|
|
|
Sonuçlara kapılmak sebepleri görmemizi engeller bazen. Ah vah dövünmeleri, bu hale nasıl geldik sorusunu akılara getiremez çoğu zaman. Oysa her sonucun bir sebebi vardır.
Tuhaf günler yaşıyoruz. Türkiye’de “Sağcı” olduğu düşünülen Ak Parti iktidarında solcuların hayal dahi edemediği işler yapılıyor. CHP’nin oy deposu olan Alevi Vatandaşlar Ak Parti ile geniş kitlelere mesajlarını verme imkanı buluyor. Yıllarca düşünülmesi teklif dahi edilemeyen Kürtçe Televizyon devlet eliyle kuruluyor. Örgüte inat doğu ve güneydoğuda reyting rekorları kırıyor. 10 Ocak 2009 tarihi vatandaşlıktan çıkarılan Nazım HİKMET’in muhteşem dönüşü olarak takvimlere kazınıyor…
Olaylar bunlarla da sınırlı değil. Fikri SAĞLAR’ın hayatını verdiği, Bedri İNCETAHTACI’nın ise hayatını kaybettiği Susurluk Skandalı yeniden tozlu raflardan indiriliyor. Üstelik baş aktör İbrahim ŞAHİN’in yargılama sürecini etkileyip Susurluğu örtbas etmekle suçlanan Sabih KANADOĞLU’da mercek altında. Sol iktidarların örttüğü derin ilişkilerin yargıya taşınması da Ak Parti iktidarı döneminde. Örgütün Avukatı ise CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL.
Sahi en son sol iktidarı ne zaman yaşadı Türkiye? Ak Parti öncesi DSP-MHP-ANAP koalisyonunu sayarsak yaklaşık 7 yıl önce. Neden 7 yıl önce Nazım vatandaşlığa alınmadı? Neden TRT Kürtçe yayına başlamadı? Neden Ecevit’i Alevilerle iftarda görmedik? Neden örtbas edilen Susurluk “Halkçı Ecevit” “Milliyetçi Bahçeli” tarafından aydınlığa kavuşturulmadı? Cevapları bilmiyorum. Ama unutamadığım bir sahne var. Vekil seçilen Merve KAVAÇI hanımefendinin ayakta durmayı bile başaramayan Bülent ECEVİT’in sözlü saldırısına uğradığı mahsun hali… Bu hadiseyi bir de ben kurgulayayım dedim, bakalım beğenecekmisiniz?
Tarih 2 Mayıs 1999 İstanbul Milletvekili seçilen Merve KAVAKÇI’nın başörtülü olduğu bilinmektedir. Tecrübeli Başbakan, Halkçı Ecevit sabah erken saatlerde düşüncelidir. “Ne yapsam da milletimi kamplara bölmenin önüne geçsem? Zaten 12 Eylül öncesi canına okuduk halkın… Çıkarım kürsüye avazım çıktığı kadar bağırırım “Biri bu kadına haddini bildirsin derim! Yok yok bu olmaz, milletin meclisinden milletin vekilini nasıl kovarım? Halk onu başörtülü seçti eğer buna karşı çıkarsam demokrasiye ihanet etmiş olurum. Demek ki millet insanların dinleri gereğince hayatlarını tanzim etmesinin hoş görülmesini istiyor…” Çayından bir yudum çeken yaşlı politikacı kendi kendine mırıldanır, “Bu zaten insanların en doğal hakkı değil mi?”
Zaman su misali akmış Mecliste yemin töreni başlamıştır. Bir süre sonra ürkek, çekingen Merve Hanım belirir kapıda. Bülent Bey partisinin şahin milletvekillerinin kıpırdanmalarından durumu anlamıştır. Aklına Atatürk’ün başörtülü Milletvekili Satı Kadın gelir. Atatürk olmak onu anlamakla başlar der içinden ve kürsüye yürür. Herkesin gözü Karaoğlan’da dır. Dağlara taşlara Karaoğlan yazan Anadolu insanının kokusunu duyar gibi olur, göz ucuyla Merve Hanımı süzer… “Burası Milletin temsil edildiği en üst meclis, en üst makamdır. Millet vekilini buraya nasıl gönderdiyse bize düşen O’na olduğu gibi sahip çıkmaktır. Kavgamız, tepkimiz Milletin iradesine ipotek koyanlarla olmalıdır. Hoş geldin Merve Hanım.” Derin sessizliği güvercinin kanat çırpması misali bir ses bozar, gözyaşları içinde Merve Hanım, siyasi görüşü farklı fakat insanlığı örnek emektar Başbakanı ayakta alkışlamaktadır. Bir anda hava yumuşamış gözler Başbakan’ın konuşma yaptığı kürsünün üst kısımdaki yazıya takılır: “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.”
Demokratik solcu Ecevit milletin parçalayan bölen ne varsa üzerine gider. “Başörtülü de bizim, Alevi’de, Kürt de kardeşimiz, Çerkez de…” Savcılara talimat verir “Devlet gücüyle örgütlenip millete zulmedenlere acımayın, avukatları kim olursa olsun…”
Haydi şimdi 2009’a dönelim. Maalesef böyle olmadı. Merhum Başbakan en son ihtimali belki de hiçi düşünmeden hayata geçirdi. Sonuç? Sonuç ortada değil mi?
|
Köşe Yazısı
Hakkındaki Yorumlarınız
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|
|
|