Neredeyse tüm yazılarımda bıkmadan usanmadan insani değerlerimizden ve toplumsal yaklaşımlarımızdan söz ediyorum. Bir de buna gündemdeki konular eklendiğinde bir çok meseleyi neredeyse ya gündemden düşmesine yakın ya da kendimize göre ayrı bir gündemle ele almaya çalışıyorum. Günlük yazılar yazmaya fırsat bulamamamız bundaki en büyük etkenlerden bir tanesi aynı zamanda.
Bu sefer de uzun süredir medyamızın eline oyuncak olan, kuş gribini misafir etmeye karar verdik. Söz gripten açılmışken sormayın ne gripler ve garipliklerle karşılaştık…
Efendim göçmen kuşlar soğuk diyarlardan sıcak memleketlere doğru yolculuğa çıkacaklar. Tabii ki bu yolculuklarında zaman zaman dinlenip, yiyecek ve içecek ikmali de yapacaklar. Gruplar halinde bizim memleketimizde de molaları olmuş. Bu molalarında utanmadan sıkılmadan misafir oldukları ülkemizde grip virüsünü bırakmışlar. Hatta bazı ağır hastalarını da topraklarımıza bırakıp yollarına devam etmişler. Buraya kadar normal ve hepimizin bildiği şeyler.
Fakat bilinmeyenler arasında asıl griplerinin kaynağı neresidir. Geldikleri o soğumaya yüz tutmuş memleketlerde durum nedir? Göçün başladığı merkezlerden bu kuşların seyahate çıkmalarına neden izin verilir de virüsü dünyaya pardon ülkemize taşıtırlar anlamadım.
Bilemediğim bir konu da neden grip olan göçmen kuşların hepsi bizim ülkemizde virüslerini ve mevtalarını bırakıyorlar. Yoksa güzergahları üzerinde bulunan diğer ülkeler topraklarına bu göçmen kuşların iniş yapmaları ve konaklamalarını mı yasakladılar da, hepsi bize mi kaldı?
Tabii ki mesele alaya ve hafife alınacak boyutta değil. Sorun olarak ciddi ve gerçekten yoğun önlemlerin alınması gereken bir sorun. Bizim takıldığımız nokta her gündemde olduğu gibi kuş gribinin de medya tarafından ele alınış şekil ve şiddeti.
Evet, kuş gribi; toplumun tüm kesimleri tarafından bilgilendirilmesi gereken, önlemler alınmasına vesile olacak bir konu. Zira köylerimizin hemen hemen hepsinde ve her ailede hiç yoksa 3-5 tavuk ve horoz var. Bu durumda medyanın da üzerine düşeni yapması gerekiyor.
Ancak ülkemizi dünyada rezil etmeden. Kol kırılır yen içerisinde kalır özdeyişini medyanın pek algıladığını düşünmüyorum. Kendi kendimizi dünyaya ihbar eden bir anlayış bu ülkeye ve insanımıza lütuf değil ihanettir diyeceğim ama ihanet demeye de dilim varmıyor. Özellikle itlaf edilen hayvanlarla ilgili tv lere yansıyan görüntüler akıllardan çıkacak gibi değil. Ve bu görüntülerle dünyaya “bakın ey insanlar biz bir problemi kökünden çözeriz, gerekirse hangi canlı olduğuna bakmadan diri diri yakarız. Siz de ayağınızı denk alın” mı demek istiyoruz? Hedef böyle olmasa da yıllarca “barbar Türkler” diye kendi iç propagandalarında bağıran ülkelerin ekmeklerine yağ mı sürmek istiyoruz. Elbette buna da hayır diyorum. Ama belli iktisadi ve sosyal çıkarlar uğruna ülkemizin düşeceği pozisyonu görmezden gelerek yapılan habercilik ve yorumları katlanılabilir olarak da görmüyorum.
Aynı medyamızın; birkaç ayda 3-5 i geçmeyen ve alınan önlemler ile belki de kısa sürede bitirilebilecek olan kuş gribine gösterdiği ilgiyi ve bir anlamda haber kampanyasına dönüştürdüğü gibi, trafik grip ve garipliğimizi, yılda belki de yüzlerce kurban verdiğimiz bu canavarı neden sıradan haberler gibi ele alıyor, yoğun kar yağışının yaşandığı şu günlerde binlerce köy yolumuzun kapalı olduğunu ve insanların hastalarını bir sağlık kurumunun olduğu en yakın yerleşim yerine ulaştırabilmek için aradıkları çareleri ve oluşturdukları zincirleme kızakları, hatta basit bir doğumu gerçekleştirmek için köylerimizde bir hemşire veya ebenin halen bulunmuyor oluşu, yine kış aylarında farklı illerde günde onlarca insanın soba zehirlenmelerinden hayatlarını kaybetmeleri, bunların ötesinde söz gripten açılmışken kuş gribi değil de normal gripten ülkemizde ölenlerin sayısı acaba kuş gribinden ölenlerin sayısından daha mı az?…
Kısacası ülkemizde yaşıyor olmanın şartlarını şöyle oturup derinlemesine düşündüğümüzde bazen kültürel yetersizlikten, bazen bilgisizlikten, bazen hırslarımızdan, bazen ekonomiden bazen sosyal normlarımızdan vs. kaynaklanan nice hayatları feda ediyoruz. Bunca grip ve gariplik yetmiyormuş gibi bir de göçmen kuşların getirdiği eklenince hepsini unutup tek bir gribe endekslenmek de bir gribi/garipliği göstermiyor mu sizce?
Bunların dışında meseleyi biraz daha irdeleyecek olursak; aslında daha büyükleriyle karşılaşmamamız imkansız. Nasıl mı buyrun o zaman ve maddeleri iktisadi, siyasi sosyal ve hukuk gözlüklerinizle bir daha bakalım;
* Başarılı olanın değil şovmenlerin, kişisel ilişkileri güçlü olanların makbul olduğu,
* Statükonun direncinin kırılamadığı,
* Haklının değil güçlünün hakim olduğu,
* Başarısızlıklarını büyük bir pişkinlikle unutturanların ve unutanların bol olduğu, hafızası ile değil güncel ile hayatlara yön verildiği,
* Bilgiye, ancak işler içinden çıkılmaz hal aldığında başvurulduğu,
* İstikbalin köklerde değil yaşanılan anla sınırlı görüldüğü, köklü ve soylu hedefler yerine günü birlik yaklaşımların pirim yaptığı,
* Herkesin lider olmak istediği, ikinci adamlığın ve başarılı bir takımın bir parçası olmanın da öneminin kavranamadığı,
* Sevgi/saygı ve muhabbetin iktisadi ve bürokratik güce kurban edildiği,
* Samimiyetle laubaliliğin, disiplinle ceberutluğun, sabır ile katlanmanın, bir birine karıştığı ve benzeri bir çok madde daha sıralayabileceğimi bir ülke sorsalar cevabınız ne olur ki?
Evet, tüm bunlara kim bilir nicelerimizin ekleyeceği, nice gariplikler daha var değil mi?
Efendim bu ülkede hiç mi güzel şeyler olmuyor diyerek çoğu zaman belki bizim de yaptığımız gibi mutluluk oyunu oynamak isteyenler de var aramızda. Elbette bu grip ve garipliklerin yanında kökleşmiş, yüce değerleri de var bu milletin ve ülkenin. Onu da bir başka birlikteliğimizde ele alalım.