yapının yüzyıllar öncesinden sürükleyip getirdiği kimi töreler veya adetler de olabilmektedir ve bu yöndeki resmi veya kitlesel baskılar ne kadar ağır olursa, kişilerin bizzat kendilerini keşfetmeleri ve geliştirmeleri de o kadar zorlaşmış olmaktadır. Aslına bakılırsa, söz konusu olgu aynı zamanda doğrudan doğruya bir özgürlük sorunudur ve insanın mutluluğu temelde ona doğuştan verilmiş olan özgür düşünme ve seçme hakkını kendine dönük olarak kullanabilmesine sıkıca bağlıdır. Özgürce düşünemeyen ve yaşam biçimini özgürce belirleyemeyen bir kimse, kendisini gerçekleştiremeyeceği için mutluluğu da asla bulamayacaktır. Aynı şekilde, insanın “herhangi bir iyiliğin gerçek öznesi” veya “herhangi bir suçun faili” olabilmesi için, söz konusu eylemi bizzat kendi özgür iradesi ile gerçekleştirmiş olması gerekir.

Bizi en çok mutlu eden ve geliştiren şey, yaptığımız seçimleri ve eylemleri kendi isteğimizle, kendi gönlümüzle yapıyor olmamız değil midir? Acaba, devlet ve geleneksel-toplumsal düzen isteklerimizin yüzde kaçını gerçekleştirmemize olanak veriyor?

Bağlam açısından, örneğin ülkemizde esinini ''geleneksel kültür''den alan ve bireylerin düşünme-davranma biçimlerini denetleyip baskılamaya yönelik operasyon yürüten benzer bir mekanizmadan söz etmek olasıdır. Tek tek bireylerin tipik düşünme ve davranma biçimlerinin oluşumunda yürürlükteki yasalardan daha etkin rol oynayan ''geleneksel kültür''ün bekçisi ve icra organı ise toplumdur. Gelenek adına bireyleri denetleyen toplum, böylelikle aslında kişilerin ''birey olma'' sürecinin önünde duran en sert blok haline gelmektedir. Toplum bireylere baskı yaparken, ''birey olma'' bilincini yıpratmayı, hatta tümüyle durdurmayı, diğer taraftan ''ait olma'' duygusunu güçlendirmeyi amaçlar. Ne yazık ki, yığınlarca insan “birey olma” bilinci ile tanışma, dahası tadına bakma onuruna bile erişmeden içinde doğup büyüdüğü toplumun geleneksel kültürü tarafından dayatılan kalıpların içinde ömrünü tüketmek zorunda kalır. Çünkü, karşısında, o kalıplara, şablonlara girmek istemeyen bireyleri sert bir dille kınayan, hatta imha etmeye çalışan koskoca bir toplum vardır ve herhangi bir konuda bireysel olarak farklı bir çıkış yaparak standartların dışına çıkmaya teşebbüs eden her bir kişiyi acımasızca yutmaya ve sindirmeye çalışmaktadır. Tekrar etmek isterim ki, garip olan şey bu mekanizmanın işlerliğinin yine toplumu oluşturan diğer insanlarca sağlanıyor olmasıdır. Toplumun genel geçer kurallarına aykırı davrandığınız zaman, çevrenizdeki insanlar sizi karşı çıktığınız o kurallara dayanarak yargılamaya ve kınamaya başlarlar. Aslında o geleneksel yargılar, çarşıda-pazarda, sokakta-bahçede değil, insanların beynindedir. Bir başka deyişle, bireyler diğerlerinin bireyselleşmesinin önünde bilinçsizce set oluşturmakta ve böylece ileride olası farklı fikirler ve davranış modelleri ortaya koyma şanslarını da yine kendi elleri ile ortadan kaldırmak gibi bir hata işlemekte; böylece pek sıkıntılı bir biçimde çift yönlü ve umut kırıcı bir sarmal ortaya çıkmaktadır.

E. Cunnings’ e ait bir söz vardır: “Tüm gücüyle, seni kendi bünyesinde eritmeye çalışan bir topluma karşı kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşlarından birini vermek demektir; ne var ki bu savaş başladığı vakit bir daha asla bitmeyecektir”.
Bu açıdan, istisnai durumlar olabilmekle beraber, ilke olarak başkalarının özgürlük alanlarını çiğnememek ve onlara zarar vermemek şartıyla, herkes şu anda ve gelecekte ne olmak istiyorsa o olmalıdır. Başkası değil, salt kendisi olmalı, kendi gizil güçlerini ve özgül yeteneklerini keşfedip geliştirmelidir. Sonuçta, hiç kimse yeteneksiz yaratılmadığı gibi, tek yetenekli olarak da yaratılmamıştır ve kendisine bağışlanmış olan hayatı yaşayacak olan da yine kendisidir. Yapacağımız en iyi şey, çocuklarımıza, hatta hiçbir kurala dayanarak ayırım yapmaksızın tüm insanlara olabildiğince sevgi ve şefkat vererek, onları daima en iyi ve en doğru olana yönlendirmeye çalışmaktır. Yine de bizim istediğimiz şeye ilgi göstermiyor ve bunu yapmakla kendilerine ve başkalarına ciddi bir zarar vermiş olmuyorlarsa, izin verelim de kendilerini gerçekleştirsinler…

Bütün canlılar, dünyaya geldikleri andan itibaren, sadece kendilerini gerçekleştirmek için çaba harcarlar. Bir ördek, yumurtadan çıkar çıkmaz suya doğru koşar ve içine dalarak yüzmeye başlar. Bir aslan, gelişme süreci boyunca hep iyi bir aslan ve iyi bir avcı olma doğrultusunda çaba harcar ve annesi tarafından da bu yönde sürekli eğitim alır. Bir kartala, annesi sürekli bir kartala yakışır şekilde uçmayı ve avlanmayı öğretir ve sonunda iyi bir kartal olur. Başka bir ifadeyle, sonunda “kendisi” olur. Ünlü Yunan filozofu Epiktetos’un sözleri ile, “Örneğin, bir aslan uçamadığı zaman değil, iyi bir aslan olamadığı zaman mutsuz olur veya bir kuş balık gibi suda yüzemediği zaman değil, uçamadığı zaman mutsuz olur. Aynı şekilde, bir insan gerçek bir insan olamadığı zaman mutsuz ve talihsizdir”. Bugün bu olguyu, “kendi potansiyelini ve yeteneklerini açığa çıkarmak” ya da “kendini gerçekleştirmek” diye ifade ediyoruz. Özetle, birey kendi özgür iradesine dayanarak kendi yeteneklerini keşfedemediği ve geliştiremediği, daha doğrusu kendisi olamadığı zaman mutsuz olmaktadır.

Doğruluğuna kesinlikle inanıyorsak, farklı bireysel özelliklerimizi ve taleplerimizi ortaya koyarken özellikle topluma karşı cesur olmamız gerekir. Bireylerin karar alma mekanizması hızlı, tepki ve manevra yetenekleri etkindir; oysa toplum genellikle “sürü psikolojisi”ne saplanmıştır ve hareket kabiliyeti neredeyse yok gibidir. Birey yürekli ve güçlü, toplum ise zavallı bir korkaktır…
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız ( Toplam 2 yorum yapılmış )

Nazan [ 2008/02/16 02:43 ]
Sayın Kumsal,Allah'tan en kısa zamanda sana doğru düşünme biçimini nasip etmesini niyaz ederim.Bu ülkede homoseksüellere, lezbiyenlere ve daha bir çok cinsel kimlik sapmasına bir özgürlük olarak izin verilmişken başörtüsünü çok küçük bir mesele demeniz sizin ne kadar iki yüzlü olduğunuzu ortaya koyuyor.Homolara özgürlük,başörtüsüne yasak öylemi? Aç bak bakalım islam tarihini, başörtüsü konusunda yapılan mücadeleleri savaşları...Bir hak ve hürriteyet olarak başartösüne saygı duyman gerekmez mi? Minieteğe gösterdiğin saygı neden başörtüsüne yok? Hem hinduyum diyeceksin hem ineğe tapmayacaksın.Hem müslümanım diyeceksin hemde Allahın Kuranda açıkca ve net bir şekilde emrettiği başörtüsünü küçümseyeceksin.Git istediğin ilahiyatcıdan sor bakalım.Allahın emirlerini küçümsemenin hükmü nedir? Küfre giden yol böyle başlar işte.Önce ihmaller...sonra küçümsemeler...derken safsata ve cerbeze dönemi...Bu dönem şeytanın sağdan yaklaştığı dönemdir.Her mekan müşterisini bulur.Acaba başörtüsünü küçümsemenin nedeni onu yaşayamamanın içinde oluşturduğu ezikliği telafi mekanizması olmasın? Laiklerin dindarlara öfke kusmasının psikolojik nedeni çok basittir: Çünkü kendileri yaşayamıyorlar.Yaşayanlar onları rahatsız ediyor.Sınıftaki tembel öğrencilerin çalışkan öğrenciye düşman olması gibi.Başörtüsü senin nazarında küçük olabilir.İnanç gibi bir güç olmasaydı, Tıp Fakültesini son sınıfına en iyi dereceyle gelmiş bir genç kız elinin tersiyle itebilirmiydi? Senin için artema gibi aç-kapa olabilir.Başkalarının inanç özgürlüğüne saygı duyman gerekir.Azıcık erdemli bir insan isen...
kumsal [ 2008/01/31 20:38 ]
bunlar bahsettiğiniz gibi toplumsalsürecin olgularıdır daynatmalarla olmasada alışkanlıklara dönüştürülmüş bir mekanizma .'pireleri kavonaza koyarlar ağzı kapalı olduğu için hep bir mesafede zıplar dururlar.gün gelir kapağını çarlar kavonozun ama pireler aynı mesafede zıplamaya devam ederler.oysa artık özgürdürler kavonozun dışına çıkabilecekleri halde bir alışkanlığa dönüşmüş hareket kavonuzun dışına çıkmaz artık'.toplumun kurallarının dışında hareket edebilmek özgür iradeyi kullanmak bi müddet sonra nerde nasıl olacağını farkedememeye kadar gidebilir.heleki düşünce özgürlüğü bile kıstlanmış sözde laik bir toplumda neredeyse imkansızdır.demaokrasi aslında sadece anayasal olarak vardır buna riayet edilmez .
bu haftaki konumuz türban meselesi dahi çok basit bir meselyken toplum amaledilmiş dinsel bölünmye yol açmış oysa insanın allah la arasında özel bir meselesi iken siyasileştirlmiş çok özel bir durumken kamusallaştırlmış olması yüz kızartıcı bir süreçtir. hatta bu bi rartık kara lekeye dönüşmüştür .sokaktaki insanın sadece yüzde belki ellisi kadın iken bu yüzde ellininde yüzde onu kapalıyken tartışmakonusu oluyorsa halbuki islamın beş şartı arasında bile yer almazken kuran da bile bir kaç ayetten öte yer verilmezken .o kadar derdin arasında kamuda yer alması utandırıyor bir türk oalrak şahsen beni üstelik bir türbanlı olarak üzgünüm bahsettiğiniz ilkel kabilelerden daha geri kaldığımızı kabul etmek gerek.

 


Yazarın Tüm Yazıları
 2009.02.16 -  Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
 2009.02.10 -  Kadının Mahremiyet Evi
 2009.02.02 -  Öğrenmenin dayanılmaz tadı
 2009.01.26 -  Hadis tercümesinde taşralı ağzı
 2009.01.17 -  Bilin bakalım! Erkekler insan mıdır, bankomat mıdır?
 2009.01.12 -  Ergenekon dalgalarında kısa bir sörf
 2009.01.05 -  Kadınlar iletişim beceriksizi mi yoksa?
 2008.12.29 -  Cennetin ve cehennemin fragmanları
 2008.12.23 -  Anti-depresif öneriler
 2008.12.16 -  Sen olmazsan cennet solmaz mı?
 2008.12.07 -  İyilik ve kötülüğün kimyası
 2008.12.01 -  Allah sevgisinde kıskançtır
 2008.11.24 -  Yazma yetisi üzerine iki çift söz
 2008.11.16 -  Anneler ve sevgililer
 2008.11.11 -  Sırlar harikadır. Ta ki yakalanıncaya kadar…
 2008.11.03 -  Geğiren tanrıçalar
 2008.10.27 -  Masumiyet insana en çok yakışandır
 2008.10.20 -  Demirel: Eski Siyasetin Büyük Mavrası…
 2008.10.13 -  Aldatan Erkeklere Kuşbakışı
 2008.10.08 -  Aldatan Kadınlara Kuşbakışı
 2008.09.29 -  Kadınlık nelere kadirdir!
 2008.09.22 -  İnsanlardan uzaklaştıkça Tanrı’ya mı yaklaşıyoruz?
 2008.09.15 -  Tesettür Kutsal kitabın ne tarafındadır?
 2008.09.08 -  Kutsal gerdek
 2008.09.01 -  Allah’ı Sevme Sanatı
 2008.08.25 -  Hıristiyan Mü’minler
 2008.08.17 -  Tutsaklığı sevmek
 2008.08.10 -  Dilek Tepesi
 2008.07.27 -  Bir çiçekle de bahar olurmuş
 2008.07.15 -  Dante Beatrice’e kavuşsaydı…
 2008.07.07 -  NLP’den ışıltılı kareler (2)
 2008.06.30 -  Karanlık mağaraların zavallı yarasaları
 2008.06.23 -  NLP'den ışıltılı kareler (1)
 2008.06.14 -  Cennette kadın figürü
 2008.06.08 -  "Yürek Acısı"
 2008.06.02 -  Erkeği tutmak kolay mı sanırsınız?
 2008.05.24 -  Her ölüm vakitsizdir
 2008.05.14 -  Reinkarnasyon
 2008.05.05 -  Kölenin öyküsü
 2008.04.28 -  İlahiyatçılar Hz.Muhammed'ten daha mı iyi biliyor?
 2008.04.21 -  Kadınlar cennetine hoşgeldiniz!
 2008.04.15 -   Biraz daha episteme,biraz daha özlem...
 2008.04.07 -  Bir kibir abidesine
 2008.03.31 -  Kadınlar erkekten ne duymak ister?
 2008.03.24 -  Repertuarımdaki üç kırık hayat
 2008.03.16 -  Kadınlarla hala tartışıyor musunuz?
 2008.03.10 -  Yoksa bu bir rüya mıydı?
 2008.03.02 -  Kadınlar ve tapınaklar
 2008.02.24 -  Hiç kimsenin kadınları
 2008.02.17 -  Ölüden isteme ile diriden istemenin farkını rica edeyim
 2008.02.12 -  Tanrı'nın yeryüzündeki başyapıtı üzerine
 2008.02.05 -  Sıradan ve yüce, yakışıklı ve bayağı
 2008.01.28 -  İdeolojik ve toplumsal baskıya karşı bireysellik
 2008.01.24 -  Aldatan Kadınlara Kuşbakışı
 2008.01.21 -  Nietzsche, Marks veya Tanrı’ya Küsmek
 2008.01.14 -  Yoksa bu fakiri aşktan bihaber mi sanırsınız?
 2008.01.07 -  Kadınınıza yüreğinizle dokundunuz mu hiç?
 2007.12.31 -  Dört Kitaba Sığmazsan, Sen Ne İşe Yararsın?!
 2007.12.24 -  Kadınların Gizli Dünyası Üzerine
 2007.12.16 -  Sosyal Demokratların Reel Politik Dramı
 2007.12.10 -  “En yakın dostum katilim olur mu?”
 2007.12.03 -  İnin O Şatodan Aşağıya!
 2007.11.26 -  “Çift Gerektirmeli Bir Tanrısal Adalet Sarmalı” -Özeleştirel bir yaklaşım-
 2007.11.18 -  Müslümana Sopa Caiz midir?
 2007.11.11 -  Sevgili Erkekler! Türk Kadınları Size Hiç Bakmıyor mu?
 2007.11.05 -   “Hz. Muhammed ve etkin dinleme sanatı”
 2007.10.29 -  Kahrolsun PKK veya kötü reklam yoktur
 2007.10.22 -  Barda oturan adamın düşleri
 2007.10.15 -  “Feminizm gerçekten feminin (dişil) bir akım mıdır?”
 2007.10.08 -   “Model Türkiye’yi görmek ya da görmemek”
 2007.10.01 -  “Aldatılan Adamın Komedyası”
 2007.09.24 -  Kadınların cebi neden yoktur
 2007.09.20 -  Benim adım aşk
 2007.09.17 -  Herkese merhaba!
Aslan Korkmaz gelirken, Tuzcuoğlu giderken…
Lokman Koyuncuoğlu
Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
Mert Aslan
Otur oturduğun yerde
Memduh Nihat Ada
Davos Krizi; Erdoğan milat attı, Perez yavuz hırsız.
Taner Aydın
Affan Dede'ye para saydım
Mustafa Azılıoğlu
Boya boya çek
Huriye Karnap
Her ıslanan anlamaz!
Semra Hoyraz
MÜSİAD Farkı
Aydoğan Deveci
Davos ve sonrası…
Dr.Ali Can
Anlatma Sanatı
Alev Ayyıldız
Yapboz
Nadide Ü.Altıparmak
Göçmen Kuştu Kalbim
Hakan Bahçeci
 

Bu Site Konda İletişim ve Medya Grubunundur.
E-Posta: bilgi@haberkonya.com