Hata bulunacak, mazeret üretilecek zamanda değil çözüm ve çareler üretilecek bu zamanda tuvale yansıyan manzaralar, hayatlar, manzara hayatlar, resim ve ressamlar da bir başka sanki, yoksa bana mı öyle geliyor ne.
Kısa boylu insanların resimlere büyük gölgeler ile yansıdığı zamanlar doğan güneşin verdiği ışıltı mı yoksa batan güneşin karanlığa en yakın zamanının bir lütfu mudur acabaya cevap bulunamayan bir zaman belki şu an.
Yoksa bu zamanlar rüyaları gerçeğe dönüştürme fırsatının en kestirme yolu olan uyanış vaktimidir?...
Gerçek ile sahtenin, doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, iyi ile kötünün insanlar açısından idraki yansımadan ibaret değil midir? Zira görüntünün gerçekliği veya güzelliği gören bir göz kadar yansıyan/yansıtılan manzara ile paralel değil mi ki? İnsan hayatı da hep yansıyan ile yansıtan, etken ile edilgen, güdenler ve güdülenler, kısaca; resimlerle manzaraların bazen gerçekle, bazen de hayal ile ressam veya ressamlar tarafından doldurduğu bir alan değil mi? Tabi bunu söylerken ne hepimizin top yekun birer manzara ne de birer ressam oluşunu falan ifade etmeye çalışmıyorum. Her insan bazen resim yapar, bazen resim olur, bazen de bir tuval. Bunların her anının ayrı bir gerekliliği, ayrı bir güzelliği, ayrı ayrı anlamları da var elbette. İnsan hayatının gelişimine baktığımızda;
Çocuklar hep tuval olmuştur babalarına annelerine, kardeşlerine, öğretmenlerine ve topluma... Zaman ilerledikçe artık bir manzara olmaya doğru ilerler çocuklar büyük bir hızla... Gün gelir gelişkin bir insan oluşun gereği ben de resimler yapmalıyım der bir de bakarsınız ki artık o da bir ressam duygusuyla dolaşır hep sahnede...
Ne yazık ki her çocuk tuvalden manzaraya, manzaradan da ressamlığa geçemiyor, (geçememeli belki de kim bilir). Ressamlar tomurcuk derdindeki ağaçlar gibi, bir yandan yerin altına filizlenir kuvvetli köklere bina eder gövdesini, bir yandan da her mevsim tomurcuk derdindedir. ( Üstat Necip Fazıl da Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur demiyor mu ). Manzaralar ise; bazen çok renkli, bazen mat; bazen harika bir doğa manzarası, bazen ressamın hayallerini süsleyen bir ideali yansıtırlar. Belki manzaraya bakanlar farklı farklı duygulara dalarlar, sanki bir şiir okuyormuşçasına coşa da bilirler. Ancak değişmeyen bir gerçek; o manzara birileri tarafından resmedildi. Değişimi de ancak birileri tarafından ve önce silme eylemiyle başlayan, kirlenmiş bir tuvale dönüşen beyazlık ve manzara kalıntılarının üzerine yüklenen yeni manzaralar, yeni duygular, yeni hisler süreci ile mümkün olabilecektir.
Hayatta insanlar fıtratları veya nasipleri gereği elbette farklı farklı özelliklerde ve güzelliklerde olacaklar. Onun içindir ki her doğanın gelişimi aynı olmamaktadır. Ancak bazılarının olması gereken hiçbir şey de yok demek mümkün değildir. Picasso bir çok insan tarafından taklit edilmiştir – belki de taklit edilmesi en çok beklenen ressam olmasına rağmen- hiçbir taklitçisi onun kadar tanınmamış, onun kadar anılmamış, onun kadar kıymetli de olmamıştır. Günümüz dünyasında hayatlarını taklitlerle, başkalarının çizmiş olduğu resimlerde manzaralar olarak yaşamak, başka bir deyişle; ilkelerden, ideallerden, davalardan yoksun bir hayat insanların kendi hayatları değil olsa olsa manzara hayatlardır diye düşünüyorum. Unutmamak gerekir ki manzara hayatların bile ön plana çıkıp kıymetli olduğu zamanlar da olmuyor değil. Öyle ki; hakim/baskın kültür karşısında silinen veya bukalemunu aratmayan, fırsatını bulduğu anda ceberrutlaşan, bünyesinde ucube bir zenginlikle birkaç kişiliği birlikte barındırabilen, bireysel menfaatleri için Makyawel’e taş çıkartan, bir bütün olarak karşınıza alıp değerlendirdiğinizde çok ucuz dahi olsa bir manzara yansıtmayan hayatlar karşısında elbette manzara hayatlar da öne çıkacaktır.
Resmi ve özel tüm organizasyonları da yaşayan bir organizma gibi değerlendirmemizin yanlış olmayacağından hareketle ülkemize bir de “manzara ve resim” başlığında bakıp, son dönem yaşanılan değişim ve gelişimi bir daha yorumlayalım istiyorum.
Haftalardır hatta aylardır AB ve kriterlerine odaklandık hepimiz. Neticede her kesim bilgisi, görgüsü, inanç ve idraki çerçevesinde yorumladı gündemi ve gelişmeleri.
Neticede bizim penceremizden görünen o ki; manzara, tuval veya ressam ayırt etmeksizin halk katmanlarımız arasındaki sosyal veya iktisadi seviyede hala neredeyse uçurumlar ile ifade edilebilecek bir farklılık söz konusu. Bu ise ülkemizin dışa yansıyan manzarasında bütünsel bir yaklaşımla bakıldığında “hükümetin onca dik durma gayretlerine rağmen” ciddi bir “özgüven” eksikliğini gösteriyor.
BÜYÜK RESSAMLAR İDEALLERİNİ, SIRADAN RESSAMLAR İSE HEVESLERİNİ RESMEDERLER. Gerçek kaynaktan beslenip, hedef ve gayelerini resmeden hayatlara binlerce selam olsun.
Sahi; hiç manzara resmetmeyi denediniz mi? Yoksa hep tuval olmayı mı yeğliyorsunuz?