Ünlü İslam tefsircisi Muhammed Esed’in hayatını bilirsiniz. Çalkantılı bir yaşam süren ve Yahudi bir ailenin üç çocuğundan biri olan Esed, hem çok gezen hem de çok araştıran bir kişi olmasıyla hayatında birçok insan tanır, birçok düşünce dünyasına yelken açar. Ta ki bir sonbahar gününde Berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunu fark edene kadar.
Duyduğu sarsıntıyı eşiyle paylaşır ve yüzlere yansıyan bu duyguları Dünya’da yaşanan cehennem azabı olarak yorumlarlar. Esed, bu acıları
insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağlar. Bu düşünceler içinde Kur’an-ı Kerim’de ki Tekâsür (Elhakümüttekasür) suresine görür. Birden surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı olduğunu hisseder ve “Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır. Ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı. İnsanların boyunlarına binmişti ifrid; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları...” der.
Esed’in gözlemlerinden insanoğlunun yüzlerindeki hırsı ülke yöneticilerimizde, derin ve acı ifadelerini de milletimde görürüm. Özellikle yönetenlerdeki hırs ve açgözlülük o denli arttı ki artık üzücüdür ki devlet kurumları ve yöneticilerinin gerçekte neye hizmet ettikleri bile sorgulanır hale geldi.
Halbuki bu aralar milletçe gerçekten anlamlı ve güzel günler yaşıyorduk. Necip Fazıl’ı anma yıl dönümleri, Fetih şölenleri derken kültürel yapımız uygun etkinliklere imza atılıyordu. Yapılan çalışmaların diğer bir güzel tarafı da bu etkinliklerin siyasi bir parti gölgesinde yaşanmamış olmasıydı. Birde izleyen herkesin gözlerinin dolmasına nende olan Türkçe Olimpiyatlarıyla keyifler iyice yerine gelmişti. Dünya’nın her tarafında okullar açarak İslamiyet’i ve Türkçe’yi diyarlara yayan Fetullah Gülen ve cemaatinin gurur ve onur günüydü Türkçe Olimpiyatları. Türkiye’nin her yerinde ellerinde İncillerle misyonerlik yapan kişilerin baş tacı edildiği bir ülkede Nur Cemaat’inin yaptıklarını eleştirenler, karalayanlar hatta küçümseyenler de olacaktı muhakkak.
Olimpiyatlarla kendi ülkesinde mahsun olmaya, ezilemeye maruz kalanların her şeye rağmen neler başarabileceği dosta düşmana gösterilmiş oldu. Bilip bilmeden önyargıyla konuşanlara çok anlamlı mesajlar verildi. Maddi mutluluklar ekseninde yaşanan gayesiz, amaçsız ve inançsız hayatlara, insanları birleştiren en önemli gücün sevgi olduğu kanıtlanmış oldu.
Milletçe şikâyetlerden uzak, karamsar ruhlarımıza bir nebze olsun moral geldi derken Önder Sav kasırgası sardı ortalığı. Sanırım bugünlerde en çok duyduğum isim oldu Önder Sav. Konuşmaları üzerine yazıldı, çizildi. Peygamber efendimize askerlik arkadaşı gibi bile kendince muamele etmeyen bu insanın artık çocukları bile kendine güldüren dinlenme rezaletiyle ortam tabiri caizse iyice laçkalaştı.
Üzerine çok tartışmalarda yaşanan bu olayda önemli bir ayrıntı daha vardı. Sorgulanması gereken düşünceler ve davranışlar tekrar gözler önüne serildi. Uzlaşmanın yaşanabilmesi için sıklıkla söylediğim bir söylem vardır. Bireyler inançlı olmayabilirler fakat başkalarının inançlarına saygı duymak zorundalar. Dünya’nın neresinde yaşanırsa yaşansın bu saygı temel alınmalıdır. Hele saygısızlığı yapan bir kitleyi temsil ediyorsa durum gerçekten vahim bir hal almış demektir.
Peygamber efendimizle kendince hakaret etme cüretini gösteren bu vatandaş hiçte küçümsenmeyecek bir kesimi temsil ediyor. İnanıp inanmamak hatta sevip sevmemek kendi bileceği iş. Fakat temsil ettiği kesimde de peygamber efendimizi tüm yüreğiyle seven milyonlarca kişi var. En azından onlara bir nebze olsun saygı göstermeliydi. Gerçi Önder Sav’la aynı partiye gönül veren insanlardan da gereken bir tepki gelmedi ama kalben üzülmüş birçok insan olduğuna inanıyorum.
Yaşanan bu süreç şu soruları akla getirdi. Acaba halka hizmet anlayışıyla yapılması gereken siyasette halkı temsil edenler, vatandaşların duygularını hele temsil ettiği grubun duygularını önemsemiyorsa o koltukta niye ya da hangi amaçla oturuyorlardı ki.?
Gerçi halkının duygularına göz ardı eden, milletini umursamayan siyasetçilere bu ülke hiçte yabancı değil ama gene de bazen insan gönül verdiği partinin yöneticilerinin halkını sevdiğini düşünmek istiyor. Eğer böyle olmadığı müddetçe siyasetin çıkar dışında başka bir amacının olabileceği akla gelmiyor.
Türk milletinin görüşlerini göz ardı eden yalnızca siyasiler değil elbette. Yargıdan birçok kuruma kadar bu durum adeta genelleşmiş ve yazık ki kemikleşmiş. Milletinin derdiyle dertlenmeyen, halkının gözyaşına duyarsız yaklaşan bir kurum, parti ya da kişinin getireceği tek şeyde şu an yaşadığımız gibi yalnızca zulümdür.Başörtü konusunda da verilen karar bu zulmün son günlerde yaşanan en açık göstergesidir. Üzüldüğüm nokta da herkesin konuşup mağdurlara söz hakki dahi tanınmamasıdır. Acaba ne hissediyorlar, ne düşünüyorlar…
Kendi ülkende mülteci olmanın en açık ve en acı örneğiydi son yaşananlar. Ve Önder Sav’ın ardından adeta soğuk duş etkisi yaptı. Yaşananlar insana şunu düşündürüyor. Halkının büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede inancı yaşamak yasaklanırken o inanca hakaret edenler nasılda baş tacı edilebiliyor?
Bunaltan yaz günlerinde rahmet olarak yağan yağmurlara son zamanlarda mağdurların göz yaşları ve sessiz çığlıkları da eklendi. Gönül gözleri kör ve milletinin çığlıklarına karşı sağır olanların yönetici olduğu bir ülkede yazık ki bu gözyaşlarının ve çığlıkların arkası kesilmeyecek gibi.
Ama gene de umutlu olmak lazım. Belli mi olur nasıl ki Esed insanların yüzlerindeki ıstırapları görünce nedenini sorgulayıp hidayete eriştiyse yöneticilerimizde yüzlerimizdeki ve gönüllerimizdeki ıstırapları belki görmeye başlarlar. Şer’in içinde hayır beklenir mi bilinmez ama bize düşen beklemek. Bekleyelim ve görelim…
Selam ve dua ile
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 5 yorum
yapılmış )
MERT
[
2008/07/25 20:20
] |
|
Alev hanım tebrik ederim. Genç biri olarak gayet kaliteli bir yazınız var. Doluluğunuzun devamını dilerim. |
|
|
|
Tarih tekerrürden ibarettir.Görmek için kıyametin kopuşunumu beklemek lazım. Allah Muhammed Esed'e hidayet etmişki kurtuluşa erenlerden olmuş.Rabbim cümlemizi hidayete erdirsin.AMİN. |
|
|
|
Sevgili Alev Hanım; yazdıklarınızı bir bütün olarak ve tek konu olarak incelediğimde bu olumsuzluklara ancak Hz.Ali'nin sohbet yürüyüşlerinde mezarlara seslenişiyle katılmak istiyorum:
Hz.Ali:
Ey yalnızlık diyarının, ıssız yerlerin, karanlık kabirlerin halkı! Ey toprağa döşenmiş, gurbete düşmüş, yalnızlığa eş olmuş, korkunç ve tenha yerlere sığınmış kişiler!
Siz bizden önce yaşadınız, gittiniz; bizse ardınıza düştük, size ulaşmak üzereyiz. Bıraktığınız evlerde oturanlar var; kadınlarınızı nikahladılar, mallarınızı paylaştılar.
Bu bizim size verdiğimiz haber, sizden ne haber var?
Elbette söylenecek çok şey var. ama bilinirki sözün dikildiği yer gönüldür, ısmarlandığı yer düşünce, onu kuvvetlendiren ise akıldır, meydana getiren ise dildir. Peygamberimize hakaret edenler, onlar kıvırmaya başlamasınlar onların gönlü, düşünceleri, akılları ve dilleri hep bu niyet ile doludur. Ama Hz Ali nin sözlerinde elbette hepimiz nasipleneceğiz.. o sözü söyleyenlerde... |
|
|
BORA
[
2008/06/17 19:53
] |
|
Yazık ki, birileri bu milletin yüzünün gülmesinden rahatsızlık duyuyor. Bir insanın bir diğerinin mutluluğundan rahatsızlık duymasını anlayabiliyorum. Bir alıp vermediği vardır; ama bir politikacının kendisinden oy istediği, makam istediği bir milletin huzurundan rahatsız olması, ancak psikopatolojik bir bir sapmanın dışavurumu olmalıdır. Kendilerine cennetler kurmak için diğerlerine cehennemler inşa edenlerden tiksinti duymak, vicdanının ışığında düşünebilen herkesin hakkıdır. Bu açıdan, yazınızı çok doyurucu buldum... |
|
|
|
Alev arkadaşım tebrikederim.yazınızı yalın ve akıcı buldum.güncel siyasete elştiriniz seviyeli.allah yolunuzu açık etsin. |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|