Benim sevgi ve hoşgörü duygularımı iptal eden bir tek insan tipi vardır: Kendi çıkarları için başkalarının hayatını zehir eden bencil kimseler…
Şimdi, Türkiye’ye ilk kez gelmiş biri olsanız da bir yerde televizyon izlerken bir TV kanalında Demirel’i görmüş olsanız, aldığınız ilk izlenim ne olurdu, hiç düşündünüz mü? Sizi bilmem; ama ben bugüne kadar ülkede yapılmış olan bütün hizmetleri onun yaptığını zannederdim. Herkesten fazla başbakanlık yaptığı halde, onun kadar az icraat yapmış, fakat konuşmaya başladığı zaman “her şeyi yapan adam” rolünü onun kadar iyi oynayan başka birini bulmak olanak dışıdır. Çünkü ağzı iyi laf yapar, savunma yapmaz, devamlı saldırır. Bu, önemli bir taktiktir. Bir konuda suçlu olduğunuzdan herkes emin olsa bile, hiçbir şey olmamış gibi karşı saldırıya geçerseniz insanların bir kısmını en azından şüpheye düşürürsünüz. Onun yaptığı da budur. Nitekim TMSF banka batıran yeğeninin şirketlerine el koyma kararı aldığında, don atlet meydana atlayıp “Bu bir gasptır!” diye efelenebilmiştir.
Onun için, asılsız beyanın sakıncası ya da nihai bir sınırı yoktur. O konuda, oldukça antrenmanlı ve maharetlidir. Ülkenin dört bir yanında, konuştuğu on kelimenin dokuzunun yalan olduğu, hiç iş yapmadığı ama iyi mavra yaptığı, bugün söylediklerini yarın inkar ettiği, tutmayacağı sözleri verdiği, hukuk dışılıktan çok hoşlandığı, haksızlar başta olmak üzere herkesi memnun etmeye çalıştığı, yeni ve yararlı olanı değil sürekli eskiyi ve günü korumaya çabaladığı gibi gerekçelerle dillere destan olmuştur; ancak yarın bir TV programında biri çıkıp da niye böyle yaptığını sormuş olsa vereceği muhteşem cevapla (ya da karşı saldırıyla) izleyen herkesi iftira edip günaha girdiği kanısıyla zorlu bir vicdan muhasebesine sürükleyeceği kesindir. Aslında o, koskoca bir mavradır. Çünkü bir milletin on yıllar boyunca sadece mavra yaparak nasıl kandırılabileceğinin en dehşetli örneğini vermiştir. Yalnızca Türk siyesetinin değil, Türk milletinin de ahlakını bozup gitmiştir. Topluma bıraktığı tek miras, “insan kandırma sanatı”dır. Yaptıklarından ve söylediklerinden tam da bu isim altında bir kitap derlenmiş olsaydı, best-seller olması kesinlikle mümkündü…
Dediğimiz gibi, Demirel icraat yapmış değildir; ama Tanrı’nın dünyadaki en büyük intikam araçlarından biri olan “zaman”ın darbeleri ile epey buruşmuş kafasına rağmen çok iyi laf yapmaya devam etmektedir. O yüzden gördüğüm hiçbir televizyon kanalında konuşmasını sonuna kadar dinlemeden kanalı değiştirmemiş olmamın çok yararını gördüğümü itiraf etmem gerekir. Herhalde halka faydası da laf ebeliği ile ilgili verdiği sıkı derslerle sınırlıdır. Hafıza kayıtlarımda, Demirel’in hep acımtırak bir tadı olmuştur. Demirel dendiği zaman, benim aklıma “Türkiye’nin kayıp yılları” gelir ve ülkemde kamu yararına yapılan her bir hizmet veya reformla birlikte “Eğer burada o hala başbakan olsaydı, bunların hiçbirini otuz yıl daha göremezdik” demekten kendimi alamam. Örneğin 2009 yılı sonuna kadar herkese uluslar arası standartlarda, tüm resmi işlemlerde kullanılabilecek çipli yeni kimlik kartları verilecek. Uygulamaya, geçen gün pilot bölge seçilen Bolu’dan başlandı. Bu küçük bir yeniliktir; ama hiç şüpheniz olmasın ki, eğer bu ülkede hala o başbakanlık yapıyor olsaydı, otuz sene sonra bile şimdiki kimlik kartlarını kullanıyor olacaktık. Otuz sene sonra bile, hala devlet hastanelerinde 12.00’den söve söve işe gelip milleti tırtıklamak için erkenden çarşıdaki özel muayenehanelerine kaçan fırıldakçı doktorların fırçalarını yiyor olacaktık… Eğitimli bir insanın böylesi politikacılardan ülkesini sevdiği ölçüde nefret etmesi kadar anlaşılır bir şey düşünemiyorum…
Demirel’in minneti yoktur, çıkarları vardır. Eğer birine ihtiyacı varsa, duyargaları onu öncelikle algılar. Çıkarı yoksa, onu yok sayar. İzmir dernekler şubesinden komiser bir arkadaşım anlatmıştı. Cumhurbaşkanı olduğu dönemde İzmir’e gelmiş ve arkadaşım ekibi ile birlikte gece boyunca onun güvenliğini sağlamak için kapısında nöbette kalmış. “Kapısında sabaha kadar nöbet tuttuğumuzu bildiği halde, sabahleyin çıkıp giderken bırak teşekkür etmeyi, dönüp yüzümüze bile bakmadı” diye hayıflanır dururdu…
Bir de, bazı saftiriklere “hafızası en güçlü adam” imajı yapmış. Neymiş, yirmi yıl aradan sonra tekrar gittiği köydeki muhtarın ve imamın adını hatırlıyormuş… Bildiğim kadarıyla, bir başbakanın veya cumhurbaşkanının bir köye girmeden önce oradaki iki kişinin ismini öğrenmesi için yüksek teknolojiye ya da MI5 gibi bir istihbarat örgütüne ihtiyacı yoktur. Kendisine yeni iktidar alanları açacak bir sürü cinlik işi dururken, yirmi sene boyunca aklında köyün muhtarının adını mı saklamaya çalışacak? Kendisi içeride yumuşacık döşekte döne döne yatarken kapısının önünde sabaha kadar nöbet tutan bir ekibin önünden yüzlerine bile bakmadan çekip giden Demirel’de onu yapacak kadar insan sevgisi var mıdır sizce? Otuz yıl boyunca kafasında bir tek değişim projesi yer etmemiş, askeri anayasanın bir tek maddesini değiştirmeyi, örneğin Türk Parasını Koruma Kanununu kaldırıp kredibiliteye, borsaya geçmeyi bile düşünememiş bir adamın memlekete hizmetle ne ilgisi olabilir ki?
Bir başbakanın Demirel’e benzemesi kadar rahatsızlık verici bir şey yoktur. Halk kendi adına üstlendiği görevin yüklediği yasal yetkilerine sonuna kadar sahip çıkan ve ülkenin daha müreffeh, daha şeffaf ve daha demokratik bir çizgiye oturması uğrunda her şeyi göze almış bir başbakanın özlemi içindedir. Birinde bu iradeyi gördüğü sürece de, onu terk etmeyecektir; ancak Demirelleşenleri de oyları ile alaşağı etmeyi bilecektir. Toplum, artık en azından 70’li yılların eğitimsiz ve uysal toplumu değildir. Daha bilgili, saydam, uygar ve sorgulayıcıdır. Başında, köy tipi bir politikacı görmek istememektedir.
Bu ülkede bir daha bu tip adamların başbakan olmaması için alınması gereken önlemler olmalıdır. Sözgelimi, eğitime daha fazla yatırım yapılabilir. Mevcut hükümetin, geldiği günden bu yana bütçeden en büyük payı eğitime ayırıyor olmasını, bu açıdan da çok isabetli buluyorum. Bu ülkede eğitimin kalitesi ve nitelikli insan sayısı arttıkça, böyleleri bir daha milletin tepesine oturup önüne koyduğu her şeyi yeyip yutup kaçma lüksüne kavuşamayacak ve zaten bir süre sonra da tarihin çöplüğünde kaybolup gideceklerdir…
Kahrolası çöpleri bol olsun, amin!