Bilindiği gibi, NLP (Neuro Linguistic Programming) en çağdaş psikoterapi yöntemlerinden biridir. Tam karşılığı, “Beyin ya da Sinir Dili Programlaması”dır. Onu “bir başarı sanatı” diye tarif edenler de vardır, “başarı teknolojisi” diyenler de… Her nasıl tanımlanırsa tanımlansın, sonuç olarak o, kendine özgü etkin ilkeleri ile insanın içindeki tüm gizilgüçleri açığa çıkararak kişinin ve toplumun mutluluğuna hizmetkar etmeyi amaçlayan ve bunu büyük oranda gerçekleştirebilen bir kişisel gelişim tekniği olarak öne çıkmaktadır. İşin doğrusu, bütün kişisel gelişim kuramlarının temelde insanın “farkındalık gereksinimi”ne hitap eden, insanlık onuru ve benlik algısına yönelik okşamaları içeren yapılar olduğudur. Beyin öylesine hassas bir yapıdadır ki, günlük yaşamın akışı içinde farkında bile olmadan onu binlerce kez programlarız. Örneğin, Pazartesi günü sınavınız vardır.
Cuma akşamı ders çalışmaya oturduğunuz zaman beyninizi hiç farkında olmadan Pazartesi günkü sınava kadar öğrenmeye koşullandırırsınız. Dolayısıyla, öğrendiğiniz şeyler Pazartesi gününe dek belleğinize yerleşir; fakat yine yaptığınız program gereği sınavdan sonra uçup giderler. Dilerseniz, sözü fazla uzatmadan NLP ile ilgili bazı temel ilkeleri açımlamaya çalışalım.
1.Çevrenizde bulunan fiziksel engellerin hepsi küçüktür. Başarıya giden yolda en büyük engeller kendi içinizdedir. Kompleksler, korkular, kaygılar, önyargılar ve gelenekçi saplantılar önünüzdeki en büyük bariyerlerdir. Bunları aşabildiğiniz takdirde, dışsal engeller birer komediye dönüşecektir.
2.Aşkın gücüne inanmak gerekir. O, mucizevi bir şeydir. Eğer bir şeyi sever, ister ve başaracağınıza kuşkusuzca inanırsanız, aklınız kalbinizin hizmetine girerek size onu nasıl yapabileceğinizin yollarını göstermeye başlar. Tersine, bir şeyi sevmez ve yapamayacağınıza inanırsanız, bu kez aynı zihin size o işi neden yapamayacağınızın mazeretlerini üretmeye başlayacaktır.
Bir şeyi sevmez ve öğrenme isteği duymazsanız, çok zor öğrenir ve çabucak unutursunuz. Bir şeyi öğrenmeyi aşkla istediğiniz zaman ise, zihinsel kapasiteniz en az üçe katlanır. Keşif ve öğrenme etkinlikleri, en büyük zevk kaynağınız oluverir. Yeni bir şeyler öğrenmekten, kuşlar gibi göklerde çabasızca süzülme hissini andıran bir hafiflik duyarsınız. Önünüzde, o güne dek hayalinizden bile geçmemiş olan esrarengiz bilgi kapıları açılır. Böylece çok kolay, çok hızlı öğrenirsiniz ve öğrendiklerinizi çok zor unutursunuz.
Başardığınız şey, başarmayı istediğiniz şeydir. Eğer başaramıyorsanız, yine istediğiniz bir şeyi yapmışsınız demektir: Başarmamayı…
3.Başarısızlık diye bir şey yoktur. Sadece sonuçlar vardır ve sonuçlar süreç içinde kendi sonuçlarını doğurarak zincirleme olarak sonsuzca uzayıp giderler. O yüzden, başarısızlık görünümündeki sonuçlara yalnızca planlarımızı revize ederek yeni bir adım atma konusunda ders çıkarılması gereken olaylar diye bakmak gerekir. Ağaçlar budandıkça gürleşirler.
4.Harita, sahanın kendisi değildir. Her ne kadar insan doğasının evrensel yasaları varsa da, ayrıntılarda her insan diğerlerinden çok farklıdır. Bireylerin kişilik haritasını keşfetmek için çaba harcamak ve farklılıklarına saygı duyarak iletişim kurmak gerekir.
5.“Modelleme” yoluyla hem bilinci hem de bilinçdışını şekillendirmeyi hedef edinen NLP uzmanları şöyle derler: “Eğer bir işi dünyada bir kişi başarmışsa, aşağı yukarı aynı yeteneğe sahip olmak, aynı zihinsel süreçlerden geçmek ve aynı bedelleri ödemeyi göze almak koşuluyla, o şeyi siz de başarabilirsiniz.”
6.İçinde yaşadığımız çağın “bilgi çağı” olarak adlandırılıyor olması çok anlamlıdır. Çünkü enformasyon teknolojisinin baş döndürücü bir hızla geliştiği bu dijital devrim sürecinde ayrıca ekonomilerin gittikçe özelleşerek küreselleşmesi olgusu dikkate alındığında, bilginin başlıca üretim aracı, dolayısıyla en büyük güç ve nitelik haline geldiği anlaşılabilir. Harcamaktan ziyade yatırım yapmak gerekir ve yapacağınız en büyük yatırım, bilgilenmeye para harcamaktır. Pek çok kimse, eğlenceye, giyim kuşama para harcamaktadır. Bilgilenmeye harcadığınız para, size çok daha büyük bir kazanç olarak geri dönecektir. Bilgi çağında dünyayı yönetecek olanlar, “bilgilenme yoluyla nitelik kazanmış olanlar” olacaktır (Eric Hoffer).
7.Eğer başarılı değilsek, gittiğimiz yolları, yani alışkanlık, davranış ve hatta koşullarımızı değiştirmeyi göze almalıyız. Her zaman daha iyi ve daha kestirme yollar vardır. Kişinin bu konudaki tutumunun göstergelerini çıplak gözle görmek olasıdır. İşe her gün aynı yoldan veya aynı araçla giden ya da yemeğe çıktığı zaman hep aynı lokantaya giden ve içeriye girince doğruca her gelişinde oturduğu masaya yönelen bir kişi, hayatta daha güzel veya daha kestirme olanı arama gereksinimi içinde olmadığını, bir bakıma “tutucu” bir yapıda olduğunu ortaya koymaktadır; oysa güzellik de izafidir ve her zaman her şeyin “daha iyisi” bulunabilir. İşte hayat yolunda yaşadığımız mutsuzlukların pek çoğu, gittiğimiz yolun dolambaçlı ve zahmetli olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla, daha verimli, daha huzurlu ve daha kestirme bir yol aramamız gerektiğine dair uyarı göndermektedir.
8.Herkesin bir zihinsel programı vardır. Zihinsel programımızı değiştirdiğimiz zaman, tüm yaşamımızın seyri değişmektedir. Zihnimiz genellikle kullanmakta olduğumuz dilin ana kodlarına göre programlandığı için, kullandığımız dili değiştirdiğimiz zaman beynimizi de yeniden formatlamış oluruz. Örneğin, bir bayana “Bayan Marianna” diye hitap ettiğiniz andaki hislerinizle, “Sevgili Marianna”, “Güzel Marianna” veya “Canım Marianna’m” diye hitap ettiğiniz durumlardaki hisleriniz zorunlu bir kademe içinde farklılaşacaktır. Bazen beynimiz dilimizi belirler; ancak çoğunlukla kullandığımız dilin duygusal ve düşünsel akışımızı belirlediğini söyleyebiliriz. Demek ki, gerek diksiyon biçimi, gerekse sözcük dağarcığı seçiminde seçkin bir versiyona ulaşabilirsek (ki bu kısa süreli bir egzersizle elde edilebilir), zihnimizi de yeniden yapılandırmış olacağız. Unutmayın ki, bu basit bir girişim değil, tüm hayatınızı etkileyecek kadar önemli bir devrim niteliğindedir.
9.Diğer canlıların tersine, insan alt kümesi olmayan çok özel ve elit bir varlıktır. Buna bağlı olarak, aynı zamanda “onurlu” bir varlıktır. “Onur” insan için o denli değerlidir ki, bazen sırf onu zedeletmemek için ölümü tercih eder. Hatta yaşlılık veya hastalık nedenleri dışında en yaygın ölüm nedeni, “insani onurunu koruma” doğrultusunda girişilmiş veya göze alınmış risklerin sonucudur denilebilir. Bağlam açısından, karşınızdaki kişinin insanlık onurunu koruyan bir eleştiri kültürünü öğrenmek size inanılmaz yararlar sağlar. Biri bir hata yaptığında, “Sen aşağılık birisin!”, “Sen aptalın tekisin!” vb. ifadelerle doğrudan kişiliğini hedef alan suçlamalar yaptığınız vakit, artık onu değiştiremeyeceğinizden emin olabilirsiniz. Tam olarak aynı sebepten dolayı, hiçbir tartışmanın galibi yoktur. İnsanlarla tartışmadan, insanlık onurlarını kırıp dökmeden eleştirme olanağınız her zaman vardır. Bunun için, öncelikle aceleci ve tepkisel olmaktan kurtulmalısınız. Büyük şair, düşünür ve Allah dostu Yunus Emre’nin dokunaklı sözleri içinde, “Dövene elsiz/Sövene dilsiz ve gönülsüz gerek” sözünü ilke edinebilmek kolay değildir; ama insanları değiştirmek için onlarla tartışmaktan daha etkili bir yol olduğu kesindir. İnsanlarla görüş ayrılığı yaşamak çok doğal ve de olması gereken bir şeydir. Ünlü sözü anımsayalım: “Eğer iki ortaktan ikisi de aynı fikirdeyse, ikisinden biri fazlalıktır.” Çünkü yeni bir düşünce, yeni bir açılım olmayacak, dolayısıyla oldukları yerde patinaj yapmaya devam edeceklerdir. Fikir ayrılığı bir sorun değildir. Sorun, insanların birbirlerine karşı farklılıkları konusunda nasıl bir tutum izledikleridir. Dediğimiz gibi, doğrudan doğruya kişiliği hedef almadan düşüncelere odaklanmak gerekmektedir. Konuşurken, “Bunun doğru olduğu kanısında değilim”, “Görüşlerine katılmıyorum”, “Bu benim düşüncem; yanılıyor olabilirim” gibi ifadelere sıkça başvurmak, muhatabınızın onurunun incinmesini ve refleks olarak beynini düşüncelerinize kapatarak savunma pozisyonu almasını engelleyerek sizin fikirlerinize önyargısızca açık durmasını sağlayacaktır. Kısacası, kişilerin kendilerini değil, görüşlerini eleştirmeyi öğrenmek zorundayız.
10.Zalimlerde eksik olan şey, güçlü bir ruhtur. Sevecenlik ise, ruhsal açıdan güçlü kişiliklerin işidir. Ruhsal ve beyinsel olarak güçlü olanlar, diğerlerini şiddete başvurmadan ikna edebilir, ortaya çıkan sorunları diğerlerini incitmeden de çözebilirler; oysa dediğimiz gibi zalimlerin böyle soylu becerileri yoktur. Olmadığı için de, şiddeti bir tarz olarak seçmektedirler. Jean Paul Sartre’ın ifadesiyle, “çevremizdeki diğer insanların cehennemi” değil, dinginlik ve huzur bağışlayan cenneti olabilmek için, kalbimizi ve beynimizi geliştirmek için çaba harcamak yaşamsal bir önem taşımaktadır.