Son derece ince ayrıntılarla bezeli yatak odası hikâyelerinden birini bitirince, ikimiz de güldük ve ben ilk defa ben de benimkilerden birini anlattım ona. Ben anlatırken, onun yüzü de hayretle şekilden şekle giriyordu. Hikayeyi bitirmeme gerek kalmadan, birasını kaptığı gibi ayağa kalkıp kapıyı ardından çarparak odadan çıktı. Bense çok şaşırmıştım, peşinden gidip sorunun ne olduğunu sordum. Yanına gittiğimde soyunuyordu. Yüzüme bile bakmadan yatağa girip başını yastığın altına soktu.
Salonda kanepeye uzanmış, pencereden dışarıda parıldayan ayı seyrederken, geçmişimi dinlemeye dahi tahammül edemeyen biriyle gerçekten yakın bir ilişki kurup kuramayacağımı sordum kendi kendime. Nasıl bir hayat yaşadığımı ve niye öyle yaşadığımı bilmeyen birine kendimi nasıl yakın hissedebilirdim ki?
Eğer içimden geldiği gibi konuşamazsam evliliğim duvara toslayacaktı; bunun bilincindeydim ve engel olmak için bir şeyler yapmak istedim. Mark üç gün boyunca ağzını açmadı, selam bile vermedi. Bense bekledim. Mark konuşma yeteneğini tekrardan kazanır kazanmaz, birlikte yediğimiz ilk yemekte, içimdekileri döktüm. Bu durumu açıklığa kavuşturmadan ilişkiye daha fazla devam edemeyecektim. Çiftler arasındaki iletişim ihtiyacına değinerek ılımlı bir başlangıç yaptıktan sonra, bulabildiğim en yumuşak ses tonuyla sorumu sorarak konuya girdim:
“Senin lügatinde yakınlık ne anlama gelir?”
Hiç de aptal biri olmayan Mark, doğal olarak konuşma başlamadan önce bu soruyu düşünüp cevabını çoktan hazırlamıştı. Kendinden oldukça emin bir ses tonuyla kesin bir açıklama yaptı. Yakınlık tanımlaması aşağı yukarı şöyleydi: “Hayatını biriyle paylaşmak ve tabi ki cinselliği de barındıran fiziki sevgi. Karşındakiyle ortak olan yönlerinin tadını çıkarıp farklı yönleri kabullenmek. Bana göre hepsinden önemlisi de, o insanın yanındayken kendim olabilmek, o kadınla birlikteyken dış dünyada takmak zorunda kaldığım tüm maskelerden kurtulduğumu hissetmek. Yorgunluktan tükenmiş vaziyette eve geldiğimde sevdiğim kadınla birlikte oturup televizyon seyredebilmek. Gerçekten de en çok onun fiziksel varlığına ihtiyacım var; hatta çoğunlukla yanımda sessizce oturmasına.
Elbette onunla sohbet edebilmek de çok önemli, ama ilk bakışta konuşma meraklısı gibi görünmeme rağmen en değer verdiğim şey bu değil. Aslına bakarsan bazen konuşmak geçen gün aramızda olanlara benzer gereksiz sorunlara yol açabiliyor. Tekrar böyle bir şey yaşamamıza gerek yok. İnsan sevgilisinin bütün hayatını bilmek zorunda değil. Benden önce birkaç ilişki yaşadığını biliyorum, ama onlardan bahsetmemeyi tercih ederim. Geçmiş geçmişte kaldı. Benim için önemli olan bugündür. Çünkü bugünü yaşıyoruz.”
Bu kez duyduğum yoğun öfkeden dolayı ben konuşma yeteneğimi kaybetmek üzereydim, ama öfkemi göstermemeye çalıştım. Oldukça makul ve mantıklıymış gibi görünen açıklaması, aslında bütünüyle palavradan ibaretti. Yutkundum ve yavaşça konuşmaya başladım. Söylediklerinin çoğuna katılıyordum. Biriyle yakınlaşmak için, kişinin gerçekten kendisi gibi davranabilmesi gerekliydi. Buradaki sorun şuydu: Birinin kendisi gibi davranması, bazen diğer kişinin kendisi gibi davranmamasına yol açıyordu. Fiziksel temas, sevgililer için kesinlikle vazgeçilmez bir gereklilikti, ama ilişkiyi ilişki yapan şey büyük ölçüde sözel iletişimdi.
Ve eğer geçmiş ona göre çok önemli değilse, neden sürekli kendi geçmişinden bahsediyordu? Bunun üzerine Mark, yapılacak en iyi şeyin bu faydasız tartışmaya bir son vermek olduğunu söyledi. Bu şekilde hiçbir yere varamayacaktık. Bundan böyle tanışmamızdan önceki romantik ilişkilerimizden ikimiz de bahsetmezsek sorun çözümlenecekti. İlişkimiz her şeyden önemliydi. İyi fikir, dedim, ama karşılıklı bir ilişki yaşıyoruz. Bu noktayı ilişkimizin başından beri vurgulaşmıştım ve o da kabul etmişti. Ben onun başından geçen tüm romantik ilişkileri biliyordum, üstelik bunları bana anlatma zahmetine en azından yüz defa katlanmıştı, işte bu nedenle şimdi dinleme sırası ona gelmişti. Daha önce anlatacaklarımı bitirmeme hiç fırsat vermemişti. Ancak ben de anılarımı anlatabilirsem temiz bir sayfa açıp her şeye yeniden başlayabilir, eski günleri arkamızda bırakabilirdik.
Sonia Rivera-Valdes / Marta Veneranda’nın Yasak Hikâyeleri