Türkiye’nin uzun zamandır beklediği AB ile tam üyelik müzakerelerine başlama tarihi olarak 3 Ekim 2005 tarihi, Türkiye için olduğu kadar AB ABD ve ŞİÖ içinde büyük önem taşımaktadır.
3 Ekim kendi başına büyük bir başarıdır. Bunun birçok nedeni var. En başta, Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerini tamamlamış olduğu, bu kararla net bir şekilde ilan edilmiştir. Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri olan siyasi, ekonomik ve hukuki açıdan AB standartlarına uyum sürecini tamamladığı, zaten AB komisyon raporu ile 6 Ekim 2004 te deklere edilmişti.
Diğer yandan bu tespit ve kabul, Türkiye’nin 1990’lı yıllarda AB ile ilişkilerinde karşılaştığı sıkıntılar ve engeller göz önünde bulundurulduğunda gerçekten büyük bir aşamadır. Türkiye-AB ilişkilerinin tarihindeki belki de en önemli dönüm noktasıdır.
Kendini yenileyemeyen, yeni durumlara, yeni çözümler üretemeyen yapılanmalar, zaman içinde değişime yenik düşerler ve işlevlerini kaybederler.
Demokratik siyaset zemini her türlü sorun ve çözümlerin, toplumsal taleplerin eğrilerin doğruların konsensüslerin-uzlaşmaların- zeminleridir.
Toplumsal ve kültürel farklılıkları legal siyasi zemine çekerek, kurulu düzeni ideolojik ve siyasi aşırılıklardan korumanın en emin yolu katılımcı demokratik siyaset zeminidir.
Başbakan Erdoğan’ın şu sözleri zaten konuyu kesin kes net bir şekilde açıklıyor
''AB sürecinde birkaç ülke, hala anlaşılamayan sebeplerle farkında
olmadan AB'yi bir Hıristiyan kulübü olarak göstermenin gayreti içine
giriyorlar. AB, bir Hıristiyan kulübü değildir, olamaz. Buna engel olanlar insanlık
karşısında faturasını ödeyemezler. Türkiye, AB'ye katılmadıkça, 'AB
bir değerler bütünüdür' denilemez. Türkiye, AB'de yerini alınca, 'Bu
bir değerler bütünüdür' denilebilir. Biz, İslam kültürü ile demokrasi kültürünün Türkiye'de örneğini verdik. Batı dünyası ile İslam dünyası arasında Türkiye gayet güzel bir köprü görevini oynayabilir. Bu gerçekleşirse 1,5 milyarlık İslam dünyası ile Avrupa'yı birleştirme imkânını yakalayabiliriz. Bu, bana göre çok önemli bir fırsattır. Bu fırsatı kaçırmamamız gerekiyor ve Türkiye şu anda, bu yönde adımlarını atmıştır.''
''Şu anda birkaç ülke bu noktada sıkıntı unsuru oluyorlar. 3 Ekim'de müzakere süreci başlayacaktır. 3 Ekim'de başlayacak müzakere süreci ile yolculuğun ne kadar süreceğini ben şu aşamada belirleyemem, takdir edemem. Ancak Türkiye, 1996'da başlayan gümrük süreci ile birlikte hazırlıklarını yapmış bir ülke konumundadır. Hatta diğer aday ülkelerden çok daha hazır bir ülkedir. Türkiye'nin AB'ye katacağı renk çok farklı olacaktır. Müzakerelere başlayarak bunu zaten göstereceğiz. Fakat bizden hala bazı şeyler isteme gayreti içinde olanlar varsa, bunlar bir yanlışın içindedirler. Artık Türkiye'nin vereceği herhangi bir şey kalmamıştır. Kopenhag siyasi kriterleri-ölçütleri-ile ilgili ne yapılması gerekiyorsa hepsi yapılmıştır. 17 Aralık'ta ne istendiyse o da yapılmıştır. Bundan sonra yapacağımız hiçbir şey yoktur. “
Sözün sonunda öz olarak denilebilecek, Avrupa eski Avrupa değildir. Avrupa, Türkiyesiz yoluna devam edemez. AB, Türkiye’nin alternatifleri içinde sadece bir seçenektir. Asla olmazsa olmaz bir Hint kumaşı değildir.
3 Ekim müzakereleri netice itibariyle belirlenen takvimde başlayacaktır.
Türkiye’nin AB müktesebatına uyum süreci milletin ve devletin konsensüsü ile kutuplaşmalara gereksiz monologlara heba ettirilmeden devlet ebed müddet anlayışı ile demokratik siyaset zemininde ilerletilmelidir.
Daha ben çocukken başlayan AB Müzakereleri ve Ankara Anlaşmasından bugüne 46 yıl geçmiş. Bu kadar bir süreç Devletler tarihinde çok uzundur.3 Ekim 2005 tarihi bu açıdan da önem taşımaktadır. İpi göğüsleyen siyaset ve bürokrasi ricali, bu işle de büyük bir sınav vermiş olacaktır.