Aşk, duru bir su birikintisini andırır. İçeriği ve doğası, her yerde, her durumda aynıdır. Değişen tek şey, mecrasıdır. Bir yere akacaktır; ama nereye? İşte aşkın sorunu da budur…
Doğru adrese akmayan bir aşk, kişinin omuzlarında bir yüktür ve başına türlü sıkıntılar açması beklenebilir. Çevremizde sıkça tanık olduğumuz şekliyle, aralarında denklik olmayan herhangi iki kişi arasında kazara doğan aşk ilişkileri, bu konuda hayli zengin bir veri tabanı sunmaktadır. Örneğin zengin ve eğitimli bir bayanın varoşlarda yetişmiş bir delikanlıya aşık olduğu kurguları filmlerde çok görmüşsünüzdür. Yazık ki, gerçek yaşamda böylesi ilişkilerin çok geçmeden düş kırıklığı ile son bulması beklenir.
Aynı şekilde, güzelliğin ve aşkın evrensel kaynağı olan Allah’ın sevgisine göre senkronize edilmiş olan ve hayret verici bir biçimde iki heceli düzenli ritimleri “Allah, Allah, Allah!” lafzını çok fazla andıran insan kalbi çalışma vadesi zarfında bir başka nesneye yöneldiği zaman, kendini heba edeceği bir bataklığa girmiş gibi olmaktadır. Bunun sebebi, bizzat Allah’tır. Çünkü sevgisinde kıskançtır.
Allah, kendisinden başkasının hayalleri ile dolu olan bir kalbe girmek istemez. Eğer girmek istiyorsa, o kişiyi iki olasılık beklemektedir: Kalbinde taşıdığı diğer sevgilerden ya kendi talebi üzerine ya da açıkça düşünmediği halde Allah’ın tek taraflı müdahalesi ile kurtarılacaktır. Üçüncü olasılık ise, iki taraflı ortak bir iradenin devreye girmesidir.
Allah’tan başkasından kopma talebini ileten kişinin kalbi, diğer sevgi ve ilgilerden eninde sonunda kurtarılır. Ya lütufla ya da yine sevgiden kaynaklanan planlı bir kahırla kurtarılır. Hz. Eyyüp ya da Metta Oğlu Yunus’a yaptığı gibi zor sınavlarla yüzleştirilen kişi altından kalkılması imkansız görünen hastalıklara, dertlere, sıkıntılara giriftar olur ve etrafına baktığında kendisine yardım edebilecek hiç kimseyi göremez.
Böylelikle olağan koşullarda kalbini çelebilecek bütün dünyevi ilgiler ve sevgililerden umudunu kesip tümüyle arınacak ve geride kalan tek ve en cazip seçenek kalbinde billurlaşmaya başlayacaktır. Bu, Allah’ın sevdiği ve kendisine yakınlaştırmayı dilediği kulu üzerinde yürüttüğü planlı bir operasyonudur; fakat çoğumuz zayıf ve dayanıksız olduğundan, lütuf, ikram ve ihsanlarla kurtarılmayı dilemek daha doğru görünmektedir. Böylece kişiye dünyada arzuladığı her şey verilmiş olsa bile kalbi özel bir denetim altında Allah’la beraber olur, hatta kendisine verilenler tıpkı Hz Süleyman’da olduğu gibi Sultan’a karşı duyduğu sevgiyi besleyip büyütmekten başka bir şey yapmaz. Hz. Süleyman’a büyük bir saltanat verilmişti ve kendisine lütfedilen olağanüstü servet, mülk ve iktidarın, “bütün mülklerin asal sahibi” olan Yüce Sultan’a duyduğu aşkın güçlenmesine vesile olduğunu söylüyordu.
Dünyada Allah’ın sevgisine karşı koyan diğer seçeneklerin etkisel derinliği göreceli olmakla birlikte, lafı kırıştırıp buruşturmadan olayı olabildiğince düzleştirerek konuşmak gerekirse, sözgelimi mü’min erkekler Allah’ı en fazla kadınlarla aldatırlar. Kadın figürünü, duruma ve zamana göre değişen etki tonları ile para, mal, şöhret gibi öteki etmenler izlerler.
Başlıkta, Allah’ın sevgisinde kıskanç olduğunu söylemiştik. Evet, Allah insanı diğer sevgililerden kıskanır. Deyim yerindeyse, bir erkeğin veya kadının eşini kıskanması ve aldatılma durumunda ağır şekilde gücenmesi gibi bir şeydir bu.
İnsanın kalbinden diğer tüm sevgililer tahliye edildiğinde, Allah kor ateşten sevgisini koyar oraya. Artık O, kişinin içine girmiştir. Kişi, O’ndan başkasını sevemez. O’nunla yatar, O’nunla kalkar, O’nunla yürür, O’nunla oturur, O’nunla tutar, O’nunla konuşur. İradesi O’nun iradesi içinde erimiştir. O, onun yürüyen ayağı, tutan eli olmuştur. Sanki her an ve her yerde onun yerine veya adına hareket etmektedir. İşte burası, “Ene-l Hak” kavramının kapısına dayandığımız noktadır…
Bu aşamada kişiye meleklere ait birtakım özellikler bağışlanır. Kişi, öncelikle doğadaki herkesi bağlayan fiziksel yasalardan muaf olur. Zaman ve mekanın kayıtları ortadan kalkar. Böylece Allah’ın kullarına olan rahmetinden bir eser olarak bir anda dünyanın pek çok noktasına ışınlanma tarzında ulaşarak zorda ve darda kalan insanlara yardım edebilmek gibi bir üstün hizmet nişanıyla onurlandırılır. Ayrıca, kendisine “tekvin” sıfatından belirli bir pay tahsis edilir. Öyle ki, artık bir şeyi dilediği ve “Ol” dediği zaman, o şey mutlaka olacaktır.
Yüce Dost, kendisine dost olarak seçtiklerini böyle muhteşem nimetlere gark eder ve şımartır…