Günlük hayatımızda bir çok kavram kargaşası içerisindeyiz. Söylediklerimizle söylemek istediklerimiz arasında zaman zaman anlam farklılaşmalarının yaşanması bile umurumuzda değil sanki. Oysa ki ne anlatmak istendiği kadar ne anlaşıldığının önemini yok sayacak bir iletişimsizliğe artık katlanma lüksümüzün olmaması gerektiğine inanıyorum.
Zira insanlar konuşa konuşa anlaştıklarına göre doğru konuşmalıyız. Doğru anlatmalıyız, doğru anlamalı ve doğru anlaşılmalıyız. Her zaman söylediğim bir sözü yeniden aktarayım ; doğru anlaşılmayan bir hayatı rastlantılar yönlendirecektir.Buradan hareketle doğru anlaşılmayan veya anlatılmayan meramlar muhatapları nezdinde dilediği yoruma açık olarak kalacak ve zan devreye girecektir. Zan ise sadece bireysel ilişki ve iletişimi değil toplum ve toplumun içerisindeki organizasyonların dahi imhasına, huzurunun bozulmasına, dedikodu ve hasedin yaygınlaşmasına, ön yargıların ilişkileri şekillendirmesine ve insanların güvensizliğine götüren en büyük temellerden birisidir. Çünkü zanda gerçek niyet değil niyet okuma söz konusudur, gerçek objektif yorum değil ön yargı vardır, zanda iyi niyet de pek arandığı düşünülemez. Ve bu noktada tüm ilişki ve iletişimlerde insanların açık olma sorumlulukları devreye giriyor. Açık olunmalı ki insanlar niyet okumak zorunda kalmasınlar, açık olunsun ki zan ile değil doğrularla hareket edilsin. Buna şiddet ve hararetle ihtiyacımız var.
Çünkü; millet olarak dayanışmanın, ortak başarılara imza atabilmenin temelinde zan değil bilgi, niyet okuma değil niyetleri doğru anlama ve algılama, eleştirel düşüncenin şeytanileşmesi değil insanileşmesi, haset değil hamd yatar. Farklı olma, farklı düşünme ve farklı söylemler birer zenginlik olsa da bunların sinerjiye dönüşmesi; doğru iletişim ile birbirini tamamlayan unsurlar olursa ancak mümkün olabilir. Niyet okumalar, sözlere maksadının dışında anlam yüklemeler, okumadan/dinlemeden anlamalar ise farklılıkları ayrı ayrı noktalarda kutuplaştıracak, birbirini tamamlamaktan öte çatışmalara zemin hazırlayacaktır.
Toplumsal yaşamda bir çok karakterle, şahsiyetle ve kimlikle karşılaşıldığı gibi bunların tamamını tek beden ve beyine yerleştiren bukalemunların varlığı da bir gerçek. Onlarla birlikte yaşıyor olmak da bir hayli zor. Böyle bir zamanda, pragmatist yaklaşımların menfaat ve fayda arasındaki insaniliği bile örter olduğu, kurgulanmış hayatların neredeyse zamana hakim olduğu bir ortamda doğru iletişim, birbirimizi doğru anlama ve anlaşılır olma gibi bir zorunluluk doğuruyor diye düşünüyorum.
Gelin ilişkilerimizi bir kez daha gözden geçirelim ve arkadaşlıklarımızda, dostluklarımızda kısaca tüm ilişkilerimizdeki samimiyetimizi yeniden test edelim. İletişim envanterimizde menfaatler, çıkarlar ve haset mi? Yoksa faydalar, paylaşım ve hamd mı daha ağır basıyor. Menfaat ve fayda arasında ne fark mı var. Ben; menfaatte hırs ve bireysellik, faydada kanaat ve toplumsallık, menfaatte çıkarcılık faydada paylaşma, menfaatte nefsilik faydada insanilik, menfaatte sahtecilik ve samimiyetsizlik faydada gerçekler, ihlas ve samimiyet vardır diye düşünüyorum. Her faydada bir menfaat söz konusu olabileceği gibi her menfaatte bir faydanın doğmuş olması her zaman umulmayabilir.
Bireysel faydayı toplumsal faydanın önünde tutan, hayat çizgisinde sadece maddi menfaatlerine esir olup ruhlarını canavarlaştıran, fayda zarar denkleminde tedbir, tevekkül ve taktir üçlüsünü doğru senkronize edemeyip kendisi ve çevresine hayatı çekilmez kılanlardan olmamayı Mevla’dan niyaz ediyorum.