Sözlerime, büyük insan Cemil Meriç’in hakkında “Ne yazık ki, yirminci yüzyılda onun kadar büyük bir tecessüs yetiştiremedik” dediği sevgili Ali Şeriati’nin ruhuma dokunan sözleri ile başlamak istiyorum: “Ben, asil olanlara karşı özel bir ilgi duyarım; ama asaleti altın ve gümüşten gelenlere karşı değil…”
Ciddi bir televizyon kanalında yayınlanmakta olan bir tür tartışma programında münasip bir köşeye saksı niyetine konmuş bir mankenimiz vardır. Kendisi, yıllar öncesinde ultra lüks isteklerini karşılayacak kadar parası olmayan babasını tam da bu sebepten dolayı yüzüstü bırakıp gitmiş biridir. Kolayca anlaşılacağı üzere, onu o programın bir köşesine koyanların amacı derin entelektüel birikiminden halkı yararlandırmak değildir. Orada da, yine bildik parazit psikolojisi içinde vücudunun sağladığı avantajdan yararlandığına hiç kuşku yok. Türkiye’de güzel bir kadın olarak doğmuşsanız eğer, en asil varlıklardan biri olarak görülebilirsiniz ve yaşamdan beklediğiniz şeyleri elde etmek için kafatasınızın içinde bir gram beyin olmasına gerek yoktur.
Aylar önceki bir yazımda küçük bir öpücüğü pahalı bir cip parası getiren bir mankenden söz etmiştim. İşte orada sözünü ettiğim manken, tam olarak oydu. Şimdi, saksı gibi oturup saftirik saftirik baktığı yerden yeni bir şey yumurtlamış. Neymiş, malum bir bir partiye oy veren kimseler ayak takımıymış, nasıl oluyormuş da kendisi vergi verdiği halde dağda gezen çobanla eşit oy hakkı oluyormuş filan gibi mavralar yapmış…
Hiçbir partiye oy veren kişi, bu tercihinden dolayı diğerlerinden daha altdüzeyli ya da aptal değildir. Çünkü birçok değişkene bağlı bir davranıştır. O zaman, kendisine bin oy hakkı, bin adet çobana, köylüye veya ameleye de birer oy hakkı versinler de seçtiklerini bir görelim. O ülkeden ve dünyadan yalıtılmış sığ kafayla seçecekleri şahıs, bir katakülleciden başka bir şey olmayacaktır. Bu bayanın zihniyeti ile ülkeyi yalnızca kendilerinin olacak üçüncü sınıf bir Ortadoğu cumhuriyetine dönüştürmeye çalışan ak saçlı kara donlular arasında hiçbir fark olmadığına gönül rahatlığı içinde inanabilirsiniz.
Sevgili boyalı civciv, en son olarak da şöyle buyurmuş: “Kimse konuşmazsa, ülke iyiye gitmez. Ülkemi sevdiğim için konuştum ben ya! Ağzıma tüküreyim yani!” Olanların üzerine Antep baklavası gitmiş harika bir açıklama! Çok etkilendiğimi söylemeliyim (!)
Aslına bakarsanız, burada mankenimizin çirkince sırıtan başlıca özelliğinin herkesin ağzından sular akıtan, sürekli göğüs dekolteli, yarı çıplak bedeninin örtüsü altına gizlediği iflah olmaz cehaleti olduğu çok açıktır. Demek ki, ya KDV diye bir şey duymamış ya da anlamını bilmiyor. Bir kibrite bile vergi tahakkuk ettiren KDV’ye göre, dağdaki çobanlar da vergi ödemektedir. Herhangi bir yurttaş gibi diğer pek çok kalemde ödedikleri vergileri tek tek saymaya gerek yok.
Cehalet, eğitimle de üretilebilir. Türkiye’de bugüne dek bürokratik ağırlıklı yapılanmadan beslenerek semiren bir elit kesim vardır ki, bunların özellikle kadın figürü üzerinden yürüttükleri “aydınlanma” düşüncesinden anladıkları tek şey “dekolte”dir. Onlara göre, kadının bedeni ne kadar açılırsa, beyni de o kadar aydınlanmaktadır. Tabii ki, tersi de doğrudur. Ben, bu ülke dışında bugüne dek böylesine tuhaf bir aydınlanma kavramına rastlamadım. Bugün Türkiye’nin özellikle metropol kentlerinde, tıpkı zampara erkekler gibi, o bar senin bu gece kulübü benim şeklinde sürekli gezip içmeyi, hoşuna giden erkeklerle bir gecelik seksüel partnerlikler yaşamayı yaşam biçimi olarak seçmiş bir “hovarda kadınlar kuşağı” türemektedir. İşte, bunların istediği böyle bir kadın prototipidir. Ne de olsa, artık bekaretin hiç de sorun olmadığını söyleyen ve doğal olarak evleneceği bayanın “en son erkeği” olmaktan rahatsızlık duymayan erkeklerin sayısı epey artırılmış durumdadır. Hem sonra, iki yüz bin kilometre yapmış bir arabanın satışa çıkarılmadan önce sanayiye götürülüp on YTL karşılığında kilometresi yirmi bine indirildikten sonra biraz kaporta bakımıyla “çiçek gibi” arabaya dönüştürüldüğü gibi, biçimsel de olsa, teknoloji kadınların kilometresini bir gece yarısı operasyonu ile sıfırlamayı beceriyor artık. Böylece, bu hovarda bayanların ahlaklı ve kaliteli kocalara kapaklama şansları da baki kalmaktadır. Yapmaları gereken tek şey, gerdek gecesinde öpüşmeyi bile bilmeyen bir kız rolü yapmaktan ibarettir ki, kapalı bir odanın içinde otururken bile sürekli kendi imgesini gözlemleyen ve hayatının büyük bölümü rol yapmakla geçen bayanlar için bu son derece kolay bir iştir. Erkek ise, kendisini ak göğüslerinin üzerine kondurma lütfunda bulunmuş tertemiz bir bakirenin ilk göz ağrısı olduğunu düşündüğü için derin bir minnettarlık içinde bir “koruma nesnesi” olarak ömrü boyunca onun üzerine titreyecektir. Saf yürekli erkek, onun bedeninde önceden şehvetle dokunulmamış bir tek milimlik yer kalmamış olduğunu nereden bilebilir ki? Loş ışıklar altında ya da karanlıklarda, tatlı dilinin üzerinde pervasızca dans etmiş ateşli dudakların izlerini nasıl görebilir?
İşte, belirli bir medya tekelinin verdiği informal eğitimle üretilmiş komplekslerle dolu bir cehalet ve bağnazlığın karabasanı altında debelenen bu kesimin istediği aile prototipi de budur.
İkinci nokta, eğer Allah’ın varlığına inanıyorsa, sahip olduğu güzelliği oturup keyfine göre kendisinin tasarlamadığını da anımsayabilecektir; ama görünen o ki, verilmiş olan güzelliği Tanrı’ya teşekkür vesilesi olarak görmekten çok, aptalca bir böbürlenme gerekçesi yapmaktadır. Artık ürküntü verici bir kibir abidesine dönüşmüş olması, gelişmiş bir aklın ürünü değildir. Güzelliği için herhangi bir bedel ödemediğine göre, güzel olmayan bayanların suçu nedir? Bu düşünme biçimi, ancak budala züppelere yakışacak bir saçmalıktan başka bir şey değildir.
Doğrusu, sokaktaki adam onun hiçbir bedel ödemediği Tanrı vergisi vücudunu sömürerek yaşayan bir varlık olduğunu düşünüyor! Daha önce de dediğim gibi, canının derdine düşmüş bazı kadınlar bedenlerini satarak yaşama tutunmaya çalışırlar. Bir kadının uyduruk bir öpücüğü karşılığında iyi bir cipi finanse edebilecek bir para alması neyi gösterir peki? Bir cip karşılığında o neyini satmış olmaktadır? Herhangi bir ekonomik mal veya hizmet mi? Bilgisayar mı, patates mi, kuru temizleme mi? Artı değer olarak üzerine güzelliğinden kaynaklanan tüm kadınsı cazibesini kattığı bir cinsellik objesi olarak dudaklarını satmış olmuyor mu? Peki, diğer kadınla arasında ne fark vardır? Bilen varsa beri gelsin de kulağıma söylesin. Bilirsiniz, bazen bildiğimiz bir şeyi başkasından duymak daha keyiflidir. Desin ki bana, biri tüm vücudunu satarak çok az bir para kazanıyor, diğeri ise vücudunun yalnızca küçük bir parçasını satarak çok büyük bir para kazanıyor. Dünyanın adaleti böyle bir şeydir. Türkiye’nin adaleti ise, bambaşka bir şeydir… Hafızam beni yanıltmıyorsa, 90’lı yılların sonunda Cumhuriyetimizin 75’inci yıl kutlamaları sırasında dönemin başbakanı sayın Mesut Yılmaz şöyle bir söz sarf etmişti: “Türkiye Cumhuriyeti, bir mafya cumhuriyetine dönüşmüştür.” Eğer dediği doğruysa, bu durum halkın yargı sistemine duyduğu güvensizlikten başka hiçbir şeyin sonucu olamaz ve geçmiş politikacılar arasında bu güven bunalımına yol açan yaygın kanundışılığın mimarları vardır. Tehlikenin niteliğini Di Pietro’nun sözleri ile anlatmak isterim: “Kanunların sınırları vardır; ancak kanunsuzluğun sınırı yoktur…”
İtiraf etmeliyim ki, bu ülkede yaşamak yüreğimde kimi zaman korkunç bir ağrıya dönüşüyor. Bir benzin istasyonundan bir bidon benzin alıp üstümüze başımıza boca ettikten sonra kendimizi ateşe mi verelim? Jilet mi atalım oramıza buramıza? Kafayı yiyelim, tırlatalım, fıttıralım da bütün kahrımızı dünyanın üzerine mi yıkalım, ne yapalım? Geçenlerde bir internet sitesinde izlediğim amatör çekim bir parodide geçen bir cümleye gülerken neredeyse yere yıkılacaktım. Bir olay üzerine, “Demek ki” diyordu adamın biri hafif taşralı aksanıyla, “adalet dedikleri şey o kadar da adil bir şey değilmiş!” Durun, ben de size arabesk bir final yapayım bari: Eğer dünyanın adaleti buysa, varsın uzayın dibine batsın bu dünya!!!
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 18 yorum
yapılmış )
[
2008/04/14 17:06
] |
|
Bir kitapta okumuştum: ''Seni farklı kılan söylediklerin değil yaptıklarındir'' diyordu.Yine bir başka yerde :'' Biz adamın hasını duruşundan tanırız, cilalı suratlardan değil'' diyordu...Elleri nasırlı olanlar medeniyeti inşaa etmiştir.Yüzü cilalı kalbi nasırlı olanlar sevgi çekirgeleridir.Sahtedir onlar.Arkasından konuşurlar.Verdikleri sözde durmazlar.Eline birazcık imkan geçince hormonları değişmeye başlar.Kimyası bozulur.Kokuşur ama bunu üstünlük zanneder.Allah şifalar ihsan etsin.Amin. |
|
|
[
2008/04/14 16:14
] |
|
Ben eğitimli insanlarla eğitimsiz insanların oylarının bir olduğunu kabullenmek istemiyorum.Türkiye'nin önünü 40 sene tıkayan kel bir şapkayı seçenler hep köylülerdi.İnsanların eğitim düzeyi arttıkça farkındalıklarının artacağını düşünüyorum.Ne de olsa insan bilgisi kadar idrak sahibidir dimi? |
|
|
|
bay türk,gündem fırsatından istifade, kitabinda oldugu gibi kadınlara vermiş veriştirmş yine...agzinıza saglık bu tiplere verip veriştirmek lazım..ama magazin kısmı size yakısmamş, saygılar,sevgiler.. |
|
|
|
hocam ne kadar da güzel bir üslüpla o insan müsveddesini eleştirmissiniz.. orda burda orasını burasını açarak medyada kendine yer bulmuş o insan müsveddesine tek lafım var tabiki o dagdaki çobanla senin oyun bir olamaz .... onunki seninkinden çok daha değerlidir.... |
|
|
|
asalet doğuştan getirilen bir meziyettir dediğiniz gibi altınla gümüşle değil.asaleti kaybetmemek de ancak insanın insanca yaşaması ile mümkündür maalesef.insanca yaşıyan kaç kişi var bu tartışılır sayın hocam.mankenler ya da şu bu diye tabir ettiğimiz aslında hiçbirşey olupda gündemi meşgul ederken halkı orda oyalarken asıl perde arkasında oyananlara dikkat gerek ama nerde bizde o kabiliyet gelmşiz tezgaha biz o renkli cafcaflı dünyaya dalmışız ağzımız açık bakıyoruz habire oysa dünya dönüyor tezgahlar da.herkesin artık gözünü açıp silkelenmesi dileği ile ellerinize sağlık hocam aydınlattığnız için. |
|
|
fuat
[
2008/04/12 11:55
] |
|
güzel günler bizleri bekliyor inşallah
uzatmaları oynayanlar için son aşamadayız
|
|
|
[
2008/04/11 18:32
] |
|
Ey akıl dikkat et, vahiy saraylara değil mağaraya indi.İnsanlığın güneşleri olan peygamberler içinde çobanlık yapan çoktur.Çobanlık ulvi bir meslektir.Ayrıca her insan sürüsünden mesuldür ve mesul olduklarının çobanıdır.Peygamberimiz fakirleri hor ve hakir görenlere'' Korkma fakirlik bulaşıcı değil diyerek uyarmıştır.'' Abese suresi sınıf farkına yönelik bir uyarıdır.Toplumlar bu yüzden helak olmuştur.Alişan Efendimiz, nasırlı elleri tebrik etmiştir.Sermayesi poposu beli dudakları göğsü olan mankenlere kızmıyorum ben.Onları adam yerine koyup onların proğramlarına malzeme olan, cdlerine para veren,şarkılarını dinleyen kısaca onları adam yerine koyan topluma kızıyorum.Bu mankenler gökten zembille inmediler.Toplumun zübükleridir bunlar.Arz/talep meselesi.Bir oduna gül suyu döktülerde kendisini gül ağacı sandı.Eşeğe paye verdilerde kendisini küheylan sandı.Olgun başakların başı eğri olur.Tevazu öyle bir haslettirki insanları nebilere komşu eder,kibir öyle bir haslettir ki, insanı şeytanlara üstad kılar.Allah bu hastalığa düşenlere acilen şifalar ihsan buyursun.Kısa boylu bir insan yüksek bir pencereye görünmek için nasıl zıplarsa şahsiyet cücesi olan insanda öyle zıplar.Kameti kıymeti uzun olanlar ise insanların seviyesine kadar eğilirler.Mankenlerin akıbeti çok kötü olacaktır.Sermayesi olan bedenleri zamana yenik düşünce ilgi ve alaka kesilince iğne görmüş balon gibi sönecekler ve kullanılmış mendil gibi köşeye atılacaklardır.Tenin değerini anlamak istersen mezardaki tenlere bak.Mezarın tene nasıl muamele ettiğine bak.Ruh ne kadar alidir ki yükseliyor.Ten ise ne kadar önemsizdir ki Onu böcekler yiyor.Böcek deyince aklıma geldi.Bir kızılderili atasözüyle bitireyim bari.Su çekilince karıncalar balıkları yer.Su yükselince balıklar karıncaları yer.Kimin kimi yiyeceğine suyun sahibi karar verir. Malına güvenme bir kıvılcım yeter, güzelliğine güvenme bir sivilce yeter.Ünlü güzellerin son demlerinde otel odalarında kedileriyle yapayalnız kalıp öldüklerini hatırlatırım. |
|
|
|
Biz bize de size de insan denip bir tutulmamiza ses cikarmadik da sen neden insan yerine konulmaktan bu kadar rahatsiz oldun diye soruyorum kendisine.
onun düşüncesiyle konuya bakacak olursak, o halde makam ve mevki sahibi insanlarla podyumda ki mankenlerin oyu nasıl eşit olur diye sorgulamamız lazım..
Zira mankenlik tahsil gerektirmeyen bir meslek ve artık Avrupa standartlarına uyan her bayan bu dinimizce uygun bulunmayan mesleği cüretine göre yapabiliyor. Oysa yıllarca sıra eskitmek, holdingler kurarak ülkeyi kalkındırmak, milletimizin eğitim konusunda yükselmesi adına çalışmak bir elbise giyip podyumlarda salınmaktan çok daha zor ve vakarlı...
Bu açıdan bakamayan zihniyet dağdaki çobanla kendisini kıyaslarken, dağda ki çobanın yerinde bulunmalı ki kıyası yerini bulsun...Zaten bunu yapmaya teşebbüs etseydi sanrıım kıyasladığına bin pişman olurdu. Dağdaki yaşam şartlarının, çobanın hanımının doğum yapmak için hastane bulamadığını, çocuklarının zor hava şartlarında ayağında ayakkabısı yırtık köy yolunda okula gitmeye çalıştığını düşünür, ekmeğini taştan çıkaran o temiz ve saf insanların oyuyla kendi oyunu kıyaslamaya utanırdı..
Aysun Kayacı , dağda çoban olmak bir kaderdir. Tıpkı yıldızı parlamadan önce boyacı, limoncu, simitçi olan fakat şimdi podyumlarda boy gösterenler gibi..Arada bir fark vardır, o da kimin ne denli saf, doğal ve temiz kaldığı..
Dağda ki çobanla kendiniz arasında daha oy eşitliğinden şikayet ederseniz ahirette ne yapacaksınız? Zira orada Allahım, keşke manken değil dağdaki çoban olsaydım diyebilirsiniz..ayrıca dağdaki çobanın üretime ve ülkesine katkısı vardır.bu insanın toplumsal üretime bir katkısı olmadığı gibi gençlere kötü örnek olmak gibi bir dezavantajı sözkonusu... |
|
|
Semra
[
2008/04/11 10:38
] |
|
Sayın Aslan, yem atanlar bitmedikçe ne civcivler tükenir ne de maskeli pohpohlayıcılar.
Önce problemin köküne inmek lazım. Psikolojik harbin devam ettiği günümüzde birileri de bu konulara değinmeli değilmi...
Ellerinize sağlık. |
|
|
[
2008/04/10 16:31
] |
|
Adamın birisi davetli olduğu düğün yemeğine giderken tanıdığı parazit biriside yanına takılmış.Nolur beni de götür demiş.Pekiyi düğün sahibi bu kim derse ben ne diyeyim deyince, bu benim tufeylim( beleşcim) dersin demiş.Düğün evine doğru ilerlemeye devam ederken birisi daha takılmış.Nolur demiş,benide götür.Adam,hadi buna tufeylim diyeceğim, pekiyi seni sorarse ne diyeyim demiş.Adam pişkin pişkin; o beni bilir demiş.Üç kişi düğün evine ulaşmışlar.Düğün sahibi çok hasis ve cimri bir adammış.Davetliye sormuş.Bu kim? Bu demiş benim tufeylim.Pekiyi ya şu....kim? İkinci tufeyli davetliye atılmış: Gördünmü beni nasılda tanıdı demiş. İnsanın kendisini tanıması ne güzel bir şey... |
|
|
|
siz de benim şahsım hakkında yorum yapmayın lütfen. yazı hakkında yorum yapın. benim yorumum sizi ilgilendirmez di mi? |
|
|
[
2008/04/09 15:36
] |
|
Tarihini tam olarak hatırlamıyorum ama, Üstad Çetin Altan'ın köşesinde okumuştum.Osmanlı'nın inkiraz dönemlerinde liyakatı olmadığı halde birisi iltimasla Van Valiliğine atanmış.Valilik koltuğuna oturur oturmaz, BabıÂliye bağlılığına bildiren ''vıcık vıcık'' yağcılık kokan bir mektup göndermiş.Mektubun altını Valiy-i Van hizmetkarınız Numan diye mühürleyip göndermiş.Aradan aylar geçmesine rağmen beklediği iltifatı göremeyince hemen ikinci bir mektup yazmış.Mektubun altını Valiy-i Van Köleniz Numan diyerek imzalamış,göndermiş.Uzun bir süre beklemesine rağmen beklediği iltifatı alamayınca yine bir mektup yazmış.Altına ''Valiy-i Van Defi Hacetiniz Numan'' diye imzalayıp göndermiş.Şimdi bu yazıyı okuyan her insan soracak: Anladık kardeşimde bunu niçin anlattın konuyla alakası ne diye.Hiç..Öylesine işte.Çetin Altan demişti ki: Yalakalık tarihten bu yana eski meslek, demişti.... |
|
|
|
hocam yazınıza civ civ ( beyinlileri) koymasanız çok iyi olacak. bu civciv bozuntularından bıktım. kolay gelsin |
|
|
[
2008/04/09 12:33
] |
|
Tarihini tam olarak hatırlamıyorum ama, Üstad Çetin Altan'ın köşesinde okumuştum.Osmanlı'nın inkiraz dönemlerinde liyakatı olmadığı halde birisi iltimasla Van Valiliğine atanmış.Valilik koltuğuna oturur oturmaz, BabıÂliye bağlılığına bildiren ''vıcık vıcık'' yağcılık kokan bir mektup göndermiş.Mektubun altını Valiy-i Van hizmetkarınız Numan diye mühürleyip göndermiş.Aradan aylar geçmesine rağmen beklediği iltifatı göremeyince hemen ikinci bir mektup yazmış.Mektubun altını Valiy-i Van Köleniz Numan diyerek imzalamış,göndermiş.Uzun bir süre beklemesine rağmen beklediği iltifatı alamayınca yine bir mektup yazmış.Altına ''Valiy-i Van Defi Hacetiniz Numan'' diye imzalayıp göndermiş.Şimdi bu yazıyı okuyan her insan soracak: Anladık kardeşimde bunu niçin anlattın konuyla alakası ne diye.Hiç..Öylesine işte.Çetin Altan demişti ki: Yalakalık tarihten bu yana eski meslek, demişti.... |
|
|
|
Lütfen yorumları kişiden ziyade yazıya yapalım,yaniyazıyı kişiselleştirmeyelim evet bu düşünceler mert bey den çıkmış olabilir ama sorun bence ulusal :-) Övgününde bir sınırı vardır canım |
|
|
|
acaba değdi mi yani bunca kelamı sizin tabirinizle ''bir boyalı civciv'' e harcamak?
yazınızda, bilmediğimin üzerine bir ''taş'' koyup bilgiye ulastıran yer, ilk paragraftı.
kolay gele |
|
|
|
her hafta pazartesiyi sabırsızlıkla bekliyorum. |
|
|
|
olayı çok güzel yorumlamışsınız. bir olayı sizden okumak ayrı bir güzel oluyor |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|