Atasözümü yoksa deyim mi bilmiyorum. Araştırmacı gazetecilik vasıflarım kardan dolayı bana ulaşamadığı içinde sözlüğü bulup bakamadım. Ama böyle bir deyim arşivlere girmiş iste.
Karda yürüyecen, izini belli etmeyecen…
Efendim malum iklim soğuk. Bu Sibirya denen yerin bize ne kastı varsa anlamadım gitti. İkide bir fabrikalarında imal ettikleri soğuk havaları bizim üstümüze salıyorlar. Acaba, diyorum ellerinde kalan gazı pazarlamak adına mı böyle bir hamle yapıyorlar. Hani eskiden mahalle aralarında çocuklarla anlaşan camcılar, çocuklara evlerin camını kırdırır sonrada gider kendileri camları takar, ekmek parsı çıkartırdı. O misal. Soğuk havayı üret. Sal ahalinin başına, sonra ısıtmak için gaz sat.
Biz konumuza dönelim iyisimi.
Efendim Pazar yeri kar altında. Ayaklara hakim olmak lazım ki aman deyip yere yığılıp kola kafaya zeval vermeyelim.
Eski bir ağabeyimiz vardı. İnsanın karda ve çamurda nasıl yürümesi gerektiğini anlatırken ilçe belediye başkanlarından örnek vererek anlatırdı.
Bir belediye başkanı Konyaspor da top oynamış Esen Ali Sezen. Hayli göbekli olduğundan topuğunun üstüne basa basa yürür. Vücudu bu sırada arkaya doğru hafif meyilli olurdu.
Bir diğeri tam çevik bir adam. Hani sağlam siyasetçi. Parmaklarının ucunda yürür. Vücudu hep öne doğru hafif eğik olurdu. Vallahi ceylan gibi seke seke, parmaklarının ucunda yürür dü adeta. Hani yere basmasa gerek. Bakınca öyle görünüyor.
Ağabeyimiz işte karda ve çamurda yürürken bu iki örneği verirdi bize. “Olum bak karda yürürken Yaşar gibi yürüyecen, ceylan gibi seke seke. Topuğuna basacak olursan maazallah oturursun yere.
Çamurda da Esen Ali gibi yürüyeceksin. Topuklarına basacaksın ki çamuru sıçratmayacak ayakkabılar paçalarına.
Bu iki örneği siyasete indirgeyebilir miyiz bilmiyorum. Kar yağınca aklıma geldi yazmak istedim. Ancak bu karda yürüyüp izini belli etmemeye hayli kafamı takmış durumdayım.
Bizim atalarımız büyük adamlarmış. Bazen öyle konuşmuşlar ki hakikaten insan bu kadar olur diyor.
Yalnız bazı sözler var. Biraz aslı değişmiş. Mesela şu “su içene yılan bile dokunmaz.” Lafı bunlardan birisi. Cem Yılmaz bununla ilgili esprileri sıraladığında uzun süre gülmüştüm. Atasözünün aslını merak ediyorsanız “su içen yılana bile dokunulmaz.” Öyle ya yılan dediğin bilinçsiz hayvan. Nerden bilecek senin su içtiğini. Ne zaman sokacağı belli bile olmaz mendeburun. Arkanı döndüm mü cısss…
Bakın yanlış bilinen bir atasözü de “söz gümüşse sükut altındır.” Bunun aslıda böyle değildir. “Sözü gümüş olanın sükutu altındır.” olacak. Öyleye ya, söylediği sözler beş para etmeyen, pişirdiği yenmeyen, çevresinde itibarı olmayan bir adamın sözlerine itibar edilir mi?
Ama adam alim ise bu adamın sözü gümüş ise sukutu elbette altındır.
Yukarı doğru bakınca amma da yazmışız. Artık toparlayalım. Hadi atalardan Ali ağabeyin söylediği gibi “beylik” bir atasözü daha yazalım da müsaade isteyelim. Efendim ecdat buyurmuş ki “ayıdan dost, domuzdan post olmaz.” İsteyen denesin tecrübe etsin.
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 1 yorum
yapılmış )
Ben de arkadaşlarımla çoğu kez söylenen atasözü veya deyimler hakkında tartıştım.. En çok tartıştığım da ''su içene yılan bile dokun'' cümlesi oldu.
Benim bu konuda ki görüşlerim tamamıyla yazarın görüşleriyle ters doğrultuda.Yazar yazdığı yazısında yılanın bilinçsiz olduğuna değinmiş.. Bende bundan yola çıkarak diyorum ki; işte olayın özü burada, bir bilinçsiz hayvan olan yılanın bile o anda insan su içerken ona dokunmaması olayın ne kadar mübarek olduğunu gösterir.Yani yılan sanki o anda insanın su içtiğini anlıyormuş gibi bir olay oluyor bu durumda..
Diğer yönden ''su içen yılana bile dokunumaz'' konusu da:
O halde bu durumda insanlar her gördüğünde yılana zarar veriyormuş, ama su içerken zarar vermiyormuş gibi oldu.. Bence bu biraz mantıksız..
son olarak, insanların bilinçsiz bir hayvan olan yılana değilde, bilinçsiz bir hayvan olan yılanın o anda insana dokunmaması daha doğru olur diye düşünüyorum.