Tarih sayfalarına adını yazdırmış, bugün hala aramızda sözleriyle, davranışlarıyla ve başarılarıyla canlıdan daha canlı yaşayan kişilerin hayatları dikkatimi çekmiştir. Nedir ki onları büyük kılan, hala anılmalarını sağlayan kuvvet.? İnsan aklının özellikle günümüzde anlamaktan aciz kaldığı bir yaşamı sürdürmeyi nasıl başarabilmişlerdir?. Nasıl bu denli özel olabilmişlerdir?
En azından kendimize bu soruları sorabilmek için bile, bu ebedi şahsiyetlerinin hayatlarının iyi bilinmesi kanaatindeyim. Onlardan birinden, gönlümde yeri çok ama çok ayrı olandan bahsetmek istiyorum sizlere.
Varlığının üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen adını andığım, hayatını ve ölümünü düşündüğüm zamanlarda gözlerimin dolmasına hâkim olamam. Üzülmem hem kimilerince hala sürdürülen hiç hak etmediği iftiralardan hem de O’nun yüceliği karşısındaki kendi ruhsuzluğumdandır.
Soğuk havalarda nasıl ki kış güneşi insanın içini aydınlatıyorsa, tavırlarını düşünürken de içim o denli aydınlanır. Mahcubiyetini ve yumuşak huyunu aklıma getirmek bile O’na biraz daha yaklaştırır beni. Kibrin çemberinde gezinip duran bir parça bilgisiyle, bir parça servetiyle ya da bir parça güzelliğiyle çevresine küçümser gözlerle bakanların kapladığı bir dünyaya inat, tüm bu meziyetleri harkulade bir şekilde ruhunda toplayarak son derece mütevazı bir hayat sürmüştür.
İnsanoğlunun yeryüzünün neden halifesi kılındığı, ne kadar muhteşem bir yapıyla donatıldığını anlamamız için gönderilmiş örneklerden biridir. Edepsizliğin edep kabul edildiği bir devirde doğmuş, edebin isimleşmiş bir hali olmuştur. Şeytanı utandıran, melekleri hayran bırakan karakteriyle idraklerin ötesinde bir hayat yaşamıştır. Dört büyük halifeden üçüncüsü, tevazunun ve sabrın vücut bulmuş halidir.
İnsanların yürürken bile başlarını önlerini göremeyecek kadar yukarı kaldırdığı, selam vermeyi bile acizlik kabul ettiği günümüz devrinde tevazuyu ve nezaketi öğrenmemizi sağlayacak bir örnektir Hz. Osman.
Bu denli büyük bir şahsiyet üzücüdür ki günümüzde bile kendini İslam âlimi gören bir takım kimselerin ağır bir dille eleştirilerine maruz kalmaktadır. Tahammül ve anlama sınırlarımı zorlar bu eleştiriler. Hâşâ, İslam onlar olmayınca anlaşılmayacağını zannedip yılan dillerini ve zehirli düşüncelerini yöneltenlerin O’nu anlamasını beklemek elbette imkansızdır.
Küçük bir böceğin Dünya’yı algıladığı gibi onun halifeliğini algılayanlar, şüphesiz ki yönetiminde gösterdiği hassasiyeti fark edememişlerdir. Hâlbuki gerçeği görmek isteyenlerin, hayatına kısaca bakmaları ve O’nun hakkında Peygamber Efendimizin söylediği sözleri hatırlamaları yeterli olacaktır.
Müslüman olmadan önce bile zina ve içkiden uzak duran, putlara tapınmanın yanlışlığını bilen bir ömür sürmüştür. Özellikle İslamiyet’in ilk yıllarında servetinin büyük bir bölümünü bu yolda harcamış, fakirlerin doyurulmasına, Müslüman olan kölelerin azadına ve savaş dönemlerinde ordunun donatılmasına büyük katkılarda bulunmuştur. Peygamber efendimizin iki kızıyla birden evlenme şerefine erişebilen, edepte en çok kendisine benzettiği, cennetle müjdelenen on sahabedendir. Düğün masraflarını ödemek için kalkanını satan Hz. Ali’den bu kalkanı satın alıp, ona düğün hediyesi olarak geri sunacak kadar nazik, eşleriyle beraber olurken bile Rabbinden hayâ edip tamamen çıplak kalmayacak kadar ince fikirlidir.
Hilafeti döneminde de büyük başarılara imza atmıştır Hz. Osman. Kur’an-ı Kerim’in yalnızca çoğaltmamış, Kureyş lehçesiyle okutulmasını sağlayarak dil noktasında da birliği sağlamıştır. Çöl ikliminin ortasında yetişen bir ülkeden, denizde Bizans’ı yenebilecek donanmalar kurdurmuştur. İlk kez onun döneminde vali ve komutan ayırımına gidilmiş, böylelikle idarede doğabilecek sıkıntılar ortadan kaldırılmıştır.
Sayılamayacak kadar çok başarılara imza atan Hz. Osman’ı döneminde bunca zulmü yaşatan , günümüzde bile haksız eleştirilere maruz bırakan etmense yalnızca dedikodudan öteye gitmeyen söylentilerdir.Onu akrabalarını kayırmakla suçladılar.Oysaki İslamiyet’i ve peygamber sevgisini her türlü maddesel sevginin üstünde tutan Hz. Osman bu uğurda başta amcası olmak üzere akrabalarından büyük zulüm görmüş gende sevgisinden ve yolundan dönmemiştir.
Hakkında yanlış insanları atadığı söylentileri çıkmıştı. Nasıl anlamazlar ki aldığı hiçbir kararı tek başına almamıştır. Kendisine bir danışma meclisi oluşturmuş her türlü yetkisini onlarla birlikte paylaşmıştır. Ayrıca atadığı valilerle birlikte Haç mevsiminde halkın karşısına çıkarak sorunları dinlemiş ve yönetim- halk ilişkisini geliştirmiştir.
Hz. Osman Dönemi yalnızca asırlar öncesi için değil günümüzde de oldukça ibret verici bir yıllardır. Müslüman Dünya’sının bugün en önemli sorunlarından birisi olan nifak, haset ve dedikodunun ne denli çirkin duygular olduğu ve devlet yönetimini ne denli etkileyebileceğini gözler önüne sermiştir.
O’nun başarısını çekemeyen başta Yahudiler olmak üzere çeşitli düşmanlar, incir çekirdeğini doldurmayacak konuları çeşitli dedikodularla büyük meseleler haline getirmiştir. Dönemin gizli Yahudilerinden Abdullah ibni Sebe’nin kurduğu teşkilatla nifak tohumları atmış, Müslümanlar arasına fitne ateşi düşürülmüş, savaşarak yıkılamayacağını anlayanlar, Müslümanları iç bölünmelerle yıkmaya çalışmışlardır.
Ölümü çok manidar gelir Hz. Osman’ın. Seksen yaşını aşmıştır şehit edildiğinde saçı, sakalı ve yüzünün beyazlığı birbirine karışmış adeta bir nur abidesidir. Vaktiyle kuyu alıp çok büyük ödemeler yaparak Müslümanları susuzluktan kurtaran bu insan günlerce susuz bırakılmıştır. Doyurduğu yetimlere inat kendisine tek bir lokma yiyecek verilmemiş, orucunu açmadan tekrar oruca niyetlenmek zorunda kalmıştır. Tüm bu zulme rağmen nasıl bir saygıdır ki kendi ölümü pahasına Peygamber şehrinde kan akıtılmasına müsaade etmemiş ve halkın isyancılarla savaşmasına izin vermemiştir.
O, her ne kadar istemese ve engel olmaya çalışsa da onun kanı akıtıldıktan sonra Müslümanlar içerisinde ki birlik asla tam olarak sağlanamamıştır
Ömrünü İslam’a harcayan koca çınar kendini bilmez çapulcularca katledilmiştir. Onu öldürmeye gelenlerden birisinin de ne üzücüdür ki Hz. Ebubekir’in oğlu Muhammed olduğu söylenir. Yönetimde ve ordu kademesinde hak ettiği konumu alamadığını düşünen bu gafil, kutlu halifeden böyle intikam almaya çalışmıştır. Denilir ki Hz. Osman karşısında onu görünce gözleri dolar ve yalnızca “Baban bu halini görseydi ne derdi” der. Nasıl bir insandır ki öldürüleceği anda bile nazik kalmayı başarabilmiş, karşısındakine gerçekleri kalbini hiç kırmadan gösterebilmiştir.
Öldürülürken başından akan kan bile manidardır Hz. Osman’ın. Kur’an okurken öldürülmüş ve başından damlayan kan oldukça anlamlı ve sözlerle ifade edilemeyecek kadar güzel olan “Onlara karşı sana Allah yete”r ayetine düşmüştür. Tüm çektiklerinin mükâfatını en özel şekilde almıştır. En sevdiği insanların hasreti sona ermiştir gönlünde.
Onu anlatmaya, yeterli ölçüde tanıtmaya kelimeler yetmeyecek cümlelerin bir tarafı eksik kalacaktır. Gerek yaşamıyla gerekse ölümüyle örnek olmuş, olağanüstü karakteri insanoğlunun isteyince ne kadar büyük mertebelere ulaşabileceğini göstermiştir.
Hz. Osman, güzel özellikleri karakterinde bulundurmakla kalmamış, onlara isim vermiştir. Onunla bütünleşen, onunla isimleşen edebin, hayanın, mahcubiyetin adı olan bu kutlu insanı ancak şöyle tanımlanabilir, Osman, Osmandır…