Öncelikle bütün okuyucularımdan özür dilemek istiyorum. Uzun süredir yazı yaz/a/mamış olmamın iler-tutar bir tarafı yok, sorumsuz davranmış olmaktan başka! Beylik ve klasik gibi görünse de samimi dileğimdir: Anlayışınıza ve samimiyetinize sığınıyorum.
Beni yüreklendirmekten geri durmayan ve peşimi bırakmayan Servet kardeşim ile hiç beklemediğim bir anda beni coşkuya boğan Bolu’dan Kemal Bey’e ve sabrını zorladığım editörüme de hassaten teşekkür ediyorum.
Sohbet edelim…
Kitapçılar benim için kadın kadar tehlikeli olmaya başladı! Gide-gele tanış olduğum ve teklifsizce raflarına el uzattığım sekiz-on kitapçı var Ankara’da. Hemen hepsinde kredimin olması da ayrı bir sıkıntı. Çoğu kez selam vermek için içeriye adım atıyor ama girince çıkamıyorum. Ve neredeyse cebimdeki tüm parayı kitapçılara verip elimde poşet yola dizildiğimde ayılıyorum! Suç işlemiş çocuk psikolojisi gibi bir durum. Annem ne diyecek!
Kitapçılara olan borçlarımı en kısa zamanda ödeyip uzun bir süre semtlerine uğramamayı düşünüyorum.
Yukarıdaki cümleyi yeniden okuduğumda gülümsüyorum kendi kendime. İki yanlışı birden yapmışım! Birincisi; genel olarak söyleyen insanların –çoğu kez- yapanlar olmadıklarına olan inancımdır. İkincisi daha özel; kendime koyduğum kuralları çarçabuk alaşağı etmekte mahir değil miyim?
Sabahın erken saatlerinde Cengiz kardeşimle Ayranı bölgesindeydik. İşimizi bitirdikten sonra simitlerimizi yedik, çaylarımızı içtik. Bana sevgilisinden bahsetti kısaca. Bizim yaş gurubumuzun söylemi –taşralı gençlerde hala yoğun olarak var olduğunu sanıyorum- gibiydi kurduğu cümleler. Sevgilisi muhafazakârdı. Ahlaklıydı. Namazını kılıyordu.
Bizler taşralı gençler her naneyi yer ama şöyle derdik: Başı kapalı kız alacağım. Buradaki ikiyüzlülük ve sahtekârlık kendi yapmadıklarımızı eşimiz olacak insandan beklemekti. Biz delikanlıydık, gençtik; içki içebilir, geneleve gidebilirdik. Gençtik ve hoş görülmeliydik. Namaz-niyazla işimiz olmazdı ama evlenince “adam” olmayı düşündüğümüzden eşimiz muhafazakâr olmalıydı.
Bizim elimiz kırk ele dokunur ve kırk ele daha dokunmak için yutkunurken “eline erkek eli değmemiş kızlar” düşler ve arardık. Bu hakkımızdı!
Benimkide laf hani! Büyükşehirler aynı değil mi? Yalnız taşraya mı has bu embesilce anlayış? Büyükşehirler, yani anlayış olarak batıcıl yaşayanlar da biraz daha modern bir söylem kullanıyorlar. Hepsi bu kadar. Erkek yine aynı erkek! Eşeği düğüne de götürseler ya odun taşır ya su misali. Ya su taşıyoruz ya odun!
İnsanların Allah ile olan irtibatlarını eş, anne, baba veya çocukları üzerinden sağlamalarının geçerli –kurtaran- bir tarafı varsa işi yırttık! Değil mi ki Hz. Âdem hepimizin dedesi.
Kaç zamandır aklımda bir oluşum dönüp duruyor. Sevginin ve samimiyetin er-geç meyve veren bir ağaç olduğunu tekrarlıyorum. Düşüncemi, bakışımı ve ifadelerimi bunun üzerine kurmaya gayret ediyorum.
Dünyayı değiştirmeyi, kötülüğü ve budalalığı yenmeyi, insanlara adalet ve cesaret aşılamayı başaramadım. Sonra vazgeçtim. Bu hem zordu hem de asla gerçekleşmeyecek bir düştü. Kendimi değiştirmek daha ahlaklı olandı. Kötülüğü yenmek için çalışabilirdim. Budalalıkla eskiye dayanan bir hukukum vardı ve kolay vazgeçemezdim. Adaletli olan zaman içinde cesarette kazanıyordu.
Sevgili kardeşim soruyor, abi daha ne kadar susacaksın? Senin duymuyor olman benim sustuğum anlamına gelmez iki gözüm…
Sevgilim. Sen benim isyanım ve itirazlarımda, küstüğümde, coşkumda ve bu dünyadan vazgeçişimde konuştuğum yanımsın. Sana akıl vermelerim kendime söylediklerimdir.
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 2 yorum
yapılmış )
Hocam tekrar yazılarınızla buluşmamız çok heyecan ve helecan verici birşey...Umarım O yazıyı da kaleminizden okuruz... Sevinçten ne yazayım bilmiyorum ...en iyisi mi siz yazın bizler sukut içinde dinleyelim...
Hocam tekrar yazılarınızla buluşmamız çok heyecan ve helecan verici birşey...Umarım O yazıyı da kaleminizden okuruz... Sevinçten ne yazayım bilmiyorum ...en iyisi mi siz yazın bizler sukut içinde dinleyelim...