|
MUSTAFA |
Nadide Ü.Altıparmak ( ) |
|
Malumunuz öğrenci affı çıktı, Yüksek Lisansımı tez aşamasında bırakmıştım bu sefer inşallah niyetime aldım bitireceğim. Konu mu belirledim, onay verildiği takdirde yüzeysel yaptığım araştırmaya göre Türkiye’de yapılmamış, bir çalışmaya imza atıp, ikinci kitap projemin de ilk aşamalarına imza atmış olacağım.
Böyle bir girizgahtan sonra konuyu merak ettiğinizi tahmin ediyorum.
Konum ‘Önderimiz Atatürk’ olacak.
Bunun için ön çalışmalara başlamışken gündeme ‘Mustafa’ filmi geldi. Geçen hafta Cuma günü iş çıkışı arkadaşımla telefonlaştık ne yapalım akşam diye konuşurken sinemaya gidelim dedim ‘Mustafa’ filmi gelmiş deyince, soluğu sinemada aldık.
Yolda giderken acaba izleyici kitlesi nasıl bir kitle, izleyici oranı nasıl olacak, Can Dündar ekibiyle nasıl bir çalışmaya imza attı, Hacı Mehmet bu işin neresinde, düşünceleriyle vardığımda, arkadaşımla iş çıkışı kıl payı yetiştik.
İzleyici kitlesi görebildiğim kadarıyla baya genişti. Salonda, öğrenciler, vekiller, gazeteciler, çocuklu aileler vardı.
Benim için değişik bir duyguydu karşımda Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün belgeseli, tam arka sırada vekiller. Halkın mücadelesine öncü olmuş bir liderin hayat hikayesini en sevdiğim gazetecilerin başında gelen, belgesel konusunda duayen kabul ettiğim Can Dündar’ın ve ekibinin bakış açısıyla izlerken, şuan halkın vekili olan kişilerle belgeseli izlemek, tamda Atatürk’ün çalışmaları ile ilgili tez yazacakken benim için çok anlamlı bir tevafuktu.
Konya Milletvekili Hasan Angı Beyi gördüm önce, sonra diğer sevilen, kıymetli Vekillerimizden Muharrem Candan Beyi, eski Kültür Müdürü Abdülsettar Yarar Beyi, ve tabi ki Lokman Koyuncuoğlu beyi gördüm. Çıkışta birde baktım ki bu tür ortamların vazgeçilmez ismi Konya Postası Gazetesinin sahibi Ömer Kara Beyde orada, ancak onunla kısa bir süre görüşebildim. Özellikle vekillerin yorumlarını çıkışta alacaktım ki arkadaşımın acil işi çıktı apar topar çıkmak zorunda kaldık. Bu yazı için büyük eksiklik oldu. Ama güzel olan orda olmalarıydı.
Belgeseli izlerken şunu fark ettim, bazı konular açık yüreklilikle işlenmişti. Başlangıç ve bitiş görüntüsü çok güzeldi. Lakin beklentimin altında bir çalışmayla karşılaştım. İsim Can Dündar olunca Sarı Zeybeği izleyen ve kitabını okuyan biri olarak daha fazlasını hayal ederek gitmek hakkımdı bir okuyucu ve izleyici olarak. Sarı Zeybek’te bulduğumu bulamadım belki ama bir emek vardı ortada, birde ortaya koyulmuş bir yürek.
İzledikten sonra bayan arkadaşım Dr. düzeyinde bir tarihçi olduğu için net yorumlar yaptı. Tarihi bir belgeseli, tarihçi bir arkadaşla izlemekte ayrı bir keyifmiş.
Evet eksiklikler yok değil, sübjektif olunmuş olabilir bu kişisel yorumlarımızdır. İzleyenlere hatırlatmak isterim ki! bir Hollywood filmini izlemediniz, Türk yapımı bir belgeselden, Kurtuluş Savaşının lideri olmuş, Cumhuriyetimizi kurmuş önderin hayatına dair belgesel izlediniz. O sinemadan çıkarken eleştiriler vardı kafamda ama bu bile takdir etmem, emeğe saygı duymam için yeterliydi. Gündemimizde farklı bakış açılarıyla ele alabileceğiniz bir hayat hikâyesi, gündemde yalın bir şekilde Atatürk var.
En azından popüler kültürün ürettiği, tüketime hazır isimleri konuşmuyoruz. Atatürk’ü konuşuyoruz. Farklı yönlerini anlamaya çalışıyoruz. Eğer ki anlamak, daha fazlasını öğrenmek, kafamıza takılan sorulara cevap aramak için bu belgeselden sonra bir iki kitap karıştırmaya başladıysak bu belgesel farklı şekilde de bize hizmet etmiş demektir.
Ben her kesimin izlemesinden yanayım. Netice de araştırmaya meyilli olanlar için, kafasında sorular oluşanlar için araştıracak çok malzeme var o belgeselde, işte size tetikleyici güç.
Marifet beğenmediğinden daha iyisini yapabilmektir. Konuşanların birçoğuna buyurun size de zaman, mekân, ekip ve teknik donanımı sağlayalım dense kaç kişi çıkabilecek yâda daha iyisini yapabilecek. Eleştiri mutlaka olacak ama yıkıcı olmamalı.
Belgesel bittikten sonra, jenerikte gözlerim Hacı Mehmet Duranoğlu’nu aradı. Yönetmen yardımcısı olarak görünce, okul yıllarında ki hayallerini gerçekleştirmiş olması beni arkadaşı olarak, mutlu etti. İzlerken Hacı Mehmet’in tarzı yansımıştı, katkısı beklediğimden fazla olmuştu.
Okul yıllarında Hacı Mehmet’le arkadaşlığımızı tuhaf karşılayan arkadaşlarım oldu. Çünkü 180 derece farklı olmamıza rağmen biz çok iyi anlaşıyor, fikri sohbetler ediyor, o an üzerinde çalıştığımız işlerle ilgili ve gelecekte yapacağımız işle ilgili projelerimizi konuşabiliyorduk. Hacı, Kısa Film Yarışmasına hazırlanırken, bende ‘Selçuklu Kartalı Erol Güngör’ Belgeselini hazırlıyordum. Belgesel konusunda benden tecrübesi fazlaydı ve benim çalışmamla ilgili istişarelerimiz oluyordu. Prof. Dr. Erol Güngör’ün ölüm yıldönümüne yetiştirmeyi arzu ettiğim belgesel için zamanla yarışıyordum. Hiç unutmam ben ve arkadaşlarım ancak 2-3 gün kala montaja girebilmiştik. Sabahtan başlayan çalışma için arada geliyor, nasıl gidiyor diye soruyordu o günün akşamında ben ve montaj ekibi çalışma için sabahlayacakken, oda gitmemişti ihtiyacın olur belki ben diğer odada uyuyacağım lazım olursam lütfen uyandır hemşerim demişti.
Bu bir dostluktu, kardeşlikti, farklı fikriyatta olsan da dayanışmaydı. Bizim o günde, bugünde fikri yapılarda ki farklılıklar, insanları kategorize etmemize, yakın yada uzak olmamıza sebep değildir. O hümanizm penceresinden bakar, ben rıza-i ilahi penceresinden. Gördüğümüz ise önce insan’dır… yani eşref-i mahlukat olmasını, bilenlerdir.
Hiç unutmam, Can Dündar bizim okulumuza gelmişti. Hacı Mehmet’in Can Dündar’a hayranlığı, saygısı vardı, görüşmek istiyordu. Ve istediğine ulaşmıştı. Zaten o dönem Dekanımız olan Dursun Ali Dinç hocamız, organizasyonlarla öğrencilerine, bu fırsatlar için kapı aralıyordu. İstediğini elde etmiş uzunca bir konuşma ortamı bulmuştu. Konuştuktan sonra ki heyecanını bende canı gönülden paylaşmıştım.
Okuldan hocalarımız bir gün bana Nadide, Can Dündar belgesel kanalı kuracakmış, diğer hocalarınla da görüştük. Seni ve Hacı’yı önereceğiz demişti. Bende Can Dündar’ı bugün dahi saygı ve hayranlıkla takip ediyorum. İnandığı şeyleri yapıyor, ama benim inandıklarımla bazen çelişen durumlar olduğu için olmaz hocam demiştim, konu orada kapanmıştı. Kanal işi de olmadı zaten yada fikir olarak kaldı. Bilemiyorum ama bildiğim Hacı o ekibe emeğiyle dâhil oldu ve alın terini akıtarak, yüreğini koyarak yaptığı işlerle çok şey kazanırken de katkı vermesini de bildi.
Uzun zamandır görüşmediğim arkadaşımı tebrik için aramıştım birde birinci ağızdan eleştirilerime cevap almak istemiştim. Konuştuğumda eleştiri bombardımanın seviyesinin düşüklüğünden şikâyetçiydi. Haklıydı da, Pazar sabahı izlediğim bir programda Can Dündar için onursuz kelimesini kullanacak kadar seviyenin düştüğüne tanıklık ettim.
Konuşmamızda benim eleştirilerim 4 kalemde toplanıyordu, dini mesaj, özel hayatına girilmesi, yalnızlığının demagojik işlenmesi ve Yunanlı bir çocuğun Atatürk’ün rolünü üstlenmesiydi.
Gerekçeleriyle açıklaması oldu, 1 senedir emek veriyorlardı, savunmasında kendince haklıydı çünkü bir emeğin arkasında duruş sergiliyordu. Ama bazı mesajlarda denge olmadığı için tepki almasının normal olduğunu söyledim, çünkü Atatürk denge adamı bir liderdi. Komünist bir devleti kullanarak, emperyalist güçleri durdurmayı denge politikasıyla sağlamıştı ve bu dengede bir devletin doğmasında öncülük etmişti. Atatürk, devrimlerini yaparken dahi dengeler oturmadan yapmamıştı. Belgeselde de vermişlerdi notlarında madde madde yazılıydı yapacakları ama zamanı gelince yaptı. Fakat Hacı Mehmet, denge gözetilerek yapılacak bir çalışmanın anlamlı olmadığını söyledi. Ve bu noktada en radikal tepki belki de takdir bekledikleri kesimden geldi.
Bir liderin belgeselinde özel hayatının bu kadar ayyuka çıkarılması hoş değil. Zaten göz önünde olması gereken resmi Atatürk o dönemde vermiş. Farklı kareler aramanın bana göre anlamı yoktu. Evlatlığı ile ilgili söylentilerde belgeselle beraber daha bir konuşulur oldu, hoş değil bence. Ki o kişi bazı sırlar benimle gidecektir demiş, olay bitmiş.
Gazetecilik özel mecralarda değil, icraatlarında yapılmalı ki toplum bilgilensin. Sevgililerini bilse, eşi ile durumlarını bilse, izleyici ne kazanacak. Ben bir kitabı okurken de bir programı, belgeseli, diziyi izlerken de ne kazandırdığına bakarım. O belgeselde özel hayatla geçen dakikalar benim zaman kaybımdı. Bana televole kültürünü çağrıştırdı.
Hacı Mehmet yalnızlığı ve özel hayatı konusunda her insan gibi sevip sevildiği yani duyguları olan Atatürk’ü vermeye çalıştıklarını söyledi. Netice de o da bir insan dedi.
Neticelere baktığımızda her insan aynı düşünecek diye bir şartlandırma olamaz tabi.
Son konu ise Rum çocuğunun Atatürk rolünü oynaması. Hacı Mehmet’e hümanizmden dem vurarak konuyu açıklayacağını biliyorum ama yinede yadırgadım, dedim. Çünkü ben çocukken her 23 Nisan’da ya piyeste, ya halkoyunlarında, ya kortejde, ya kürsüde kutladım bayramımı. Böylesine özel bir günü dünyaya mal eden bir liderinde hayatını oynamak onuru, Türk çocuğunun olmalıydı, diye düşünüyorum; diye düşüncemi ifade ettim.
Rumlara karşı olduğum anlaşılmasın ben Rumlarla komşuluk yaptım yortularında, kiliselerinde, ayinlerinde onlarla iç içe bir çocukluk geçirdim. Sınıf arkadaşım, oyun arkadaşlarım oldu. Hatta hayatta tek akrabası kızı olan ve oda Yunanistan’a giden bir Rum kadınına analık deyip sahip çıkan, bir babanın kızı olarak, o kültürü ve insanlarını iyi tanıdım. Aynı sofrada çok yemek yedik dini bayramlarımızı hep beraber kutladık biz onların kilisesine gittik, onlar bizim kandil gecelerinde camilerimize geldiler.
Lakin bizim anlamadığımız bir şey var Rumlar, Venizelos’un hayatını asla bir Türk çocuğuna oynatmazlar.
Cevap olarak Venizelos’un Nobel’e aday göstermesini ve Atatürk’ün barışçıl kimliğini besleyen hümanisttik yaklaşımlarından, ileri görüşlülüğünden bahsederek Atatürk’ün hayatta olsa bundan memnun olacağından bahsetti.
Buna ikna olmam mümkün değil, zaten izleyicileri ikna etmek zorunda da değiller. Ama… benim içime sinmeyen bir durum yinede. Selanik’te Türk çocuğunu bulmak da zor değildi. Beklerdim ki Batı Trakyalı bir Türk çocuğu bu rolü oynasın, bana göre alüyülala olurdu.
Velhasıl eleştirilerimi Hacı Mehmet’le, cevaplarının özünü ve görüşlerimi sizlerle paylaştım. Görüşler fikir verebilir ama bence kanaatinizi belgeseli izleyerek oluşturun.
Bu belgeselin kaldırılmasını talep edenler var bana göre çok yanlış olur. Yanlışlıklar doğrular ile düzeltilir. Yok sayılarak, sansürlenerek asla düzeltilmez. Bu bir adımdır, ilerletmek gerekir. Cesurca bir adım atılmıştır. Üslup korunarak eleştirilir, beğenilmiyorsa o öyle yapılmaz böyle yapılır denilir. Hepimizin eleştirileri var, dile gelen, gelmeyen. Ama gösterimden kaldırmak, çözüm müdür? Olayın bir diğer boyutunda ise Can Dündar ve ekibi, halk deliyle akrebin yuvasına parmağını soktuysa, acısına katlanacak… Eleştirilere açık olmak zorundalar çünkü bu memlekettin en önemli liderinin hayatını biraz farklı bir belgesel anlayışıyla verdiler.
Ama öyle bir zamanda gösterime girdi ki belgesel, Atatürk’ün bu millet için… vatan için… nelerden vazgeçip bu milletle omuz omuza vererek kazandırdıklalarını, nereden nereye geldiğimizi millete tekrar hatırlattılar.
Gündem Ulu Önder Atatürk. Gündem Kurtuluş Savaşı günlerimiz. Unuttuğumuz günleri Atatürk’ün hayatının konuşulması dolayısıyla bayrağı kimlerden ve ne şartlarda teslim aldığımız hatırlamak güzel.
Eksikleriyle, hatalarıyla, farklı mesajlarıyla da olsa belgesel Atatürk’ün daha fazla konuşulmasını, hayatının okunmasını, mesajlarının algılanmasını sağladı.
Bu gün bu gençliğin Atasını daha iyi tanımaya, anlamaya ve Atasından vatanseverliği öğrenmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Bunu sağlamış olmalarından dolayı saygıyı hak ediyorlar.
Sayın Can Dündar ve ekibi, emeğinize, yüreğinize sağlık.
Bu vesile ile özellikle belirtmek isterim ki…
Biz Türk kızlarına ve kadınlara haklarımızın kazanılmasında öncü olduğu için Mustafa Kemal Atatürk’e şahsım adına minnetlerimi ve şükranlarımı bir kez daha sunuyor, Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Yüce Atatürk sevgimiz ve duamız seninle…
Dâhili ve harici düşmanlarımız olsa da, müreffeh Türkiye için, muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur’
Ne Mutlu Türküm Diyene!