|
|
|
Yalnız bir bekleyişi vardı mezarlığın kapısında. Beyaz sakalları, hüzünlü bakışları vardı. Sararmış kuru yaprakların arasında dolaşmakta olan bir de bastonu, belki de cennete giden yolu arıyor. Cübbesinin yerini alacak beyaz kefeni hayal ediyordu.
Nemli bir toprak kokusu eşliğinde başını çevirip mezarlığa bakıyor, sakin uzun bir huzura giden yolda keşiflere başlıyordu bakışları, kırış kırış olmuş şakakların altından.
Aklıma geliyor bir fısıltı o an “Ölüm seni uyandırmadan uyan!”
İzlemeye devam ediyorum, usulca biraz daha yaklaşıyorum aksakallı, yürümeye mecali kalmamış dedeye. Kolundaki saate baktım bir ara. Birde mecalsiz bedene. Bir kelebeğin kozasından çıkışıyla ölüşü arasındaki kısacık zamanı sığdırmış gibiydi sanki 12 rakama. Belki de traji komik bir film senaryosunda başrol oyunculuğundan alınmak üzereymişçesine siyah beyaz, ölüm ve yaşam kokuyordu sessiz sessiz…
Bir selam gönderir gibiydi yavaşça eğilip kalkan başı sessiz kalabalığa. Taşların ortasında yapayalnız kalmış bir ölümü izliyordu sukutla. Her nefis ölümü tadacaktı, o da yamacında dolaşmaktaydı. Yorucu bir masaldan çekip alınmış gibiydi titreyen eller, sendeleyen adımlar.
Bir varmış… Bir yokmuş…
Okudum onu izlerken. Peki bu kahraman neyi oynamıştı da böyle sessiz bir topluluğa sessiz bir selam göndermişti.
Yaşamak için mi savaşmıştı? Ölmek için mi yaşamıştı?
Biraz daha yaklaşınca bir bezginlik hissettim hazan yapraklarının arasında dolaşan adımlarda. Usulca uzaklaştım kısacık bir yaşam hikayesinden. Başlığına baktım, gelişme bölümüne dokunmadım, zaten giriş ve sonuç bölümünden haberdardım. Ağlamaklı bir ses doğumun tellallığını yapmış belli. Ara ara gülümseten molalarda olmuş gibi sanki. Islak, gidenlerden ve gelenlerden aşınmış bir yoldan geçmekte şimdi.
Sona yaklaşmakta…
Bir ara heybesini yokladığını gördüm. Kazançlarını sorguladığını hissettim. Bir de geç kalmışlığın pişmanlığını. Evet ölümün kenarında dolaşırken yaşamdan kazançları yoklamak için oldukça geç kalınmamış mıydı?
“Ölüm mü’minin hediyesidir”(Çünkü dünya bir mahpus gibidir. Nefsi ile daima mücadele eder ve şeytanın saldırılarına müdaafa eder Mü’min kendini. Ölüm ise onun bütün bu zorluklardan kurtulması demektir.)Hz. Muhammed(s.a.v)
Aslında herkesin en iyi bildiği şeydir bir gün mutlaka ölüm gelir. Ama nicesi hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaktayken ölümden kırıntılar bırakan hastalıkların farkında bile olmaz. Aklımıza bile gelmez son nefesimizi veremeden mi öleceğiz? Alamadan mı?
Bu yaşlı amca acaba en son ne zaman musalla taşını anımsadı, en son ne zaman duanın sedasını duyurdu bu sessiz yatışlara. Acaba en son ne zaman bir gün oraya göç edeceği geldi aklına? Evet semaya açılan eller hiç kapanmak istemiyordu sanki. Hayalmiydi gerçekmiydi, sadece ben mi görüyordum yoksa herkes aynı şeylere mi bakıyordu bilmiyorum. Ama şu bir gerçekti. Yarın olmayacak bir karartı dolaştı o kimsesizler mezarlığında. Özenle bir yer beğendi kendisine. Belki de en göz önünde olabileceği yeri seçti kendince. Yoldan geçenler bir dua gönderir diye. Bir seslense duyuruverirdi sesini. Malum ölümle bitmiyor her hayat, başlangıca bir adım attırıyor sakince.
Menfaat, kariyer, statü, mal, mülk, ev, iş, araba, gönderir mi acaba bir dua?
Heybemizi şimdiden yoklamak dileği ile…
|
Köşe Yazısı
Hakkındaki Yorumlarınız
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|
|
|