Güzeldir bayramlar, ama neden bilmem çocukken daha güzel gelir. Günler öncesinden bir kıpırtı dolar gönüllere, varsa imkân alınacak bayramlıkların heyecanı sarar küçücük yürekleri. Kolay değildir hele durumlar biraz da kısıtlıysa yılda tam tekmil ancak yılda iki kere alınabilecek eşyaların hayalleri süsler gönülleri. Diğer zamanlarda varsa ağabey ya da ablanın küçülen giysilerinin yırtık yerleri yamanarak eskimiş de olsa giydirilir veya zengin akraba, komşu çocuklarının küçük gelen elbiseleri, pabuçları, pantolonları sanki yeni bir şey almışçasına kabul edilir.
Kıyafetleri verenle alan çocuk ayrı mahallelerde, uzak yerlerde oturuyorlarsa karşılaşma riskleri olmadığından sıkıntı olmaz pek. Birde aynı mahallede ya da birbirlerine yakın muhitlerde oturuyorlarsa kıyafetin nerden geldiğini bilen çocuğun karşılaşma korkusuyla her daim karnına ağrılar girer. Anası bilmez kendince oğluna veya kızına yeni bir şey vermenin mutluluğuyla, başkaları için eski ama kendi gönlünde yepyeni olan kıyafetleri giydirmek ister sürekli. Evladının yaşayacağı mahcubiyeti, gururunun kırılacağını aklına bile getirmez ya da getirmek istemez.
Çocukluğum fakir insanların yoğunlukta olduğu muhitlerde geçtiği için çok tanık oldum bu karşılaşmalara. Eski kıyafetini başka birinin üzerinde gören zengin çocuğun mızmızlanmalarına da fakir oğlanın gözlerindeki mahcubiyete de…
Hatırlarım o günleri de sanırım ben talihliydim. Ya kıyafet veren zengin çocuklarıyla ayrı muhitlerde oturduğumuz için ya da iplerle bize çeşit çeşit giysiler ören bir anneye sahip olduğum için…
Biraz arabesk gelse de, ömründe çeyrek yüzyılı tamamlamış ve daha yukarı yaşlarda olan birçok kişinin tanıdığı bir manzaradır anlattıklarım. Talihimizden midir ekonomik krizlerden, enflasyondan beli bükülen memleketim insanı, Avrupa’nın da bize taktığı isimle gelişmekte olan yoksul bir ülke olduğu için hep fakir bir halk oldu. Son yıllarda alım gücü artıp fiyatlarda da düşme olsa da hala gelişmekte olan ülkenin yoksul en iyi ihtimalle de orta halli insanlarıyız.
Geçmiş yıllara oranla artık görünüşlerin ardına saklansa da yoksulluk, insanlar gizlemeye çalışsa da durumlarını, mahcup gözlerin sisli bakışlarından anlamak mümkün hallerini. Hele çocukların çıkardan öte kötülükten uzak parlayan gözleri, yoksulluğu öyle bir anlatır ki, hayal kırıklıklarını, hülyalarını, isteklerini o bakışlardan okursunuz.
Çocuk, yoksulluk ve mahcubiyet deyince de aklıma kapıcı çocukları ve çocuk esirgemenin kimsesiz yetimleri gelir. Bir yazarın sözlerinde olduğu gibi “Eziktir kapıcı çocukları. Akranları merdivenden yukarı çıkarken onlar bodrum katlara inerler”
Yazarın da belirttiği gibi zordur kapıcı çocuğu olmak. Hele birde babası kendinden daha aşağı durumda olanları ezmeyi meziyet sayan insancıkların olduğu bir binada çalışıyorsa…
Ne halde olursa olsun her zaman Dünya’nın en önemli insanlarıdır ya babalar. Başka birinin onu azarladığını, fütursuzca bağırdığını izlemek zordur muhakkak. Babalarının her azarlanışıyla daha da perçinleşen kırık hatıralar ve mahcup gözler, yıllarca belki bir ömür boyu silinemez.
Kapıcı çocuğu olmaktan daha zordur kimsesiz olmak. Soğuk binaların içinde, başınızda sizinle hiçbir bağı bulunmayan yetişkinlerin kontrolünde neden ve niçin sorularıyla geçer yıllarınız.
İsmi bile ürperticidir çocuk esirgemenin. Küçük yaşta sevgiye, ilgiye aç bakışlar süslerken gözleri, gelişme döneminde yüreklerdeki hisler, kin ve nefrete dönüşür. Anne ve babanın yaptığı yanlıştan tüm insanlar sorumlu tutulur. İzole edilmiş ortamlarda, sevgisiz yetişen gönüller olması gereken tepkileri verir aslında.
Hala düşünürüm kılı kırk yararak girebildiğim çocuk esirgemeyi bu kadar ulaşılmaz kılan nedir diye. Muhakkak ki herkes elini kolunu sallayarak girmemeli belirli müfredatlar olmalı ama öyle bir yasak getirilmiş ki kuruma girmek neredeyse imkânsız.
Zaten onlara karşı böyle duyarsız bir toplumumuz varken birde anlaşılmaz bürokratik işlemler terkedilmiş bu yavrularla beraber olmayı iyice olanaksız kılıyor. Hâlbuki gönüllü ailelik teşvik edilse, bu çocukların toplumla kaynaşması için programlar düzenlenip, ziyaretler kolaylaştırılsa, en önemlisi gerçek manada kültürel ve manevi bir eğitim verilirse inanıyorum ki kin dolu bakışlar hayatla barışık ışıl ışıl gözlerde kaybolacak.
Demir parmaklıkların arkasında bıraktığım mahcup yavruları her hatırladığımda aklıma Peygamber efendimiz gelir. Yüreği sevgiyle ve merhametle dolu bu yüce insanının nazarında yetimlerin ayrı bir yeri olduğunu bilip daha fazla yardımcı olamamanın ezikliğini hissederim. Nasıl hissetmeyeyim ki? Bugün bizler ihtiyaç sahibi ve yetim çocukları görmeye dahi tahammül edemezken, Peygamberimiz onlara ne denli şefkatle yaklaşır ne kadar çok severmiş. Örnek alınabilecek en mükemmel insanın davranışıyla kendi davranışlarımız arasındaki fark ne derece büyük.
Bu düşüncelerle yaşadığım mahcubiyet, geçenlerde Somali’de Müslüman kardeşlerine yardım eden, üstelik birde yetimhane açtıklarını belirten bir okuyucumun gönderdiği fotoğraflarla daha arttı. İhtiyaç sahibi yetim çocuklarla ilgilenmenin özverisini düşündüm ve açıkçası öyle bir hayata sahip olamadığım için biraz da kıskandım. Fark ettim ki biraz hassasiyet gösterip, küçük çalışmalar yapmak ne kadar etkisiz kalıyormuş. Ömrünü iyiliğe, yardıma, sevgiye ve merhamete adayanların yanında…
Bizler kendi küçük dünyalarımızda kardeşlerimize, yeğenlerimize varsa çocuklarımıza çeşit çeşit elbiseler alarak hazırlıklar yapıp, ailelerinin hatırından evlerimize gelen tanıdıklarımızın çocuklarına yapay sevecenlikler gösterirken, bugün bayramlarını çocuk esirgeme ve huzur evi ziyaretleriyle anlamlandıranlar insanlar da var. Dünya’nın herhangi bir yerinde ihtiyaç sahibi din kardeşinin sıkıntısını sıkıntısı bilip hicrete gönül vererek bayramı binlerce mil ötede geçirenler de var, ihtiyaç sahibi tanıdıklara yardımcı olarak, bayramın hasta ziyaretleriyle süsleyenler de var.
Düşünüyorum da genelin içinde çok küçük kalsalar da, Peygamber izinden giderek dev bir gönüle sahip olan bu insanlar, belki de çoğumuzun asla anlayamayacağı ve hissedemeyeceği bir ayrıcalığa sahipler. Bizler üç ya da dört güne sığdırmaya çalışırken onlar her anlarını, her günlerini kısacası hayatlarını bayram tadında yaşıyorlar.
Fazla söze gerek yok. Bayram tadında hayatlar yaşamanız temennisiyle