“Annem onların seçkin oyuncaklarından biriydi; daha çok küçükken, onu bu kölelikten kurtarmak için kendi kendime söz vermiştim. Evreni karartan örtüye elimi uzatabileceğim günün bekleyişi içinde büyüdüm. Örtüyü birden çekmeli ve aklın ve acımanın yüzünün görüvermeliydim.
Yeryüzünün aptal, sarhoş, ama güçlü tanrılarıyla boğuşmaya çabaladım. İstedim ki, onu, aşkı ve cesareti yaşayanlara geri vereyim.
. . . . . . . . . .
On üç yıldır, tek başına, olanca yüreğiyle ekmeğimizi kazanmaya çabalıyordu. Kocası yoktu. Onca yıldır tek bir sevgilisi de olmamıştı. Kazanmalıydı; yoksa ev kirasını, satın aldığı ayakkabıların, elbiselerin, tereyağının ve öğle yemeği bifteklerinin parasını kim öderdi?
Her öğle yemeğinde, sanki törenle önümdeki tabağa bir biftek koyardı. Bu, kötü talihe karşı kazandığı zaferin bir simgesi gibiydi. Okuldan gelir, tabağın başına çökerdim. Annem, ayakta, yavrularına bir lokma yiyecek bulmayı başarmış dişi köpeklerin mutluluğuyla, eti boğazımdan aşağı yuvarlayışımı seyrederdi.
Ete elini sürmez ve sebzeden başka bir şey sevmediğine, etli yağlı besinlerin kendisine kesinlikle yasaklandığına yeminler ederdi.
Bir gün, masadan kalkıp bir bardak su içmek için mutfağa gittim.
Annem, bir tabureye oturmuş, dizlerinin üstüne de az önce içinde bana biftek pişirdiği tavayı almıştı. Kocaman ekmek parçalarını tavaya bastırıyor, biftek kızartmak için kullandığı yağın arta kalanını, büyük bir özen ve zevkle sıyırıyordu. Beni görür görmez tavayı örtünün altına gizlemeye çalıştı, ama o bir an, annemin uyguladığını ileri sürdüğü sebze rejiminin ne menem bir şey olduğunu bana göstermeye yetmişti.
Orada öyle, kımıldamadan, taş gibi kalakalmıştım. Annemin örtünün altına gizlemeye çalıştığı, ama aceleden başaramadığı tavaya dehşetle bakıyordum. O ise kaygılı, utangaç, gülümsemeye çalışıyordu. Boğulur gibi hıçkırmaya başladım ve oradan kaçtım.
. . . . . . . . .
Ne yapıp yapıp dünyayı değiştirmeli, yeniden kurmalı ve onu bir gün annemin ayaklarına sermeliydim. Onu, annemi böylece mutlu, dürüst ve kendine güvenli kılmak düşüncesi, damarlarımdaki kanı kasıp kavurdu; bu ateşi sonuna kadar taşıdım, söndürmedim. Yüzümü kollarımın arasına gömdüm, acıya bıraktım kendimi.
Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı / Romain Gary
İnterneti kullanıp İnternet hakkında ahkâm kesmek akıllı adam işi olmasa gerek. Ama şu bir gerçek ki – benim küpeli Ali’mde böyle söylüyor- İnternet giderek daha büyük ve dipsiz bir çöplüğe dönüşüyor.
Erkekleri benim kadar “okuyan” çok az çıkar. Erkeklerin değil İnternet ortamında gerçek ortamlarda da ne kadar sığ, basit ve kaba olduklarını ve dönüp dolaşıp sözü nefislerinden geçirdiklerini bilmez miyim?
Ama ya kadınlar?! Kibarlıkta ucuzluğu tercih ederken gerçek nezakette sınıfta kalmaları nedendir bilmiyorum.
Yalan konusunda söz söylemek de bana düşmez ama sayın ki meczup sözüdür. Gerek yaşımın ilerleyişi ve gerekse özellikle son on yılda yaşadıklarım beni giderek daha derin ve daha fazla doğruyu söylemeye itiyor. Ama ne hazin ki ben doğru da ilerlemeye çalıştıkça sanki birileri belime sarılıp yol almamı istemiyorlar. Doğru ne kadar sevimsiz geliyor insanlara. İsteniyor ki al gülüm-ver gülüm anlayışı içinde geçinip gidelim ve zahiri kurtaralım. Doğruya sıra elbet bir ara gelir.
Belki şu söylenebilir. Doğruyu söylemenin de bir adabı var. İtirazım yok. Babamın meşhur örneğidir; “Dişini sıkıp gergin kaşlarla adama beyefendi dediğinizde bunun küfür olduğunu anlar” der Mustafa çavuş. Hem bunu bilir hem de yıllardır okur ve yazarım. Bunlar benim sözü doğru kullanacağım anlamına gelmez ama beni bilenler bilir ki sözümde de ölçüyü aşan değilim.
Herkes kendi dengiyle tartılır. Kimse kimseye kızmasın! İlla kızmanız mı gerekiyor, önce adamakıllı kendinize bir kızın, kendinizi bir cezalandırın! Sonra gelin bana, ben gerçekten dili sürçenlerin, sehven hata yapanların, gözlerinden iyi niyeti anlaşılan ahmak ve salakların cezalarını çekmeye toptan razıyım.
Az kaldı unutuyordum. Annemi nasıl ve ne kadar sevdiğimi ve yücelttiğimi ve güzele dair ne biliyor ve yapıyorsam hepsinin kaynağının annem olduğunu söyler ve yazar dururum. Kendi derinliğim ve anlayışım ölçüsünde kadınları yüceltirim.
Fakat tüm bunlara rağmen şunu da söylemeliyim; siz kadınlar –fettanlığa dönük- öyle zekisiniz ki sizi kıskanmamak elde değil! Nasıl mı? Ben yılda yüz kitap okuyorum olmuyor, siz gelip beni okuyorsunuz oluyor!
Nasıl kıskanmam?