Ben, İslam bilgini değilim. İslami ilimlere çok iyi vakıf olduğumu da asla söyleyemem. Bu konuda emin olduğum iki şey vardır: Birincisi, okuduğum veya duyduğum önemli şeyleri kolay kolay unutmam. İkincisi, orada burada İslam hakkında konuşan iri kıyım kimselerin pek çoğunun kafasında şekil almış olan doktrinel yapıya pek çok tarihi ve kültürel fenomen karışmış durumdadır. Yani İslam adına inandıkları ve anlattıkları kimi şeyler, aslında dinin duru özünde olmayan uydurma düşüncelerdir.
Şimdiye dek, İslam’da “emirler hiyerarşisi” diye bir şey duydunuz mu bilmem; ama baştan söyleyeyim ki, bunu kimsenin bildiği de yok, düşündüğü de! Oysa bu, İslam’ın doğru anlaşılması noktasında son derece yaşamsal bir değer taşımaktadır. Örneğin herhangi bir Müslüman’a “İmanın şartları nelerdir?” diye sorulmuş olsa, “Allah’a iman etmek,…” diye başlayacak ve yedi adet şart sayacaktır. Kuramsal olan bu yedi şarta eksiksiz iman eden kimse “Mü’min” sayılmaktadır. Aynı şekilde “İslam’ın şartları” sorulmuş olsa, hemen beş adet şart sıralanacaktır. Pratiğe dönük olan bu şartları yerine getiren kimse ise, “Müslüman” sayılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, insanlar ağırlıklı olarak “Mü’min” veya “Müslüman”dır; ancak yine geleneksel perspektiften bakarak, bireysel yaşamında dinin uygulanmasına yönelik hiçbir görüntü olmasa da, yalın halde iman ettiğini söyleyen kimseleri de Müslüman olarak tanımlıyoruz. Tabii bu ayrı bir konu…
“Emirler hiyerarşisi” dediğimiz şey, bilinen beş temel şartın önem sıralamasıdır. Aynı önem sıralaması, imanın şartları için de geçerlidir aslında. “Allah’a iman”ın ilk sıraya konmuş olması tesadüf değildir. Çünkü Mü’min olmak için, öncelikle Allah’a iman etmek gerekir. Diğerleri, ona bağlı olarak varlık gösterir. Allah’a iman etmeyenin diğer şartlara iman etmesi olanak dışı ve saçmadır.
Şu halde “İslam’ın şartları” kapsamında anılan emirlerin en önemlisinin İslam’a girişin de parolası olan şehadet kelimesi olduğu, onu namazın ve zekatın takip ettiği (Çünkü namaz ile zekat Kur’an’da hep bir arada anılmaktadır) düşünülebilir ya da üçüncü emirden itibaren sıralamaya ilişkin farklı görüşler dile getirilebilir. Sonuçta İslam diğer dinler gibi kemiksi bir şey değildir. Burada sorun olan şey, bu beş ana şart arasında anılmamış, dolayısıyla “füruat”tan (ayrıntılardan) sayılmış olan kimi emirlerin bu ana kolonların üzerinde adeta bayrak gibi göndere çekilmiş olmasıdır. Tesettür, bunlardan en ünlüsüdür. Kadın söz konusu olunca emirlerin sıralaması değişiyor mu?
Ben, Yaşar Nuri Öztürk ya da Zekeriya Beyaz gibi kimi televizyon ve gazete köşelerinde din anlatarak para kazandıkları iddia edilen kimseler gibi tesettürü inkar eden veya ona kafalarına göre nizam veren tiplerden değilim. Aksine, daha önce indirilmiş olan Eski Ahit ve Yeni Ahit’te de tesettür emrinin var olması, onun ilahi bir kaynağa dayandığını yeteri kadar kanıtladığını düşünüyorum; ancak daha önce de belirttiğim gibi, ana emirlerden biri olmaması ve fakat Allah’ın bir emri olduğunu yadsımamaları koşuluyla, tesettürsüz bayanların da iyi birer Müslüman, hatta sevgili birer kul olabileceklerini söylüyorum. Diğer bir yönüyle, sözgelimi bir kadının namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, gücü yettiği halde zekat vermiyor ve haç yapmak istemiyor olmasının tesettürlü olup olmamasından çok daha önemli olduğunu söylüyorum. Saçların açık olması haline İslam’ın içinde veya dışında olmak gibi bir anlam yüklenemeyeceğini, her açık bayanın kötü olmadığını, her tesettürlü bayanın da melek olmadığını söylüyorum. Tesettürün kadın için ilk sıraya konmuş olmasının, yüzyıllardır sürüp gelen geleneksel ataerkil yapının erkeği namustan muaf tutarken kadın figürünü namus kavramının tam merkezine yerleştirmiş olması ile ilintili olduğunu söylüyorum…
Füruatta en az tesettür kadar önemli başka emirler de söz konusudur. Örneğin, kutsal kitapta başka hiçbir davranış hakkında yapılmadığı halde “bir kardeşinin etini çiğ çiğ yeme”ye benzetme şiddetinde zemmedilmiş olan ve affedilmeyen tek günah türü olan insan hakları kapsamına girdiği halde, içimizden kaç kişi insanların (dikkat edin; hak konusunda yalnızca Müslümanların değil) aleyhinde konuşma suçundan tümüyle uzaktır? Bunun işlemekten hiç haya etmediğimiz, üstelik işlerken garip bir haz duyduğumuz büyük günahlarımızdan biri olduğunu kim inkar edebilir?! Şayet gıybeti büsbütün terk ederseniz, Hem Allah’ın ve insanların sevip güvendiği biri olursunuz, hem de üzerinizde insan hakkı borcu olmadığı için mahşer gününde hesabınız son derece kolay olur… Ah! Hiç gıybet etmiyor olmak ne büyük bir erdemdir!
Ama benden bu kadar! Diğer pek çok emri kendiniz kıyas edebilirsiniz…