Gündeme takılıp zaman zaman hayıflanmamak, zaman zaman gülmemek, zaman zaman da nedir bu kabilinden hayretler içerisinde kalmamak mümkün değil. Yine günlerdir kendi penceremden acı ve hayretle izlediğim bir gündemle meşgulüz milletçe. Altına veya üstüne dahi bakmaya gerek görülmemesi gereken bir konu bu: KİMLİK…
Efendim kimliğinizi nasıl alırdınız? Alt mı olsun üst mü? Yoksa biraz meşrep, biraz mezhep, biraz statü, biraz bölge sosu alır mıydınız? Yoksa siz ben hiç etlinin etine sütlünün sütüne karışmam deyip halinizden memnun gibi görünenlerden misiniz? Ve kimliğinizin altıyla üstüyle pek alakanız mı yok ne dersiniz? Veya kendi tercihinizle oluşturduğunuz kimlik ve kişiliğinizle dünyaya gelişinizde doğal sahipliğini üstlendiğiniz kimlik arasında barışık bir hayat mı sürüyorsunuz? Eğer öyle bir hatanın içerisindeyseniz lütfen ve de derhal kendinize müdahil olun yoksa bu tartışmanın arasında kimliğinizi kaptırıp sonra da arar durursunuz…
İşin şakası bir yana ne acı değil mi? Kimliğini arayan bir ülke, kimliğinin altını üstünü tarif edemeyen bir organizasyon, aidiyet ile kimliği ayırt edemeyen bir millet ve devlet anlayışı ile bu ortamda yaşamak… Açıkçası kendi aidiyetlerini hala sorguluyor olmayı hoş bir durum olarak göremiyorum.
Oysaki farklı -mezhep, meşrep, bölge hatta ülke bile gözetmeksizin- tüm mensubiyetler hem tek tek hem de toplu olarak belli kimlikleri ifade eder. Bu farklılıklar insanoğlunun birer zenginliğidir de aynı zamanda. Tek kimlik, tek kişilik, tek inanç, tek bilgi, tek görgü, tek tek tek… Bu tekliği ve tek tipliği istemek maalesef vahdet/ birlik adına yapılmıyor. Hoş vahdet adına yapılıyor olsa dahi bu yapıda farklılıklar asla yok görülmemiştir/görülmemelidir. Yok görmeyen bu anlayışın temelinde de ayrışan/çatışan değil bütünleyen/tamamlayan bir öz vardır.
Meseleye aslında en geniş çerçeve olan ilk insan dolayısıyla da yaratılışla başlamalı diye düşünüyorum. Bu anlamda yukarıda da ifade ettiğim gibi insanlar kendi tercihleriyle şekillendirdikleri kimlikleri ile iradeleri dışında verilen/lütfedilen kimlikleri arasında sıkıştırılmamalılar. Eğer bir sorgulama ve varılacak bir yargı aranıyorsa; bu, insanların kendi tercihleri ile şekillendirdikleri kimlikleri üzerinden olmalı, kimliklerindeki ihlas ve samimiyetleriyle olmalı, sorumluluklarına duydukları sadakatleriyle olmalı. Yok bir durum tespiti ve sorumluluk kaynağı analizi çerçevesinde ele alınacaksa iradesi dışında teşekkül eden bir özelliğinden dolayı sorgulanmamalı/suçlanmamalı/taltif veya tahkir edilmemelidir insan.
Mesela hiçbir insan anne-babasını seçme hakkına sahip değildir. Hatta daha ötesi kendi cinsiyetini bile tayin edecek değildir. Ancak her insan bir aileye sahip olarak doğar. Bu bir mensubiyettir ve mensubu olduğu ailenin; dili, bilgisi, görgüsü ve idraki hatta inancı oranında kişiliği şekillenir. Şekillenen bu kişiliğinin kimliğe dönüşümü ise zaman alır. Zaman içerisinde ya doğal üyesi olduğu mensubiyeti kimliğine dönüşür, ya bir kopya olur ya da objektif veya subjektif değerlerle kendi kimliğini gelişim ve değişim süreciyle birlikte şekillendirir. Bir tek bireyin kimlik oluşumundaki kısa hikaye bu. Aynı hikaye dünyanın her yerindeki nice ırka, ülkeye, bölgeye, aileye mensup kişi ve kişilerce yaşanıyor. İşte bu hikaye her insana bir kimlik veriyor. Bu kimlik aslında daha çok dar çerçevede kim olduğunuzun bir nişanesidir diye düşünüyorum. Kişilik ise daha çok aidiyetlerimizde saklı. Asıl olan da kimlikte ne yazdığından daha çok neye ve nereye aidiyet duyduğumuzdur. Aidiyet hissinizin yoğunluğu, kimlik çeşitliliğine inat kişiliğinizin bütünleşmesine, sizi diğerlerinden ayıran kimliğinizin yanında bulunduğunuz ortamda ya tamlanan ya da tamlayan olabilme noktasına taşır. Ayrışmayı yok eder. İşte bu noktada alt veya üst kimlikten bahsedebiliriz.
Baştan bu yana söylemeye çalıştığımız meselenin özünde de aidiyet yatıyor. Herkes insanları sınıflandırıyor nasıl olsa. Biz de gelin insanları kümelere ayırıp içteşliklerini, kesişimlerini ve alt kümelerini oluşturalım. Küme mantığı ile alt ve üst kimlik çözümlemesini yapmayı ben de bölgemiz ve ülkemizde nadir yetişen bilge şahsiyetlerden ve fikriyatımın üstadından öğrendim. Üstadım der ki; “Ben önce insanlar kümesinin bir elemanıyım. Bu küme tüm insanları kapsayan bir küme. Diğer tüm kümeler bu kümenin alt kümesidir. Dolayısıyla alta hangi kümeleri oluşturursak oluşturalım nihayetinde tek bir kümede birleşiyoruz. Diğer kümeleri herkesin kendinedir ve bu kümeler en üst kümeyi teşkil eder, kümelerin tüm varlık ve uğraşları da tek bir kümede birleşir. Bu kümeler zaman zaman ortak elemanlarla birbirinin kesişiminde de birleşirler. Mesele de bundan ibaret olsa gerek. O üst kümeye girip girmediği, hizmet edip etmediği de alt kümelerin kendi değerlendirmeleridir.
Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda aslında eğlenceli bir yazı olmasını ve birlikte tebessüm etmeyi, içeriğini örneklerle sürdürmeyi arzu etmişsem de yine uslu duramadık ve etlinin etlisine sütlünün sütlüsüne karışmaya kalkıştık.
Netice-i kelamda günlerdir üzerinde milletçe tartıştığımız ve politika malzemesi haline getirerek devlet meselesine dönüştürdüğümüz kimlik meselesini bırakalım halk kendisi çözsün efendim. Bırakalım halk kimliğini nasıl alacaksa alsın ister soslu ister sade. Millete bırakmaktaki maksat millete güvenmeyi gerektirir. Başını boş bırakırsanız millet birbirini yemez dostlar, bu millet ortak paydalarını yüzyıllar boyu birlikte yaşadığı bu topraklarda bulmuştur. ( Burada insanları serbest bırakalım derken devlet organizasyonunun gereksizliği gibi ucube bir sonuca varmak değildir hedef). Yeter ki birileri bu toprakların insanları üzerinde oynamasın, bu toprakların insanları kurtuluş savaşını birlikte kazanmadı mı? Bu toprakların insanları yüzyıllar boyu aynı vatanı kavgasız ve kaygısız yönetmedi mi? Bu topraklarda yaşayan milletin meclisinde Türkün yanında Kürd’ü de Çerkez’i de Laz’ı da hatta Yahudi’si bile vekillik yapmadı mı hatta bakanlık koltuklarına kadar oturmadı mı? Şimdi biz neyi tartışıyoruz? Kürt ırkından olan bir insana illa Türk ırkındanım, Ermeni’ye Türk’üm, Türk’e kürdüm dedirtmek bir başarımıdır sizce? Eğer başarıysa neyin başarısıdır? Ve böyle bir yaklaşım bir çok fıkraya bile konu olan ancak ve ancak bizim milletimize özgü olsa gerek. Farklı bir örnek bilen varsa lütfen paylaşalım ben de öğreneyim.
Ulus kimlikleri, ideolojik kimlikler, statülerden kaynaklanan kimlikler, inanç kimlikleri vs. hangisini yok sayarak özgürlükten ve insan haklarından bahsedebiliriz? Veya bizim istediğimiz kimlik, kişilik ve aidiyet nerede hangi unsur güçlü ise onun üstünlüğünü ceberutlaşarak hakim kılma gayreti midir? Böyle bir gayretle varmak isteğimiz sonuç nedir acaba?
Sahi önce iyi bir insan mı yoksa iyi bir Türk mü? İyi bir insan mı İyi bir Müslüman mı olmalıyız ne dersiniz?