:. Haberler
  Bilişim
  Dünya
  Eğitim
  Ekonomi
  Kültür Sanat
  Politika
  Sağlık
  Spor
  Yaşam

  :. Gruplar
  Hava
  Söyleşiler
  Yazarlar

Kutsal gerdek 
Mert Aslan   ( altar42@hotmail.com )


“Kim ki Allah’a kavuşmayı sever, Allah da ona kavuşmayı sever.” (Güllerin Efendisi)

Aylardan Eylül’dü. Mevsim, Sonbahara doğru koşar adımlarla ilerliyordu. Kuzeyden hafifçe esen rüzgar tarihi tren istasyonunun hemen arka tarafındaki asırlık okaliptüs ve çınar ağaçlarının adeta göklere yayılan devasa dallarını kibarca dalgalandırıyor ve sepya rengine dönüşen yapraklarını aşağıdan geçen insanların üzerine savuruyordu. Ön taraf ise, neredeyse tüm şehir halkının duyabileceği kadar yüksek siren sesleri ile istasyona yanaşan trenlerin gürültüleri içinde ana bina ile peronlar arasında telaş halinde koşuşturan yolcu ve yakınları ile doluydu.

Ancak sağa sola koşuşan o mahşeri kalabalığın içinde öyle biri vardı ki, çevresinde olup biten onca gürültü patırtıdan dünyaya yabancı bir gezegenden gelmiş kadar soyutlanmış, adeta kendi içine gömülmüştü. Gençlik ateşinin aydınlattığı çehresi, karşı taraftaki alçak damlı mütevazi evlerin aralarından yükselen ağaçların ardındaki bitimsiz ufuklardan veda etmekte olan kan kızıl kürenin oluşturduğu eşsiz romanesk tabloya çivilenmişti. Erkeksi dudaklarına yayılan uçuk tebessüm, tüm yüzüne açık seçik bir huzur bağışlıyordu. Dışarıdan bakan kibar bir yurttaş, onu içine dalmış olduğu tatlı düşlerden uyandırmanın haksızlık olacağını düşünürdü. Yüzündeki o aynı huzurla, başını sağa doğru çevirdi. Baktığı yer, yıllardır o istasyonda bekleşen gönlü hasret dolu sayısız kimseye uzaklardan sevdiklerini taşıyıp duran trenlerin geliş istikametiydi. O arada, elini usulca pantolonunun sağ cebine atarak çıkardığı bir sigara paketinden bir çöp sigara çıkardı ve esen rüzgarın söndürmesi olasılığına karşı birleştirdiği iki avucu arasında kibritiyle yaktı. Sigarasından çektiği ilk nefesi, karşısındaki boşluğa kederle savurdu.

Aynı anda, aradan geçen son bir yılı gözünün önünden geçmeye başlamıştı bile. İşin aslı şuydu ki, geçen bir yılın içinde hayatında Lamia’dan başka her şey ufak tefek birer ayrıntıdan ibaret kalmıştı. Ah! Aşk nasıl da muktedirdi! Tamamen yabancı biri de olsa, selin önüne katıp götürdüğü çer çöp gibi ona doğru iradesizce nasıl da sürüklüyordu insanı! Ona karşı gelişen ve kısa sürede ruhunu tümüyle egemenliği altına alan bağımlılığı tanımlayacak kelimeler bulmak o denli zordu ki, “Onu seviyorum” demek bile kulaklarına bir saçmalık gibi geliyordu! Koskoca bir yıl, onun imgeleriyle doluydu. Odasının duvarları, onun her biri birbirinden güzel resimleri ile doluydu. Gece uyumadan önce onun resimleri ile söyleşiyor, sabah gözlerini açtığında dünyada gördüğü ilk şeyin o olmasından inanılmaz bir sevinç duyuyordu. Hiç abartısız, hayatına giren en güzel şeydi o!

Bir Kuzey Afrika ülkesi olan Morocco’dandı Lamia. Bir ara ona şakayla karışık bir tarzda, “Biliyor musun, ben bir prensesim” demişti. Gerçekten, uzaktan da olsa babası tarafından Fas kraliyet ailesindendi. Sahiden de, gerçek bir prenses kadar zarif ve güzeldi. Hepsinden önemli olan şey ise, çoktandır dupduru kalbini kendisine içtenlikle bağışlamış olmasıydı. O da sevmişti. Hem de, her macerayı ve tehlikeyi göze alacak kadar…

Tanışmaları ve süreç içinde onca görüşmeleri, hep internet üzerinden, ara sıra da telefon kanalıyla olmuştu ve sonunda başta ailesi olmak üzere, ülkesinin Adalet Bakanlığı’nda üç yıldır sürdürdüğü memuriyetini bir kenara koyarak sevdiği adama gelmeye karar vermişti. O gün sabah vakti uçakla İstanbul’a inmiş, zaman kaybetmeden trene binerek yola çıkmıştı. Aslına bakılırsa, trenle gelmesini sevgilisinden kendisi istemişti. Böylesi bir aşkı karşılamak için bir tren istasyonundan daha duygulu bir mekan tasavvur edemiyordu. Zihinsel arka planında bunu düşünmesini sağlayan en büyük etken, Rus aristokrasisinin kendisine sunduğu tüm imtiyazları elinin tersiyle itmiş olan sevgili Tolstoy’un bir gün kimselere söylemeden evinden ayrıldıktan bir süre sonra eski bir tren istasyonunda ölü bulunmuş olmasıydı. Neden sonra, bir kitapta Tolstoy’un bu pek gizemli ve hazin sonunu okuduğu günden bu yana, pek çok kez yaşadığı şehrin en az yüz yıllık geçmişe yaslanan tren istasyonuna gelip onu düşünmüş, hatta gizlice gözyaşları dökmüştü.

Şimdi o tren istasyonunda, hayatının en büyük buluşması için bekliyordu. Birazdan gelecek olan trenden o inecek ve onu en canlı haliyle, en gerçek haliyle, en sevdalı haliyle görecekti. Gözleri onun gözleri ile karşılaşacak, elleri onun narin ellerine dokunabilecek, burnu onun zarif teninin kokusunu duyabilecekti. El ele tutuşup şehrin sokakları boyunca evlerine doğru yürümeye başladıkları zaman, etrafındaki kalabalıklara onu göstererek “Herkes baksın ve görsün! Onu seviyorum! Onu seviyorum!” diye haykırmamak için kendisini zor tutacağından da kuşkusu yoktu. Ah! Bu ne büyük bir mutluluktu!

Derken, uzaklardan yaklaşmakta olan bir trenin acı sirenleri ile tepeden tırnağa irkildi. Kalbinin orta yerinde patlayan bir heyecan fırtınası ortalığı birbirine katarak bütün bedenine yayılmaya başladı. Her yeri titriyordu. Çaresizce, sırtını arkasındaki alçak duvara dayayarak:

“Aman Tanrım! Prensese kavuşma vakti!” diye mırıldandı kendi kendine.

Tekrar başını çevirip baktığında, hayatı boyunca gördüğü en güzel trenin yaklaşmakta olduğunu gördü ve Lamia’ya duyduğu sevginin duygusal akıntısı içinde sırf içinde onu sakladığı için istem dışı olarak yaklaşan trene minnet duymaya başlamıştı ki, büyük bir bilgeye ait ünlü bir metafor ellerini havaya kaldırıp dikkat çekmeye çalışarak belleğinin ön taraflarına doğru hücum etti. “Şeb-i Arus’u hatırla! Şeb-i Arus’u hatırla!” diye bağırıyordu avazı çıktığınca…

Bunun üzerine, başını o anda batmakta olan güneşin şahsında Batmayan Güneş’e, Gerçek ve Ölümsüz Sevgili’ye doğru çevirdi ve boşanan gözyaşlarını ellerinin tersiyle silmeye çalışarak şöyle fısıldadı kendi kulaklarına:

“Demek ki, sana kavuşmak böyle bir şeymiş!”

Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız ( Toplam 2 yorum yapılmış )

Alev [ 2008/09/10 16:15 ]
Yazının girişindeki hadisi okumak bile çok farklı duygular itti beni.''Kim ki Allah’a kavuşmayı sever, Allah da ona kavuşmayı sever''...Üstüne yorum yapılamıyacak kadar anlamlı ve güzel söz...
Bu güzel sözün ekseninde bu sıcacık hikayeyi bizlerle paylaştığınız için saolun hocam.Allah razı olsun.
Dili başarıyla kullanışınızı da ayrıca kutlamak isityorum. Tasvirler o kadar canlı bir anlatımla verilmiş ki okurken anlatılanlar gözlerimin önünde sahneleniyor.
Dilerim ki hak eden tüm yürekler, hikayede anlatılan adam ve kadın kadar duru , temiz ve güzel bir gönüle sahip olabilir ve made aşkından mana aşkına geçebilir.
kumsal [ 2008/09/08 20:55 ]
Hocam sizin kutsal gerdeği okurken birden aklıma üstad İskender Pala'nın aşkname adlı yapıtında okuduğum bir hikayecik geldi.sevgilisine aylarca uzakta kalıpda bir tek mektup yazmayan aşığa sorar sevgilisi:''neden bir selamı bile çok gördün beni habersiz bıraktın bir mektup dahi mi yazamazdın?''diye.sevgilisi de cevaben''benim göremediğim yüzü posatcıyamı bahşetseydim?'' harika bir düşünce ve aşk.Bir de şu nükte vardı:sevgiliye kavuşma anı yani gerdek gecesi siizn deyiminizle sevgilinin ayak seslerinin kapının ardındaki gelişindeki hazzı kavuşma anından daha heyecanlı buluyordu üstad ki doğru bir tesbit sanırım.sevgiliye ilk dokunma anı ilk buluşma(yazınızdaki tren istasyonundaki bekleyiş)...o anki kalp ve ruh hali yanma hissi herşeye bedeldir doğrusu kimbilir.Rab de bizi karşılar bizi kendisini görememekle cezalandırmaz ki ;yeterince bu dünyada hasreti ile kavrulmuş olmak bize en büyük ceza zaten.tez elden yüze sevgiliye kavuşma dileği ile ellerinize sağlık hocam.''ey sevgili en sevgili uzatma dünya sürgünümüzü bizim ...''

 


Yazarın Tüm Yazıları
 2009.02.16 -  Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
 2009.02.10 -  Kadının Mahremiyet Evi
 2009.02.02 -  Öğrenmenin dayanılmaz tadı
 2009.01.26 -  Hadis tercümesinde taşralı ağzı
 2009.01.17 -  Bilin bakalım! Erkekler insan mıdır, bankomat mıdır?
 2009.01.12 -  Ergenekon dalgalarında kısa bir sörf
 2009.01.05 -  Kadınlar iletişim beceriksizi mi yoksa?
 2008.12.29 -  Cennetin ve cehennemin fragmanları
 2008.12.23 -  Anti-depresif öneriler
 2008.12.16 -  Sen olmazsan cennet solmaz mı?
 2008.12.07 -  İyilik ve kötülüğün kimyası
 2008.12.01 -  Allah sevgisinde kıskançtır
 2008.11.24 -  Yazma yetisi üzerine iki çift söz
 2008.11.16 -  Anneler ve sevgililer
 2008.11.11 -  Sırlar harikadır. Ta ki yakalanıncaya kadar…
 2008.11.03 -  Geğiren tanrıçalar
 2008.10.27 -  Masumiyet insana en çok yakışandır
 2008.10.20 -  Demirel: Eski Siyasetin Büyük Mavrası…
 2008.10.13 -  Aldatan Erkeklere Kuşbakışı
 2008.10.08 -  Aldatan Kadınlara Kuşbakışı
 2008.09.29 -  Kadınlık nelere kadirdir!
 2008.09.22 -  İnsanlardan uzaklaştıkça Tanrı’ya mı yaklaşıyoruz?
 2008.09.15 -  Tesettür Kutsal kitabın ne tarafındadır?
 2008.09.08 -  Kutsal gerdek
 2008.09.01 -  Allah’ı Sevme Sanatı
 2008.08.25 -  Hıristiyan Mü’minler
 2008.08.17 -  Tutsaklığı sevmek
 2008.08.10 -  Dilek Tepesi
 2008.07.27 -  Bir çiçekle de bahar olurmuş
 2008.07.15 -  Dante Beatrice’e kavuşsaydı…
 2008.07.07 -  NLP’den ışıltılı kareler (2)
 2008.06.30 -  Karanlık mağaraların zavallı yarasaları
 2008.06.23 -  NLP'den ışıltılı kareler (1)
 2008.06.14 -  Cennette kadın figürü
 2008.06.08 -  "Yürek Acısı"
 2008.06.02 -  Erkeği tutmak kolay mı sanırsınız?
 2008.05.24 -  Her ölüm vakitsizdir
 2008.05.14 -  Reinkarnasyon
 2008.05.05 -  Kölenin öyküsü
 2008.04.28 -  İlahiyatçılar Hz.Muhammed'ten daha mı iyi biliyor?
 2008.04.21 -  Kadınlar cennetine hoşgeldiniz!
 2008.04.15 -   Biraz daha episteme,biraz daha özlem...
 2008.04.07 -  Bir kibir abidesine
 2008.03.31 -  Kadınlar erkekten ne duymak ister?
 2008.03.24 -  Repertuarımdaki üç kırık hayat
 2008.03.16 -  Kadınlarla hala tartışıyor musunuz?
 2008.03.10 -  Yoksa bu bir rüya mıydı?
 2008.03.02 -  Kadınlar ve tapınaklar
 2008.02.24 -  Hiç kimsenin kadınları
 2008.02.17 -  Ölüden isteme ile diriden istemenin farkını rica edeyim
 2008.02.12 -  Tanrı'nın yeryüzündeki başyapıtı üzerine
 2008.02.05 -  Sıradan ve yüce, yakışıklı ve bayağı
 2008.01.28 -  İdeolojik ve toplumsal baskıya karşı bireysellik
 2008.01.24 -  Aldatan Kadınlara Kuşbakışı
 2008.01.21 -  Nietzsche, Marks veya Tanrı’ya Küsmek
 2008.01.14 -  Yoksa bu fakiri aşktan bihaber mi sanırsınız?
 2008.01.07 -  Kadınınıza yüreğinizle dokundunuz mu hiç?
 2007.12.31 -  Dört Kitaba Sığmazsan, Sen Ne İşe Yararsın?!
 2007.12.24 -  Kadınların Gizli Dünyası Üzerine
 2007.12.16 -  Sosyal Demokratların Reel Politik Dramı
 2007.12.10 -  “En yakın dostum katilim olur mu?”
 2007.12.03 -  İnin O Şatodan Aşağıya!
 2007.11.26 -  “Çift Gerektirmeli Bir Tanrısal Adalet Sarmalı” -Özeleştirel bir yaklaşım-
 2007.11.18 -  Müslümana Sopa Caiz midir?
 2007.11.11 -  Sevgili Erkekler! Türk Kadınları Size Hiç Bakmıyor mu?
 2007.11.05 -   “Hz. Muhammed ve etkin dinleme sanatı”
 2007.10.29 -  Kahrolsun PKK veya kötü reklam yoktur
 2007.10.22 -  Barda oturan adamın düşleri
 2007.10.15 -  “Feminizm gerçekten feminin (dişil) bir akım mıdır?”
 2007.10.08 -   “Model Türkiye’yi görmek ya da görmemek”
 2007.10.01 -  “Aldatılan Adamın Komedyası”
 2007.09.24 -  Kadınların cebi neden yoktur
 2007.09.20 -  Benim adım aşk
 2007.09.17 -  Herkese merhaba!
Aslan Korkmaz gelirken, Tuzcuoğlu giderken…
Lokman Koyuncuoğlu
Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
Mert Aslan
Otur oturduğun yerde
Memduh Nihat Ada
Davos Krizi; Erdoğan milat attı, Perez yavuz hırsız.
Taner Aydın
Affan Dede'ye para saydım
Mustafa Azılıoğlu
Boya boya çek
Huriye Karnap
Her ıslanan anlamaz!
Semra Hoyraz
MÜSİAD Farkı
Aydoğan Deveci
Davos ve sonrası…
Dr.Ali Can
Anlatma Sanatı
Alev Ayyıldız
Yapboz
Nadide Ü.Altıparmak
Göçmen Kuştu Kalbim
Hakan Bahçeci
 

Bu Site Konda İletişim ve Medya Grubunundur.
E-Posta: bilgi@haberkonya.com