:. Haberler
  Bilişim
  Dünya
  Eğitim
  Ekonomi
  Kültür Sanat
  Politika
  Sağlık
  Spor
  Yaşam

  :. Gruplar
  Hava
  Söyleşiler
  Yazarlar

Yoksa bu bir rüya mıydı? 
Mert Aslan   ( altar42@hotmail.com )

Bu hafta, size Fransız Edebiyatının büyüklerinden Guy De Maupassant’a ait olup elime geçen İngilizce metnini aslına sadık kalarak Türkçe’ye çevirdiğim muhteşem bir kısa öykü sunmak istedim. İtiraf etmeliyim ki, kişisel olarak şimdiye dek okuduklarım arasında yaşadığımız hayata dair doğrusal derinliği olan en unutulmaz ve zevkli öykülerden biridir bu. Belirgin bir yorum yapmak istemiyorum; ancak, birkaç cümle ile de olsa, öyküyü sizlerin nasıl yorumlayacağını doğrusu çok merak ediyorum…

Yoksa bu bir rüya mıydı?

Neden aşık olur insan? Neden? Koskoca dünyada bir tek onu görmek, aklında ondan başka bir düşünceyi barındırmamak, yüreğinde onunla birlikte olmak ve ona dokunmaktan başka tüm arzulara yabancılaşmak, dudaklarındaki tüm devinimlerin yalnızca onun adını mırıldanmaya bağımlı olması ne garip şeydir! Onun bütün benliğinize yayılan adı öylesine asidir ki, yüreğinizin derinliklerinden, tıpkı baharda eriyen karlarla kabaran ve coşkuyla akan sular gibi dudaklarınıza doğru aralıksız hücum eder; öylesine ısrarcıdır ki, bir dua gibi her yerde ve sürekli tekrar eder durursunuz. Onun adını sayıklamak artık uykularınızdan çıkmış, aydınlık günlerinizi de tümüyle ele geçirmiştir…
Size, bizim hikayemizi anlatmak istiyorum. Böylelikle, belki de hemen her yerde aynı olan hikayeyi anlatmış olacağım. Onunla bir yerde yollarımız kesişti ve onu sevdim; hepsi bu… Bütün bir yıl boyunca onun sevecen ruhu ve okşamaları ile yaşadım. Onun kollarında, giysilerinde, sözlerinde yaşadım. Ondan gelen her şeyle öylesine sarmaş dolaş olmuştum ki, artık ne gündüzü getiren gündoğumunu, ne de günün ardından etrafı kaplayan gecenin karanlığını fark edebiliyordum. Şu yorgun yerkürede ne bir canlıydım, ne de bir ölü. Onun dışında her şeyi unutmuştum; ama her şeyi…

Sonra öldü. Nasıl mı? Doğrusu, bilmiyorum. Artık hiçbir şey bilmiyorum. Ancak, bir akşam eve geldiğinde tümüyle ıslanmış durumdaydı. Çünkü dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Ertesi gün, durmadan öksürdü ve bu bir hafta boyunca sürdü. Yatağından kalkamaz hale gelmişti. Beni dünyadan koparan ölümcül kederin boşluklarından hafızamda asılı kalan, bazı bulanık, sisli-puslu şeyler oldu. Örneğin, zaman zaman doktorlar geliyor ve bir şeyler yazıp gidiyorlardı. Kimi kadınlar ona ilaçlar içiriyorlardı. Elleri sımsıcaktı. Alnı ateş gibi yanıyordu. Gözleri parıltılı ve fakat hüzünle doluydu. Sorular sorduğum vakit cevap veriyordu; fakat neler söylediğini hatırlamıyorum. Ah, her şeyi unuttum, her şeyi, her şeyi! O ölmüştü. Son olarak açık biçimde hatırladığım diğer şey, onun hafif ve ölgün iç çekişleriydi. Hemşire yüreğinin derinliklerinden kopan bir acıyla “Ahh!” diye inlediği anda, gerçeği iyice anlamış olacaktım. Evet, ölmüştü artık…

O anda, onun öldüğü gerçeğinden başka hiçbir şeyi bilmediğimi anladım. Bir papaz çıkageldi ve “Metresiniz miydi?” diye sordu. Bunu, ona yapılmış bir hakaret olarak algıladım. O artık ölmüş olduğu için, hiç kimsenin onun hakkında böyle sözler söylemeye hakkı olmamalıydı. Onu reddettim. Daha sonra gelen papaz çok duyarlı ve şefkatli biriydi. Benimle onun hakkında konuşurken, gözyaşlarımı tutamadım.
Cenaze töreni konusunda bana danıştılar; ancak, neler konuştuklarını hatırlamıyorum. Tabutu ve onu tabuta yerleştirmeden önce çekicin çıkardığı sesleri hatırlıyorum. Aman Tanrım! Aman Tanrım!
O toprağa gömülmüştü. Evet, toprağın derinlerine doğru açılmış olan o çukura gömülmüştü. Kimi arkadaşlar gelmişti; bayan arkadaşlar. Kaçtım; hızla uzaklaştım onlardan. Kaçtım ve bütün gün yarı uykudaymış gibi sokaklarda amaçsızca dolaştım. Sonra, eve gittim ve ertesi gün de bir yolculuğa çıktım.

Dün, yeniden Paris’e döndüm. Odamı, yatağımızı, mobilyalarımızı, ölümünün ardından bıraktığı her şeyi tekrar gördüğümde o denli yeni ve güçlü bir hüznün saldırısına uğradım ki, pencereyi açıp çaresiz bedenimi sokağın ortasına atmamak için kendimi zorlukla tutabildim. Kendimi dışarı atmak üzere şapkamı aldım. Kapıya doğru ilerlerken, istem dışı olarak, holde o anda önünden geçmekte olduğum büyük aynaya baktım. O da holden geçerken hep o aynada kendisine bakardı. Dışarıya çıkmadan önce orada kendisini, kıyafetinin üzerinde hoş durup durmadığını, küçük botlarından saçındaki boneye kadar her yanını büyük bir duyarlılıkla incelerdi. Onu bu kadar sıklıkla yansıtmış olan aynanın önünde saygı ile durdum. Ah, onun güzel varlığını o denli çok yansıtmıştı ki, belki hala içinde saklıyor olabilirdi. Aynanın önünde öylesine kala kaldım. O düz, kocaman ve boş, ama sevdiğim kadını kesinlikle içinde barındırdığına inandığım aynanın önünde titreyerek bekledim bir süre. Kadınımı nasıl sevdiysem, onu içinde saklayan aynayı da öyle sevdiğimi hissettim. Ona dokundum; ama buz gibiydi. Ah! Anılarım! Kederli ayna! Ateş kadar yakıcı ayna! Korkunç ayna! Bunları anımsatarak ne kadar da eziyet ediyorsun bana! Oysa mutlu olabilmek için kalbimi dolduran tüm hatıraları unutmak zorundayım. Biri bana içimde yaşadıklarımı soracak olsa, yüreğimi dolduran duyguları tanımlayacak kelimeleri bulamam. O kadar acı çekiyorum ki!
Bilmeden, istemeden dışarı çıktım ve mezarlığa doğru yürüdüm. Başucundaki beyaz, mermer haçı ile oldukça sade görünen mezarının başına geldim. Mezar taşındaki yazıyı tekrar okudum: “Sevdi, Sevildi ve Öldü.”

İşte o orada! Aşağıda! Çürümüş, tükenmiş durumda! Ah, ne ürkütücü! Alnımı toprağa koydum ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Orada uzun, çok uzun zaman öylece kaldım. Sonra, havanın kararmaya başladığını fark ettim ve aynı anda tuhaf, delice bir istek doğdu içime. Umutlarını yitirmiş bir aşığın isteklerinden birine benziyordu bu. Dayanılmazdı. Geceyi mezarlıkta, onun mezarının başında sabaha dek ağlayarak geçirmek istiyordum. Ancak, birileri beni görebilir ve dışarı atılabilirdim. Yine de, bunu başarabilirdim. Kurnaz biriydim. Ayağa kalktım ve ölüler şehrinde kaygısızca yürümeye başladım. Uzun süre dolaştım. Bizim yaşadığımız şehirlerle karşılaştırıldığında ne kadar da küçük bir şehirdi. Buna rağmen, ölüler şehrinde sayısız insan yatıyordu. Oysa biz oturmak için yüksek binalar ve evler, geniş caddeler ve bizden sonraki dört kuşağın aynı zamanda yararlanacağı kadar güneş ışığı, tatlı su kaynaklarından içilecek sular ve geniş ovalardan ekmek isteyip duruyorduk.

Bize kadar gelen tüm kuşaklar için kayda değer herhangi bir iz yok; hepsi zamanın karanlık dehlizlerinde unutulup gittiler. Yeryüzü onları iştahla yutuyor. Tümüne elveda! Bu arada, mezarlığın en eski bölümünde olduğumu fark ettim. Burada yatan kimseler çok uzun zaman önce gömülmüş oldukları için, artık iyiden iyiye toprağa karışmış olmalıydılar. Haçlar eskimiş ve yerlere düşmüştü. İnsan etleri üzerinde bakımsız güller, kocaman ve yoğun servi ağaçlarından oluşan hüzünlü ve güzel bir bahçe fışkırmıştı. Olasılıkla, yarın yeni ölmüş birileri getirilecek ve onların varlığının yeterince belirsizleştiği bu ıssız yerlere gömülecekti.

Yalnızdım; ölümüne yalnız… Bu yüzden yeşil bir ağacın içine girdim. Kendimi ağacın kalın ve koyu renkli yapraklarının arasına iyice gizledim. Denizin ortasında batan bir gemideki bir kimsenin bulduğu bir tahta parçasına tutunması gibi, ben de ağacın gövdesine iyice sarıldım. Gökte ay görünmüyordu. Ne garip bir geceydi! İki mezar sırasının arasından uzayıp giden yolun ortasında bulunuyordum ve fena halde korkmaya başladım. Mezarlar, mezarlar, mezarlar! Her yerde yalnızca mezarlar! Sağımda, solumda, önümde, etrafımda, her yerde mezarlar vardı. Aşağı indim. Onlardan birinin üzerine oturdum. Çünkü artık dizlerimin bağı çözülmüş, yürüyecek gücüm kalmamıştı. Kalbimin atışlarını duyabiliyordum. Daha da kötüsü, o arada gerçekten bir ses duymuş olmamdı. Neydi acaba? Karışık ve tanımsız bir sesti. Duyduğum sesler benim beynimden mi, koyu karanlık geceden veya ölü insan bedenleri ile karışmış olan toprağın gizemli derinliklerinden mi geliyordu acaba? Gözlerimi olabildiğince açarak etrafımı gözetledim. O durumda, ne kadar kaldığımı bilmiyorum. Bedenim, korkudan adeta felç olmuştu. Buz kesilmiştim. Korkudan çığlık atarak kaçmaya veya ölmeye hazır bekliyordum.

Birdenbire, üzerinde oturmakta olduğum mezar taşının kımıldadığını hisseder gibi oldum. Çok geçmeden, hissettiğim şeyin doğruluğundan kesin olarak emin oldum. Altımdaki taş, yavaş yavaş kalkıyordu. Can korkusuyla yerimden sıçradım ve hemen yan taraftaki mezar taşının üzerine oturdum ve o taş da kımıldamaya ve kalkmaya başladı.
Sonra, ölü kendi tabutunu açtı ve mezar taşını sırtıyla itip devirerek çıplak iskelet biçiminde ayağa kalktı. Gecenin koyu karanlığına rağmen, onu oldukça net görebiliyordum. Ardından, mezar taşının üzerindeki yazıyı okudum: “Burada, elli bir yaşında ölmüş bulunan Jacques Olivant yatmaktadır. Ailesini severdi; şefkatli ve onurluydu ve nihayet Tanrı’nın rahmetine kavuştu.”

Mezar taşına kazınmış olan cümleleri o da dikkatle okudu. Sonra, yan taraftaki patikadan ucu sivri bir taş alıp getirdi. Getirdiği sivri taşla, az önce mezar taşında yazılı olan cümleleri özenle sildi. Sonra, onun üzerine artık sırf kemikten ibaret olan işaret parmağının sert ucuyla ve dikkatle şunları yazdı: “Burada, elli bir yaşında ölmüş bulunan Jacques Olivant yatıyor. O, mirasına konmak için babasının ölümünü hızlandırdı. Karısına ve çocuklarına eziyet etti. Komşularını kandırdı. Çevresinde bulunan hemen herkesin hakkını yedi ve perişan halde öldü.” Yazma işini bitirdikten sonra ise, yeni mezar taşına bakarak öylece kaldı. Çevreme baktığımda, bütün mezarlardan ölülerin kalktığını ve mezara konuldukları sırada yakınlarının yazdığı yazıları silerek başka şeyler yazmaya koyulduklarını gördüm. Yeniden yazdıklarına bakılırsa, hepsi de komşularına eziyet etmiş olan, kinci, ikiyüzlü, yalancı, sahtekar, iftiracı, hasetçi, kıskanç kimselerdi. Öyle ki, ölümlerinin ardından Tanrı’ya bu denli kusursuz biçimde takdim edilmiş olan bu sadık hanımefendiler, itaatkar oğullar, iffetli kız evlatlar ve dürüst iş adamları, sağlıklarında diğer insanlara hiçbir kötülüğü yapmaktan çekinmemişlerdi. Şimdi, gözümün önünde, yaşadıkları süre içinde sakladıkları gerçek yüzlerini mezar taşlarına dürüstçe ve en etkili ifadelerle yeniden kazıyorlardı.

O anda, aklıma canım sevgilim geldi. O da, şu anda kendi mezar taşına bir şeyler yazıyor olmalıydı. Ayağa fırladım. Artık, korkularımı unutmuştum. Yarı açık tabutların, cesetlerin ve iskeletlerin arasından var gücümle onun mezarına doğru koşmaya başladım. Onu da aynı şeyi yaparken bulacağımdan hiç kuşku duymuyordum. Mezarına iyice yaklaştım. Bezlerle sarılı olduğundan dolayı yüzünü göremediğim halde, onu hemen tanıdım. Bir an durup, mezar taşında önceden yazılmış olan cümleleri düşündüm: “Sevdi, Sevildi ve Öldü.”

Şimdi ise, şunlar yazıyordu: “Yağmurlu bir günde, sevgilisini bir başka erkekle aldatmak için dışarıya çıkmıştı. Soğuktan hastalandı ve öldü.”
Söylediklerine göre, beni ertesi gün onun mezarının üzerinde baygın halde bulmuşlar…


Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız ( Toplam 10 yorum yapılmış )

PRENSES [ 2009/02/06 18:59 ]
SLM...BEN KORKU DOLU ŞEYLERDEN BİLE TIRSMADIĞIM HALDE BUNU ÜRKEREK OKUDUM.KEŞKE BİRŞEYİN GERÇEK YÜZÜNÜ O ÖLDÜKTEN SONRA DEİL DE YAŞARKEN ANLAMAK MÜMKÜN OLSA...ŞUAN YAŞADIKLARIMIZ ÜZERİ KOYU BİR GECEYLE ÖRTÜLÜ YALANLARDAN BAŞKA BİRŞEY DEİL...GERÇEKLERİ BÖYLE EDB TARZINDA GÖSTERDİĞİNİZ İÇİN TŞKR BİLEĞİNİZE SAĞLIK...
marsjü [ 2008/03/23 14:21 ]
doğrulardan kaçılmaz, doğrular kaçınılmaz. elinize sağlık hocam.
ayşegül [ 2008/03/13 14:27 ]
çok güzel... ve de kelimelerin sıcaklığını yakalamışsınız.
ARDA ÖZAY [ 2008/03/12 14:10 ]
Hocam ellerinize sağlık sevginin,aşkı yaşamanın ne demek olduğunu bilmeyen birinin bunu çevirmeye çalışması bile imkansız.
SEVDİ SEVİLDİ VE ÖLDÜ(keşke ölmekte bi kurtuluş olsa sevgisinin peşinden koşcağına eminim sizin gibi benim gibi bilinmez belki bi hayin gibi ama koşcaktır eminim paylaşmasını bildiği gibi)
diğer yazılarınızıda bekliyoruz hocam
kılıçbey [ 2008/03/11 16:47 ]
tek kelime ile harika ellerinize sağlık insanın karanlık yüzlerinin olabilecegini belki bu dunyada öyle biliniyorlar ama gerçeğin hiçte öyle olmadıgını güzel bir şekilde aktarmışsınız insan artık kıme guvenecek kıme güvenemeyecek bellı dgıl
saygılarla
kılıçbey [ 2008/03/11 16:46 ]
tek kelime ile harika ellerinize sağlık insanın karanlık yüzlerinin olabilecegini belki bu dunyada öyle biliniyorlar ama gerçeğin hiçte öyle olmadıgını güzel bir şekilde aktarmışsınız insan artık kıme guvenecek kıme güvenemeyecek bellı dgıl
saygılarla
kilicbey [ 2008/03/11 16:27 ]
hocam ellerinize sağlık güzel olmus
[ 2008/03/11 13:37 ]
yerinde ve doğru bir yazı teşekkürler
kumsal [ 2008/03/11 13:18 ]
Hocam yüreğinize sağlık hissederek yazmışsınız gerçekten çok etkiileyici bi rhikaye ayın görünmeyen yüzü gibi insanların karanlık yüzleri sadece tanrının bildiği sırlar ...bizim sırlarımız yalnız mezar taşlarına değilde amel defterlerine yazılıyor ve hatta öyle okunup geçmicek bir bedeli de olacak üzgünüm.yalnız şu insanı dehşete düşürüyor yanındaki eşine dahi güvenemiceni düşünmek .galiba kula güvenmek zahiri hata mevlananın dediği gibi baki olan yalnız Allah kusursuz olan da şüphesiz fıtraten ihtiyaç yalnızlık Allah a mahsuz böylede bir şey var güvenmeden yaşanmaz güveni sarsamamk mühim olsa gerek .o hikayede ele alındığı gibi birde kandırmacanın sonu yoktur hakkın bildiği şeyler şüphesiz gizli kalmaz bişekilde ortaya çıkar o zman insan ziyan olur bunu da unutmamak gerek asıl edep insanın yalnızken bile ayıp yapmamasıdır toplumun içindeyken olanlar kuraldır kurallara uymaktır .ne acıki adamın bu hikayede kendini seviliyor olduğunu sanması bu insanı derinden yaralıyor galiba asıl kandırlmak asıl hançer sevildiğini sanmak düşününce hepimiz adına ben gerçek sevgiyi yaradanın sevgisini istiyorum kulunki zahiri bunu anlamış bulunuyorum hikayenizden.yardan önemsemişki yaratmış şükürler olsun.asl olanı yüzümüze vurduğunuz için teşekküler...
samyeli [ 2008/03/10 15:37 ]
bu cümleler hissedilmeden yazılanlar değil bence.insanı bölesine etkileyen ve düşündüren.aşk var ben inanıyorum hemde bölesine insaın bütün hücrelerinde yaşayan ,karşısındakine hissetiren aşkk...vuslatı olsada olmasada dünyalık aşkların tadı başka..günümüzdeki aşklardan bahsetmiyorum bile.çoğu onu kirletiyor çünkü..acı olan ne biliyomusunuz mert bey bence;neden insanlar aşkın kıymetini bilmezler,seni derinliklerinde yaşatan birine ihanet bölesine kolaymı?ardından yas tutan yada kendinide sevdiğiyle göme birilerine revamı?yazınızdaki son biçok kez yaşandı eminim.biz insanlar ölesine nankörüzki bizi sevenler yada sevdiklerimizi hiçe sayabiliyoruz bi anda.yazık bence çok yazık..insanlara sevgilere aşklara ihanet bi yana peki bizi yaradana ihanet.....düşünmeden bizi sonsuz merhametiyle seven rabbime ihanet....ne istersek veren ,her zorlukta sığındığımız işler düzelince göz ardı ettiğimiz rabbime onun aşkına ihanet ,yaradana ihanet ....bi anda yaşanan gaflet....yazıkki bölesine nankörüz..allah bize her iki cihanda aşkı doyasıya yaşamayı nasip etsin.....bi arkadaşım her aşk allah aşkına götürür demişti anlayamamıştım.doğruymuş yüreğinde insan aşkı olan onu hissedebilen zaten rabbini bulacak kadar ince yaratılmıştır...sevgiyle kalın ve allaha emanet olun....

 


Yazarın Tüm Yazıları
 2009.02.16 -  Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
 2009.02.10 -  Kadının Mahremiyet Evi
 2009.02.02 -  Öğrenmenin dayanılmaz tadı
 2009.01.26 -  Hadis tercümesinde taşralı ağzı
 2009.01.17 -  Bilin bakalım! Erkekler insan mıdır, bankomat mıdır?
 2009.01.12 -  Ergenekon dalgalarında kısa bir sörf
 2009.01.05 -  Kadınlar iletişim beceriksizi mi yoksa?
 2008.12.29 -  Cennetin ve cehennemin fragmanları
 2008.12.23 -  Anti-depresif öneriler
 2008.12.16 -  Sen olmazsan cennet solmaz mı?
 2008.12.07 -  İyilik ve kötülüğün kimyası
 2008.12.01 -  Allah sevgisinde kıskançtır
 2008.11.24 -  Yazma yetisi üzerine iki çift söz
 2008.11.16 -  Anneler ve sevgililer
 2008.11.11 -  Sırlar harikadır. Ta ki yakalanıncaya kadar…
 2008.11.03 -  Geğiren tanrıçalar
 2008.10.27 -  Masumiyet insana en çok yakışandır
 2008.10.20 -  Demirel: Eski Siyasetin Büyük Mavrası…
 2008.10.13 -  Aldatan Erkeklere Kuşbakışı
 2008.10.08 -  Aldatan Kadınlara Kuşbakışı
 2008.09.29 -  Kadınlık nelere kadirdir!
 2008.09.22 -  İnsanlardan uzaklaştıkça Tanrı’ya mı yaklaşıyoruz?
 2008.09.15 -  Tesettür Kutsal kitabın ne tarafındadır?
 2008.09.08 -  Kutsal gerdek
 2008.09.01 -  Allah’ı Sevme Sanatı
 2008.08.25 -  Hıristiyan Mü’minler
 2008.08.17 -  Tutsaklığı sevmek
 2008.08.10 -  Dilek Tepesi
 2008.07.27 -  Bir çiçekle de bahar olurmuş
 2008.07.15 -  Dante Beatrice’e kavuşsaydı…
 2008.07.07 -  NLP’den ışıltılı kareler (2)
 2008.06.30 -  Karanlık mağaraların zavallı yarasaları
 2008.06.23 -  NLP'den ışıltılı kareler (1)
 2008.06.14 -  Cennette kadın figürü
 2008.06.08 -  "Yürek Acısı"
 2008.06.02 -  Erkeği tutmak kolay mı sanırsınız?
 2008.05.24 -  Her ölüm vakitsizdir
 2008.05.14 -  Reinkarnasyon
 2008.05.05 -  Kölenin öyküsü
 2008.04.28 -  İlahiyatçılar Hz.Muhammed'ten daha mı iyi biliyor?
 2008.04.21 -  Kadınlar cennetine hoşgeldiniz!
 2008.04.15 -   Biraz daha episteme,biraz daha özlem...
 2008.04.07 -  Bir kibir abidesine
 2008.03.31 -  Kadınlar erkekten ne duymak ister?
 2008.03.24 -  Repertuarımdaki üç kırık hayat
 2008.03.16 -  Kadınlarla hala tartışıyor musunuz?
 2008.03.10 -  Yoksa bu bir rüya mıydı?
 2008.03.02 -  Kadınlar ve tapınaklar
 2008.02.24 -  Hiç kimsenin kadınları
 2008.02.17 -  Ölüden isteme ile diriden istemenin farkını rica edeyim
 2008.02.12 -  Tanrı'nın yeryüzündeki başyapıtı üzerine
 2008.02.05 -  Sıradan ve yüce, yakışıklı ve bayağı
 2008.01.28 -  İdeolojik ve toplumsal baskıya karşı bireysellik
 2008.01.24 -  Aldatan Kadınlara Kuşbakışı
 2008.01.21 -  Nietzsche, Marks veya Tanrı’ya Küsmek
 2008.01.14 -  Yoksa bu fakiri aşktan bihaber mi sanırsınız?
 2008.01.07 -  Kadınınıza yüreğinizle dokundunuz mu hiç?
 2007.12.31 -  Dört Kitaba Sığmazsan, Sen Ne İşe Yararsın?!
 2007.12.24 -  Kadınların Gizli Dünyası Üzerine
 2007.12.16 -  Sosyal Demokratların Reel Politik Dramı
 2007.12.10 -  “En yakın dostum katilim olur mu?”
 2007.12.03 -  İnin O Şatodan Aşağıya!
 2007.11.26 -  “Çift Gerektirmeli Bir Tanrısal Adalet Sarmalı” -Özeleştirel bir yaklaşım-
 2007.11.18 -  Müslümana Sopa Caiz midir?
 2007.11.11 -  Sevgili Erkekler! Türk Kadınları Size Hiç Bakmıyor mu?
 2007.11.05 -   “Hz. Muhammed ve etkin dinleme sanatı”
 2007.10.29 -  Kahrolsun PKK veya kötü reklam yoktur
 2007.10.22 -  Barda oturan adamın düşleri
 2007.10.15 -  “Feminizm gerçekten feminin (dişil) bir akım mıdır?”
 2007.10.08 -   “Model Türkiye’yi görmek ya da görmemek”
 2007.10.01 -  “Aldatılan Adamın Komedyası”
 2007.09.24 -  Kadınların cebi neden yoktur
 2007.09.20 -  Benim adım aşk
 2007.09.17 -  Herkese merhaba!
Aslan Korkmaz gelirken, Tuzcuoğlu giderken…
Lokman Koyuncuoğlu
Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
Mert Aslan
Otur oturduğun yerde
Memduh Nihat Ada
Davos Krizi; Erdoğan milat attı, Perez yavuz hırsız.
Taner Aydın
Affan Dede'ye para saydım
Mustafa Azılıoğlu
Boya boya çek
Huriye Karnap
Her ıslanan anlamaz!
Semra Hoyraz
MÜSİAD Farkı
Aydoğan Deveci
Davos ve sonrası…
Dr.Ali Can
Anlatma Sanatı
Alev Ayyıldız
Yapboz
Nadide Ü.Altıparmak
Göçmen Kuştu Kalbim
Hakan Bahçeci
 

Bu Site Konda İletişim ve Medya Grubunundur.
E-Posta: bilgi@haberkonya.com