Bir ördek yavrusunun durumunu düşünün. Yumurtasından çıkar çıkmaz doğruca en yakınındaki suya gider, girer ve yüzmeye başlar. Yaşamını sürdürebilmesi için gerekli içgüdüsel donanım, henüz doğmadan önce programına yerleştirilmiştir; oysa insan öyle değildir. Yeni doğmuş bir insan birilerinin bakımını almadığı takdirde hayatta kalamayacağı gibi, daha sonra doğru bilgi ve eğitim ile beslenmediği takdirde de toplum için zararlı bir varlığa dönüşmektedir. Demek ki, eğitim insan içindir. İnsan, eğitilmek zorundadır. Aksi halde, bir canavara, bir suç makinesine dönüşebilmektedir. Burada daha ilginç olan şey, diğer canlıların tersine, insanın yapabileceği kötülüklerin sınırının olmamasıdır. Çünkü aynı zamanda aklı ve hayal gücü vardır.
“Gençlik bilgeliği öğrenme, yaşlılık ise uygulama dönemidir” der Jean Jack Rousseau ve sonra şu soruyu sorar: “Nasıl yaşanması gerektiğini öğrendiğimiz zaman, ölümün kapımıza dayandığı an mıdır?” Bence, evet öyledir. Yazık ki, yaşamın ve güzel yaşamanın kurallarını öğrendiğimizde, ölüm kapıya dayanmış olur. Bunun çok hüzünlü bir tadı var!
Kutsal kitap Kur’an’da ve Teselli Edici Haberci’nin seçkin sözlerinde betimlenmiş olan cennetin bir izdüşümü insan doğasına kodlanmış durumdadır ve her insan bilinçaltındaki o “cenneti arama itkisi” ile hareket etmektedir. Şayet kişi gerçek kaynağına uygun olarak cenneti tanımıyorsa, aynı içgüdüye dayanarak onu yeryüzünde aramayı sürdürecektir.
İşte o aşamaya gelip ıstırap duymaya başladığımız zaman, yine “Tesellici” ve “Müjdeci” Hz. Muhammed, Evrenin Şan Sahibi Kralı’ından getirdiği haberlerle imdadımıza yetişmektedir. Eğer ölüm gelip çattığında her insanın geride bir yığın bitmemiş işleri, gerçekleşmemiş bir dolu hayalleri varsa, başka bir deyişle, eğer her ölüm erkense, insan doğasının değişmeyen yasası olan “sayısız nimetlerle bezenmiş sonsuz bir yaşam içinde sınırsızca özgür yaşama” tutkusunun bir yerlerde bir karşılığının olması gerekmez mi? Her insanın hayatın gelecek duraklarından birinde kendisini beklediğine gizlice inandığı mutluluk beklentisinin resmi de bundan başka bir şey midir? En Büyük Sanatçı olan o Kral “en güzel surette” tasarladığını bildirdiği insanı yarım kalan tüm arzuları ve düşleri ile beraber bir kağıt parçası gibi buruşturup çöpe atacaksa yaratılışın ne anlamı kalır ki?! İşte Müjdeci’nin verdiği haberlere göre, dünyada Kral’ın istediği ölçüde iyi olmayı ve iyi kalmayı başarmış olan kulları, bu yaşamın bitmesiyle birlikte hayal güçlerini bile aşan güzelliklerle ve nimetlerle donattığı harika bir dünyada canlarının istediği her şeyi yapabilecek, hayat ve gençlikleri hiçbir zaman son bulmayacaktır. Her insanın bilinçaltını süsleyen dünya budur ve aslında bu tam olarak bize vaat edilmiş olan cennetin tablosudur.
Kısacası, insanın ömrü ve olanakları çok sınırlı, fakat ihtiyaç, arzu ve hayalleri sınırsızdır. Demek ki, insan dünya için yaratılmamıştır. Eğer sonsuzca uzayıp giden tüm ihtiyaç, arzu ve hayallerine dünyada yanıt bulabilmiş olsaydı, cennetin varlık nedeni ortadan kalkardı.
Öyleyse, zaten her ölüm vakitsiz olmak zorundadır…