|
|
|
Bütün Türkiye bilir Sayın Başbakanın Konya sevdasını. Konyalının gönlünde bambaşka bir yeri olduğunu… Kim bilir kaç defa gelmiştir şehrimize ama bu günkü ziyareti çok daha anlamlı olacak… 2008 Şeb-i Arus’unu farklı yapan bir başka Konya sevdalısının ayrılmamak üzere yuvasına dönüşüne şahit olmakta yatıyor. 1999 yılında kaybettiğimiz Prof. Dr. Eva de Vitray Meyerovic memleketine, Konyasına dönüyor.
Sıkı bir Katolik olan Prof. Eva de Vitray Meyerovich’in rüyasında mezarını görür. Rüya örüntülerinin karmaşıklığı içinde “ben ölmüşsem mezarımı nasıl görüyorum” diye düşünür, “filozof olduğum için belki de” diye aklından geçirirken mezar taşına yaklaşır, Arapça yazılmış mezar taşını görmek onu hayli şaşırtır taşın üzerinde ise Havva ismi yer almaktadır. Havva Hanım’ın hayat hikayesine vakıf çok değerli bir büyüğümden dinlediğim bu anı hangimizi etkilemez ki. Yıllarca önemli ilmi katkılarını takdirle karşıladığımız Semazen Net’deki Eva de Vitray Meyerovich bölümünden bir alıntıyla tanıtmak istiyorum Havva Hanımı, kendi ifadeleriyle: 'Çevremi kuşatan gelenekçilikten ıstırap duyuyordum ve sıkıntılarımı rahiplerime anlatacak olsam, bana hepsi de aynı şekilde şüphelerden uzak durmamı öğütlüyor ve bu şüpheleri benden gidermesi için Rabbime dua etmem gerektiğini söylüyorlardı. 18 yaşıma gelip de felsefe okumaya başlayınca, duyduğum bu huzursuzluk dayanılmaz bir hal aldı. Bu şartlarda gidip kudas âyini yapmak bana nâhoş görünürdü. Onun için hepsinden vazgeçmeyi tercih ettim. İlişkimi kökünden kestim… Mutlak'ın susuzluğunu çekiyordum ve hayli huzursuzdum. Benim hâlim, daha ziyade, geceleyin kendisini duyacak birini arayan bir geminin attığı imdat işaretini andırıyordu.
İslam’ın doğum sancılarını en derinden hisseden Havva Hanımı ne kadar anlayabiliriz? Anadan doğma Müslümanlar gerçekten de içinde yüzdükleri “Deryanın kıymetini” idrak edebiliyorlar mı? İslam nasıl bir Rahmet ki Fransız Filozofa susuzluğunu Katolik Rahiplerinin yanı başında hissettiriyor? Yine Havva Hanıma kulak verelim kana kana içtiği pınarı bir de O’ndan dinleyelim: “Müslüman olmuştum, hem de hiçbir şeyi inkâr etmeden. Ne Tevrat'ı inkâr ediyordum, ne de İncil'i. Sadece beni her zaman rahatsız etmiş olan hususları, konsillerin kararlarını, Allah'ın şu gibi veya bu gibi olduğuna karar vermek için Roma 'da toplanmış o beylerin dogmalarını bir tarafa bırakıyordum.”
Rüyadan uyanış, yeni bir hayatın da habercisiymiş meğer; Muhammed İkbal ile başlayan Hakkı bulma yolu Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye ulaşır. Havva Hanım Şeyhine sadakatte kusur etmez, Mesneviyi Fransızcaya çevirir. Avrupalıyı aydınlatacak İslamı anlatan pek çok esere emek harcar. Hayat hikayesinde elbette çok önemli başlıklar vardır ama ben Havva Hanımın iki duasından bahsetmek istiyorum. Birincisi Mesnevi’yi Fransızca'ya çevirmektir, diğeri ise Konya'da Mevlana'nın yakınlarında mütevazi bir mezara gömülmek… İnşa Allah bu vasiyette Büyükşehir Belediyemizin çabalarıyla bu gün gerçekleşecek. Küçük bir not Havva Hanım’ın mezar taşını sorduğumuz Kültür Daire Başkanı Ercan Uslu Bey, rüyaya uygun olarak hazırlandığını ve üzerine de Havva isminin yazdırıldığını belirtti. Gözlerimiz doldu, buruk bir sevinçti yaşadığımız…
Olayın gelişimini yakından bildiğim için Belediyemizin çok zorlu ve ince bir diplomasi yolunu iğne ile kazarak katettiğini söylemeliyim. Türkiye de kaç belediye böyle bir donanım ve uluslar arası organizasyon kabiliyetine sahiptir bilmiyorum. Başkan Tahir Akyürek’i tebrik ediyorum. Elbette Doç. Dr. Abdullah Öztürk Beyin gayretlerini zikretmeden geçmek de sanırım büyük haksızlık olur.
Sevgili Başbakanım 17 Aralık 2008 ziyaretiniz bambaşka bir anlam taşıyor. Konya Havva Kızını bağrına basarken Sizi de şahit tutuyor. Vefanın anlamını en iyi bilen, küçük bir kız çocuğunun hediye ettiği bileziği ömür boyu saklayıp, sessiz yığınlara sadakat sembolü yapan Sayın R.Tayyip ERDOĞAN değilmidir? Konyalı hemşerileriniz de Hava Hanıma ve hatırasına Tayyip Erdoğan misali sahip çıkıyor. Emeği olanlara şükranlarımı arz ediyorum.
Yazımı Havva Hanımın sözleriyle bitiriyor, Rahmet ve Mağfiret niyaz ediyorum: “Benim için İslam'ı keşfetmek, kaybedilenleri yeniden bulmak, ayrı düştüklerime tekrar kavuşmak gibi bir şey oldu. Benim kendimi evimde hissettiğim yegâne ülke, meselâ Paris değildir; ben Paris'te hayran hayran dolaşan bir turist gibiyim. Kendimi gerçekten evimde hissettiğim tek ülke Türkiye'dir; Türkiye'ye ayak basınca, evine tekrar kavuşan bir kedi gibiyimdir.”
|
Köşe Yazısı
Hakkındaki Yorumlarınız
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|
|
|