Yazmak, hem büyülü hem de bereketli bir uğraştır. Bugüne kadar yazmaya başladığım dakikadan itibaren ilgili konu hakkında çok daha ayrıntılı düşünebildiğimi, ayrıca konuyla ilgili olarak o güne dek aklımın ucundan bile geçmemiş önemli bir yığın bilgi ve bağlantıların zihnimin çeperlerinde birdenbire belirip hırçınlıkla oraya buraya savrulmaya başladıklarına şaşkınlıkla tanık olmuşumdur hep. Bir şeyi daha ekleyebiliriz: Derinlemesine düşünme becerinizin ayaklanması için en iyi yollardan bir diğeri de uzun metrajlı yürüyüşler yapmaktır. Uzun yürüyüşler sırasında, zihniniz o güne dek askıda duran pek çok soruna kolaylıkla çözümler üretebilecek kadar işlevsel olmaktadır. Zihinde çözülebilecek türden olayları ve sorunları etkin, doğru bir biçimde karara bağlamak veya hızla sonuca ulaştırmak isteyenlere, yazmalarını veya yürüyüşe çıkmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.
Kısacası, uzun yürüyüşlerim sırasında sık sık düşündüğüm tövbe ve af konusunda yazarak da düşünmek istedim.
Bugünkü sözlerimi sonuna dek okumaya katlandığınız takdirde, kazançlı bir iş yaptığınızı düşüneceğinizi umuyorum ve sözlerime bir Arap düşünürün sözleriyle başlamak istiyorum: “Allah’ım! Ben günahlara ne kadar hevesli olsam da, işleyebileceğim günahların bir hacmi vardır. Uhut Dağı kadar da olsa, onların bir sınırı vardır; oysa ki, Sen’in sevgi ve şefkatinin sınırı yoktur. Başımı omzuna yaslıyor ve kendimi Sen’in sevecen ellerine bırakıyorum.”
İşledikleri hatalar ve günahlar için bağışlanma diledikleri sırada insanların akılları genellikle geçmişe dönük olarak işler. Daha doğrusu, geçmişte birtakım günahlar işlemiştir ve onların affedilmesi için yalvarmaktadır; oysa günahlar geçmişe özgü olmadığı gibi, tövbe de geçmişle sınırlı olmamalıdır. O yüzden, Yıldızların Efendisi’nin “Allah’ım! Şimdiye dek işlediğim ve henüz işlemediğim tüm günahlarımın şerrinden sana sığınıyorum!” diye dua ettiğine tanık oluyoruz. Kaldı ki, bazı hadislerden anladığımız kadarıyla Allah bazen normal koşullarda bile yaptığı bir tek iyilikten dolayı kişiyi cennetlikler listesine alabilmekte, yani bir anda onu geçmiş ve gelecek günahlarının hepsinden azat edebilmektedir. O halde bu kişi açısından ortaya çıkan yeni reel durum şudur: Malum kişi yaşamın olanca gürültü patırtısı içinde o andan itibaren de pek çok günah işleyebileceği halde, Allah o olası günahların onun yeni statüsüne zarar vermeyeceğini de peşinen kabul ve ilan etmiş olmaktadır. Şüphe yok ki, bu hayret verici bir durumdur. Şan Sahibi Sultan’ın sınırsız şefkatini ve cömertliğini göstermesi bakımından ise, ayrıca hayranlık uyandırıcıdır.
Güvenilir hadis kaynaklarında, durumu açıklayan çeşitli örneklere rastlamak mümkündür; ancak ben konuyla ilgili olarak, Prof. Dr. İbrahim Canan’ın çevirdiği ve Akçağ Yayınları tarafından 1991’de yayınlanmış olan Kütüb-ü Sitte’nin 12’nci cildinin 252’nci sayfasında yer alan 4289 sayılı hadisi örnek vermek istiyorum.
---Sehl İbnu Hanzaliyye anlatıyor: Huneyn günü, Resulullah’la birlikte yürüyorduk. Yürümeyi, öğlen vaktine kadar uzattık. Hatta öğlen namazının vakti girmişti. Derken bir atlı çıka geldi.
“Ey Allah’ın Resulü!” dedi. Ben sizin önünüzden ilerledim. Ayrıca falan falan dağların zirvelerine çıktım. Bir de ne göreyim! Havazin Kabilesi tümüyle karşımdaydı. Kadınları, develeri ve küçükbaş hayvanları ile Huneyn bölgesinde toplanmışlardı.”
Bunun üzerine, Allah’ın Elçisi’nin dudaklarına her zamanki güzel tebessümü yayıldı.
“Allah dilerse, onlar yarın Müslümanların ganimetleri olacaktır” dedi ve sonra etrafındakilere dönerek sordu: “Bu gece bizi kim bekleyecek?”
Enes İbnu Ebi Mersed ileriye atılarak:
“Ben beklerim, Ey Allah’ın Resulü!” dedi.
Allah’ın Elçisi:
“O halde atına bin” buyurdu.
Enes atına binerek O’nun önüne geldi. O da eliyle işaret ederek:
“Şu geçide yönel. En yüksek noktasına kadar çık. Gece boyunca atından inme. Sakın geceleyin senin tarafından bir baskın yemeyelim!” diye tenbihte bulundu.
Sabah olunca Allah’ın Elçisi namazgahına geçti. İki rekat namaz kıldıktan sonra:
“Atlıdan bir haberiniz var mı?” diye sordu.
“Bir haberimiz yok” dediler.
Namaza duruldu. Namaz kılarken arada bir geçide doğru göz atıyordu. Namazı kılıp selam verince:
“Müjde! Atlınız geldi!” dedi. Biz de geçitte bulunan ağaçların arasına baktık ve gördük ki gerçekten de geliyordu. Geldi ve Resulullah’ın önünde durarak selam verdi.
“Ben” dedi. “Gittim ve emrettiğiniz şekilde geçidin en yüksek yerine çıktım. Sabah olunca iki geçit daha tırmandım. Bu süre zarfında sürekli etrafı taradım ve hiç kimseyi görmedim.”
Resulullah:
“Geceleyin atından indin mi hiç?” diye sordu ona.
“Namaz ve kaza-yı hacet dışında inmedim” diye yanıt verdi Enes.
O zaman Allah’ın Elçisi ona şöyle dedi:
“Yaptığın bu işle, cenneti kendine vacip kıldın. Bundan böyle ameli terk etmenin sana bir günahı olmayacaktır. Yalnızca bu amalin cennete girmen için yeterlidir.” (Ebu Davud, Cihad 17, 2501).
Sözü geçen olay bağlamında, Yıldızların Efendisi’nin “İnsanın niyeti amelinden üstündür” sözünü ilave etmek gerekir. Yaptığınız veya yapacağınız işin çapı önemli değildir; fakat tüm yüreğinizle içine koyacağınız niyetin büyüklüğü kesinlikle dikkate alınacaktır. Nitekim bizzat işin çapının daha önemli sayılması, Allah’ın kusursuz adaletine aykırı bir şeydir. Çünkü herkesin finansal gücü farklı, ama yüreği aynıdır. Daha önce yapmış olduğunuz herhangi bir iyilik esnasında her türlü gurur ve gösterişten uzak olduğunuzdan ve sonunda kendinize dönüp “Allah’ım! Bu iyiliği yaparken, Sen’in sonsuz sevgi ve rızanı kazanmaktan başka gizli veya açık hiçbir amacım olmamıştır” diyebilir misiniz? Diyebiliyorsanız, yalnızca o iyilik oracıkta cennetlikler listesine alınmanızı sağlamış olabilir.
Demek ki, çok güzel olduğu vakit, bir tek çiçekle de bahar olurmuş…