Kimilerinin zayıf veya mevzu olarak gördüğü, fakat benim lafız ve
anlam açısından pek de öyle olmadığını düşündüğüm bir kudsi hadis
vardır: ''Ben, gizli bir hazineydim. Bilinmek/tanınmak istedim ve bu
alemi yarattım.''
Belli ki, Allah evreni, yeryüzünü ve yeryüzünde insan adlı varlığı,
kendisini tanıması ve elbette ki sevmesi için yaratmaya karar vermiş
bulunuyor; ancak burada en az o kadar ilginç olan şey bizim açımızdan
bir sonraki aşamada ortaya çıkmaktadır ki, o da tasarlamak istediği
varlığa nasıl bir biçim ve kişilik vermiş olduğu konusudur. Örneğin,
otomobili icat eden kişi yaptığı bu icada kendisinden bir şeyler
katmış mıdır sizce? Bence, görünürde somut hiçbir şey katmamış olsa
bile en azından zekasını, bilgi birikimini, kişisel deneyimlerini,
imgelem gücünü, tutkularını, fedakarlığını, beğenilme ve alkışlanma
arzusunu, iyilikseverliğini vs katmıştır. Başka bir söyleyişle,
otomobili onu icat eden kişinin izlerinden bütünüyle yalıtamazsınız.
Muhteşem bir roman örneği üzerinden düşünmeye devam edecek olursak,
sanırım konu hakkında daha sağlıklı ve isabetli fikir üretebiliriz.
Kuşkusuz, böyle bir yapıtta onu yazan kimsenin kişisel özelliklerinin
izlerini çok daha iyi sürebiliriz. Çünkü, orada yazarın yalnızca
yukarıda belirttiğimiz izlerini değil, aynı zamanda doğrudan kişisel
niteliklerini yakalamak mümkün, hatta çok daha kolaydır. Kitabı
okuduğumuz zaman yazarın kişiliği hakkında, sözgelimi romantik mi
yoksa gerçekçi mi, merhametli mi yoksa katı kalpli mi, öfkeli ve fevri
mi yoksa sakin ve yumuşak huylu mu, yardımsever mi yoksa duyarsız mı,
sanatçı ruhlu ve ayrıntıcı mı yoksa düz mantıklı mı, kindar mı yoksa
affedici mi olduğu gibi konularda genel bir bakış açısına veya yargıya
ulaşabiliriz.
Aslında, Allah da istekle yarattığı ve yarattıkları arasında özel bir
değer verdiği insanın programına kendisine ait birtakım özellikleri
kodlamıştır. Kudsi hadiste ifade edildiği şekilde insanı yaratma
gerekçesine koşut ve benzer biçimde, ilk başta ona insana özgü bir
acziyet içinde şiddetli bir sevgi gereksinimi vermiştir. Bağışladığı
öteki özelliklerin hepsini tek tek saymak istemiyorum. Yalnızca,
diğerlerinin kendisine bağlı olduğu bu baskın sevgi gereksinimi ve
arayışına ilişkin bir şeyler söylemek niyetindeyim.
Allah'ın insanı kendi başat karakteristik özelliği olan sevgi ve
merhamet duyguları eşliğinde tasarladığı çok bellidir. Dolayısıyla,
insan tüm çeşitleriyle sevgi ve merhamet duygularıyla, özetlemek
gerekirse ''aşk'' ile yoğrulmuş olmaktadır. Dikkat edilirse,
insanoğlunun en iyi anladığı dil ''sevgi ve iyilik dilleri''dir.
İnsanlar, en duygulu besteleri ve şiirleri aşk uğrunda yazar ve
söylerler. En unutulmaz deneyim ve anılarını aşk içinde yaşamışlardır.
Dayatılan düşüncelere ve ideolojilere değil, saf ve samimi sevginin
ışıltılı kadehlerinde nazikçe sunulan düşüncelere gönül verirler.
''İçeriden çıkmış'' biri olarak çarşıda pazarda salına salına yürümekte
olan asık suratlı adamın da, sevdiği kadınla düğün salonunun pistinde
dans ederken üzerine konfetiler saçılan mütebessim yüzlü adamın da
içinde aynı sevgi gereksinimi ve yönelimi vardır. Aralarındaki tek
fark, ''sevilme'' ve ona bağlı olarak değerli görülme ve alkışlanma
gereksinimi ayrı kulvarlarda arıyor olmalarıdır. İlki, en güçlü
gereksinimi olan sevgiyi yanlış yolda aramakta, ikincisi ise onu makul
bir düzlemde doyurmaktadır. Bu bağlamda, Allah'ın insana bağışladığı
nitelikleri en iyi yansıtan kişi olan Yıldızların Efendisi'nin
insanlarla olan ilişkilerinde yaşamı boyunca ''sevgi ve iyilik
dilleri''ni ödünsüzce ve istisnasızca konuşmuş olduğuna dikkatinizi
çekmek isterim…
O'nu anlatanlar, ''tüllerin ardındaki bir gelin kadar zarif'' olduğunu
söylüyorlar ve bütün yaşamı bunun canlı tanığıdır. Dünyanın en koyu
romantik aşk şarkıları ve şiirleri, bizden dünyanın o en kibar
insanına gelsin…