Şimdi bu yazının sırası değil belki; ama yazmazsam içime dert olacaktı.
Yazılarını hala kağıtlara yazan ve birer cümlelik içeriksiz paragraflarının aralarına beş on tahtaları kadar boşluklar koyarak gözlerimize bayram ettiren eski tüfek solcu bir ağabeyimiz bir terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla göz altına alındığında karakolda yaptığı pek değerli birtakım gözlemlerini bizlerle paylaşma lütfunda bulunmuştu. Anlattığına göre, konuk edildiği karakolda çalışan sivil polisler arasında uzun saçlı ve küpeli gençler vardı ve son derece kibardılar. On yıllardır anlata anlata bitiremediği Ziverbey tutukluluğu günlerindeki emniyetçilere hiç benzemiyorlardı. Anlaşılan, ihtilal özlemcisi ünlü sosyalistimiz o gündür bu gündür edebiyatını çok iyi yaptığı halkının arasına pek karışmamıştı. Peki içinden hiç geçmediği halkın dertlerine nasıl tercüman oluyordu ki? Tıpkı “Havadan gidiyor, yere düşerse ölürüm” diye uçağa binmekten bile korkan Emin abi gibi kalın duvarlarla çevrili muhkem köşklerde otururken birileri sürekli haber servisi mi yapıyorlardı kendisine yoksa? Tek olasılıkla öyledir.
Hesapta çok düşünen abimizin tutuklanmasının ardından, gazetesinin Ankara temsilciliği önünde ateşli gösteriler yapılıyordu. O sırada gazetenin camındaki bir yazı dikkatimi çekmişti. Şöyle diyordu: “Düşünüyorum; öyleyse vurun!” Vay bee! Ne kadar dramatik değil mi? Gören de salt insan olduğu için ve toplumun refahı adına gece gündüz düşünüp parlak fikirler üretmekten başka işi olmayan erdemli bir topluluğa insanlık dışı muameleler ve baskılar yapılıyor sanır da yüreği kahrından bin parçaya bölünür!
Doğrusu, sol kesimler bu cümleyi tıpkı kendisine ezberletilen bazı sözcükleri bilmeden anlamadan tekrarlayıp duran papağanlar gibi yirmi sene evvel de söylüyorlardı. Gerçekten de, sol kesimin çok düşündüğüne inananlardanım ben. Günün birinde içlerinden birilerinin fazla düşünmekten dolayı beyni meyni patlarsa hiç şaşırmayacağım; ancak düşünme eylemlerinin içeriği ile ilgili çok ciddi bir sorun var ortada. Düşünme, toplumun mutluluğu adına olduğu zaman erdemli bir aktivitedir. Aksi halde, herkesin başına beladır.
Vatana hizmetten iyice yorulup yaşlanmış ağabeyimiz ve benzerleri, gerçekten çok düşünüyor. Son altı-yedi yıldır kişi başına düşen milli gelirin yirmi beş-otuz bin dolar olduğu zengin ve demokratik ülkeler ligine doğru koşar adımlarla ilerleyen Türkiye’yi ayaklarından tutup çekerek askeri rejimlerin idare ettiği içine kapanık ve silik bir üçüncü dünya ülkesine veya bir çeşit Ortadoğu Arap cumhuriyetine nasıl dönüştürebilecekleri konusunda çok fazla düşünüyorlar! Ülkeyi siyasal ve ona bağlı bir ekonomik krize sürüklemenin taktikleri ve ayak oyunları üzerinde çok kafa yoruyorlar! Nitekim bu abimizin sonradan deşifre edilen bazı gizli görüşmelerinde, “Şimdiye kadar ekonomik kriz çıkmadı; ama artık çıkar. Bu çok güzel oldu” dediği rivayet edilmişti. Soruyorum size! Bu sözleri söyleyen birinin gerçekten yurtsever olabileceğini kim söyleyebilir?
Bir kahvehaneye girin ve yurdumun güzel insanlarından herhangi birinin kolundan tutup çilekeş gözlerinin içine dikkatle bakın… Vicdanının ışıkları altında düşünebilen biriyseniz, o zavallı gözlerin içinde kısa zaman öncesine kadar güvenerek (ya da güvenmek isteyerek) başına taç ettiği cinler tarafından uğradığı tüm tasallutların, ihanetlerin, istismarların, kandırılmışlıkların üzerine yıktığı harabe bir ülkenin yara izlerinin boşluklarından geleceğe karşı duyduğu derin kaygının izlerini göreceksiniz. Kimse kusura bakmasın da, eğer sürekli lambaları söndürüp kargaşa çıkararak veya ortaya çıkan her kargaşada “Olur da ipleri ele geçirirlerse, belki benim önüme de iki kemik atarlar” diye düşünüp güçlü görünenlere yaltakçılıkta sıraya giren bu tipler düşünen adamlarsa, bu memlekette düşünmeyen adam yok demektir.
Bu tipleri iyi izleyin ve onlara yalnızca minnet duyun. Çünkü size nasıl bir insan ve nasıl bir yurttaş olunmaması, hayatta nelerin yapılmaması gerektiği konusunda önemli dersler verdikleri çok açıktır…