|
|
|
Yeni eğitim öğretim yılının başladığı, yaz aylarının kısmi rahatlığından sonra, şehir trafiğimizin bir hayli yoğunlaştığı bir döneme girerken bir yıl önce kaleme almış olduğum “bir dolmuş hikayesi” yazımı sizlerle yeniden paylaşmak istedim.
“Sizinle paylaşacağım olayda kesinlikle sizleri dolmuşa bindirmenin ve dolduruşa getirmenin söz konusu olmadığını vurgulayarak MERHABA diyorum...
Sizleri dolmuşa isteseniz de bindiremem kusura bakmayın. Çünkü Konya şehir içi dolmuşları bir hayli yoğun ve stresli... Ama binmek zorundaysanız lütfen istiflenmeye hazır olun. Sakın ola ki; “ne istiflenmesi arkadaş biz insanız” falan demeyin. Hele hele bayanlara, yaşlılara, hamilelere, kucağında çocuk olanlara yer vermeleri için oturan özellikle genç ve orta yaş beylere uyarıda bulunmayın. Unutmadan söyleyeyim sakın ola ki; gözlük gibi kırılabilecek özel eşyalarınız cebinizde bulundurmayın. Mümkünse onları farklı bir yolla gideceğiniz yere sevk edin.
Şimdi muhtemelen bir çoğunuz “ne diyor bu adam?” diye mırıldanıyorsunuz veya “daha fazla saçmalamaları okumak istemiyorum” diyerek burada benden ayrılacaksınız. Ayrılabilirsiniz...
Bunları neden mi yazıyorum; gelin size anlatayım:
Bundan birkaç gün önce evimden çıktım. Dolmuş durağında işime gitmek için bekliyorum. Birinci, ikinci derken üçüncü dolmuş durdu ve kapısını açtı...
Dolmuşa bindim binmesine ama...
İçerisi tıklım tıklım ve insanlar birbirlerine yapışmış, nefesleri birbirlerinin suratlarında veya enselerinde, sabahın erken saatlerinde sigarasını tüttürmüş bir tiryakimizin ağzından gelen o (na)hoş tütün kokusu, herhangi bir nedenle veya yolcu takviyesi için kaptanımızın frenleri acil devreye soktuğu anlardaki yığılmalar, sendelemeler ve bu ortamda oturacak yer bulamamış 25-30 yaşlarında bir bayanın düştüğü durum...
Dolmuşun ilk basamağını çıktım ve ikinci basamağa henüz çıkamadım. Sağ ve sol dolu önümde de bahsi geçen bayan kardeşimiz. Kalabalığın içinden bayanın ön tarafındaki koltuğa baktığımda yine aynı 25-30 yaşlarında delikanlı bir arkadaşım. Yanında eşi ve eşinin kucağında çocuğu ile oturuyorlar. Beyefendi dolmuşun içerisinden kaçarcasına gözlerini dışarılarda süzüyor. “Kim olursa olsun bana dokunmayın, ben zor yer buldum zaten, bayan değil kim olursa olsun yer veremem” ifadesi var yüzünde. Bir de dolmuşla yolculuğun kurallarını bilmeyen veya tam öğrenememiş ben -kırmızı kartlık- bir söz ile “ beyefendi! Bayan arkadaşa yer verseniz o da biz de rahat edeceğiz” deyince kıyamet koptu.
Beyefendinin ağzından en yüksek ses tonu ile şu veciz sözler döküldü:
- Sana ne kardeşim. Yer veririm veya vermem. Sen kendine bak.Allah Allah yaa!!!...
Dolmuşun içerisi buz gibi oldu, herkes birbirine bakıyor, derin homurtular ve anlaşılmaz sessizlik. Bayanın kendisini “ aslında ben bu dolmuşa binmeyecektim ama mecburum, mecbur kaldım.” İfadelerini ve suçluluk duygularını yansıtan yüz ifadesi...
Bu tepkiden sonra ben de sessizliği tercih ediyorum. Zira bu cevaptan sonra dil ile konuşulmasının anlamsızlığı da söz konusu malum. Bir an öce yol bitsin ve ineyim hırsıyla yolu bitirdik ve indim dolmuştan.
Hakikaten bu hadise beni derinden yaraladı, üzdü, ümitlerime büyük darbeler vurdu. Çünkü; bir milletin medeniyetiyle alakalı en güzel doneleri toplu kullanıma açık yerlerin verdiği gibi sosyal yaşamın gereği olan toplu ulaşım araçları, kısaca topluma açık her yerin ayrı bir önemi vardır.
Dolmuşta yaşanan örnek bu anlamda tek değil. Her gün bunun onlarcasının yaşandığını düşünüyorum. Özellikle sabah ve akşam saatlerindeki yaşanan izdihama gerek minibüsçüler odası, gerek trafik ekiplerinin gerekse yerel yönetimlerin mutlaka bir çözüm üretmeleri gerekir. Farklı bir şehirden buna güzel bir örnek verecek olursak; Tüm dolmuşlarda telsiz sistemi kurulmuş. Ana duraktan kalkan minibüs dolduğu anda fazla yolcu almadan yoluna devam ediyor ve geride bekleyen arkadaşına da yolda bekleyenlerin yer ve adetlerini bildiriyor. Bu durumda hem insanlar istiflenmiş bir vaziyette yolculuk yapmıyor, hem nerede ne kadar bekleyen varsa onu geriden gelen haberdar olduğu için insanlar fazlaca beklemiyorlar. Bunun çok büyük bir maliyet getirmediğini düşünüyorum. Getirse bile bir seferlik böyle bir yatırımı değer buluyorum. Her sistemin suiistimalcileri olacaktır. Ancak getiri-götürü kıyaslamasında yapılması ağır basacak gibi geliyor bana.
Bir dolmuş örneğinden yola çıkarak yukarıdakileri yazmak doğru olmayabilir diye düşünenlere diyorum ki; buyurun çıkın dışarı, binin dolmuşlara, umuma açık wc lere bir bakın, kahvehanelere bir girin, kalabalık caddelerde yayan olarak bir yürüyün lütfen. Tüm bunlardan sonra yeniden yazdıklarımı lütfen bir daha düşünün.
Atatürk: “ Medeni olmayan milletler, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdur” demiş. Bu söz ışığında da yeniden dünya ve ülkemize bir daha bakalım. Ve Adlai STEVENSON’un o güzel tespitiyle de bitirelim:
“ Hep birlikte küçük bir uzay gemisinin içinde bulunuyoruz.Gemimizin çabucak etkilenen hava ve su kaynaklarına bağlıyız. Güvenliğimiz de gemimizin denge ve düzenine dayanıyor. Bu denge ve düzeni koruyabilmek için, ileri derecede duyarlı olan gemimize gereken sevgi ve özeni göstermek, ayrıca da çok çalışmak zorundayız.”
Unutmayalım ki hepimiz aynı gemideyiz ve birbirimize ihtiyacımız var. Gemi batarsa da çıkarsa da birlikteyiz. İlimiz de geminin en güzel kamaralarından birisi. “
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 3 yorum
yapılmış )
|
Abdullah bey iyi yazılar yazıyor belki ama, az yazıyor. Kapasitesini tartışmayacğımıza göre zamanının olmadığına yoralım iyisimi. |
|
|
|
Lütfen TÜRKÇE mize sahip çıkalım.DONE fransızca bir kelimedir.Üzüntüyle ifade edeyim çokça kullanılmaktadır.Malesef bir yönetici bu kelimeyi kullanınca tayfalarıda kullanıyor.Done yerine öge,unsur,veri desek,çünkğü done = veri anlamındadır.Lütfen patronumuz kullanıyor diye böyle kelimeleri kullanmayınız.Saygılar.. |
|
|
[
2005/10/01 11:28
] |
|
Hassasiyetinizden dolayı teşekkür ederiz.Toplumun bilicinin artması gerektiğini düşünüyorum. |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|
|
|