Aramızda ünlü İtalyan yazarı Dante’yi tanımayan birinin olduğunu sanmıyorum. Dante’nin en ünlü kitabı, “İlahi Komedya”dır. Kitabının bir cildinde cehennemin katlarını ve her bir katta bulunan kimselerle birlikte başlarına gelen tanrısal (g)azabı anlatır. Dahası, hızını alamaz ve hangi ölçüte göre değerlendirilirse değerlendirilsin yeryüzünde geçmiş ve gelecek bütün insanların en seçkini olmayı bizzat davranışları ile hak eden Güllerin Efendisi’ni de cehennemin alt katlarından birine atar kendince.
Dante’nin, tüm yapıtlarını bir bayandan aldığı esinle üretmiş olduğu bilinmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse, hiç kimse insanlığın dikkatini çekecek kadar ihtişamlı tüm sanat yapıtlarına kadınlardan alınan bir parça esinin kaynaklık ettiğini inkar etmeye cüret etmemelidir.
Öte yandan, insanlar sürekli yanı başlarında ya da gözlerinin önünde olan şeyleri, başka bir deyişle, sahip oldukları şeyleri birer “nimet” olmaktan ziyade “hak” olarak algılama eğilimindedirler. Onlar için şükretmeyi unutur veya pek gerekli görmezler. Onlara baktıkları sırada gözlerinde kıskanılacak derecede değerli bir varlıklarına bakarken istem dışı kısılan gözlerin içine oturuveren keskin tamah ve hırstan neredeyse hiç eser kalmamıştır. Tersine, onlara herhangi bir demirbaş eşyaya baktıkları gibi ifadesiz gözlerle bakarlar hep. “Senin varlığın ya da yokluğun benim için bir etken değildir” der gibi bir halleri vardır. Aslına bakarsanız, bu yalın bir fizik yasasının tipik dışavurumudur. Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Her şey bir entropiye (düzensizliğe, çöküşe) doğru durmaksızın evrilmektedir. Makro düzeyde evren de sürekli bir entropiye tabi olduğundan, onunla olan ilişkimiz de bir noktada bitecektir. Sonuç olarak karşınızdaki o şey her ne ise, işte bu durum onunla olan ilişkinizin yok olma noktasına gelip dayandığının resmidir. Çökmeden çok önce içi boşal(tıl)mış ilişkiler…
Dante güzel Beatrice’e ölesiye aşık olduğunda, ikisi de henüz küçük birer çocuktu. Dante, bu güzel kızı sadece o dönemde ve sadece birkaç kez görmüştü. Sonrası için, birbirlerine, daha doğrusu Beatrice’in sevgisinden pek emin olmadığımız için, Dante’nin Beatrice’e hiçbir zaman kavuşamadığını söylememiz yeterli olacaktır.
Kimi edebiyat eleştirmenleri, Dante’nin tüm önemli eserlerini hiçbir zaman kavuşamadığı güzel Beatrice’e duyduğu bitimsiz aşkın ilham ışıkları altında yazdığını söylerken, diğer bazıları ona kavuşmuş olsaydı bütün bu muhteşem edebiyat eserlerinin hemen hiçbirinin ortaya çıkmayacağını söylemekte hiç tereddüt etmemişlerdir ve bana göre bu çok etkileyici bir doğrudur. Dante Beatrice’e kavuşsaydı, ona duyduğu aşk entropinin acımasız yasalarına ne kadar dayanabilirdi dersiniz?! Açıkçası, o konuda pek iyimser değilim. En azından, bugün için repertuarımızda yer kaplayan biri haline gelemeyeceğinden emin olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.
Aynı şekilde, bizim kültürümüzde benzer hikayeler vardır. Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi. Dikkat edilirse, bizdeki bu aşk öykülerinde de erkekler kadınların peşinden koşmuş, ancak görünüşte hüsrana uğramışlardır. Yine aynı şekilde, kavuşamadıkları kadınları gözlerinde büyüttükçe büyütmüşler, sonuçta ortaya bugün okullarda edebiyat derslerinde bile okutulan görkemli aşk destanları çıkmıştır. Peki bu beyler o kadınları elde etmiş, onlara dokunarak etten kemikten yaratıldıklarını kavramış, onlarla sevişerek tüm gizemlerini keşfetmiş ve burun buruna bir ilişkinin doğal sonucu olarak tüm insani kusurlarını, zaaflarını, türlü eza ve cefalarını görmüş olsalardı, onları yine de bu denli yüceltebilirler miydi? Hiç sanmıyorum. Lütfen kızmayın bana; ama belki de bazıları, kedi köpek gibi birbirlerini kovalayarak, lanetler ve küfürler ederek çok geçmeden ayrılmış olurlardı.
Bir cümleyle toparlamak gerekirse, bu iflah olmaz aşklar gücünü ve enerjisini birbirine kavuşamamanın gizeminden almışlardır. Kavuşma ve halvet vaki olmuş olsaydı, bütün bu destansı anlatıların hiçbirini duyamayacaktık. İnanın ki, bugün evlenen bütün çiftler o destansı aşklarda geçen süper komplimanlardan daha fazlasını yapıyorlar birbirleri için; fakat her ne hikmetse ülkemizde yıllık bazda boşanan çiftlerin sayısı artık yüz bini aşmakta ve bu rakam ikiye katlanarak artma noktasına doğru koşar adımlarla ilerlemektedir.
Aramızda hala aşkın her şeye yettiğini, her şeye kadir olduğunu düşünen saftirik tipler vardır belki. Aşk geçici, hormonal bir rahatsızlıktır. Bir derdinizi anlatmak istediğinizde sizi aktif dinlemeyecek veya anlamayacak, sizi teselli etmek için sarılıp saçlarınızı okşamayacak, teselli edici iki çift söz etmeyecek, herkesi kahkahalarla güldüren bir espiri yaptığınızda mal mal bakıp duracak olan birine aşık olmuş olabilirsiniz. “Kafa dengi”, “maceracı” “birlikte gezilebilir” ve “sohbet edilebilir” olmayan birine kapılmış ve dolayısıyla ömrünüz boyunca sessizliğe gömülme veya inekler gibi sessiz sedasız bakışma riskiyle yüz yüze gelmiş olabilirsiniz. Yıllar sonra geriye dönüp baktığınız zaman, aşık olduğunuz o güne lanet edebilirsiniz!
İlişkide aşk tabii ki çok önemlidir ve bana göre olmazsa olmaz bir koşuldur; ancak diğer taraftan karşınızdaki kişinin birlikte yaşanabilir birinde olması gereken kişisel donanıma da sahip olması gerekir…