Yönetim kavramı içerisinde genelde herhangi bir organizasyonun sevk ve idaresi aklımıza gelir. Oysaki yönetimin içerisinde sosyal ve psikolojik değerler de yönetilmesi gereken kavramlar olarak yerini almıştır. Bu iki kavramın organizasyonel yapılardan önce yönetilmesi ve yönlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bireylerin kendi dış dünyaları için bağlayıcı hükümler içeriyor görünen yönetim, temelde insanların irade kontrolü ve kendi iç yönetimiyle başlar diye de düşünüyorum. Bunlardan bir kaçını sıralayalım; coşkuların yönetimi, korkuların yönetimi, nefsin yönetimi, cesaretin yönetimi, sevginin yönetimi…
Tüm bunlar ve ilave dilebilecek diğer bir çok duyguların hepsi bir bütün olarak hayatın yönetimi kavramını tamamlıyor değil mi?
Yönetimi; iradenin ve kaynakların hedef ve gayelerin gerçekleşmesi amacıyla istenilen yöne organize bir şekilde yönlendirilmesi diye izah edebiliriz. İrade ise; sınırları bilmek ve sınırları koruyabilme gücünün varlığıdır. Yani gerekeni gerektiği kadar, gerektiği zamanda,gerektiği şekilde ve gerektiği yerde ifa edebilme kabiliyetidir diyebiliriz.
İradeyi ve dolayısıyla yönetimi güçlü kılan unsur; kaynakların bilgi, birikim ve tecrübelerle yönlendirilmesidir. Bilge kişiliği ile düşünce dünyamda büyük izleri olan bir liderin dediği gibi; Hepimiz bilgimiz, birikimimiz ve idrakimizle yaşamımıza yön vermiyor muyuz?
Yazılarımla ilgili dostlarımdan en fazla eleştiri aldığım “girizgah bölümünün uzunluğu” hatasına yine düştüm galiba ama sanırım bu sefer konuya da giremeden yerimiz dolmuş olacak. Yine de irade ve yönetim kavramları üzerine mülahazalarımıza nokta koyarak duygulara ve duyguların yönetimine dönelim.
Zaman zaman coştuğunuz olur kabınıza sığmazsınız ve engeller bile sizin için birer sıçrama taşı olur…
Zaman zaman korkularınıza esir olur ve sinmek istersiniz, yalnızlığa koşmak gelir içinizden ama neredeyse yalnızlıktan da korkarsınız…
Zaman gelir hislerinize dur diyemezsiniz ve kapılır gidersiniz onların peşine. “Hırsınızla hisleriniz hiç esir almaz mı sizi?…”
İnsan nefsi… Evet, an gelir dostunuzdur an gelir söz geçiremediğiniz bir canavar…
Cesaretin önünde engeller mi durabilir sizce, hep yeni atılımlarınızı, ilk adımlarınızı yeni başlangıçlarınızı cesaretinize borçlu değil misiniz sanki?...
Ya sevgiye ne demeli… İçiniz titrer, sımsıcak duygular çağlar yüreğinizde… Koşmak, kavuşmak istersiniz. Bazen özlemek, bazen özlenmek, bazen kazanmak bazen kaybetmek vs… ne doludur değil mi sevgi sözcüğü… Bazen bir çocuk bazen iyi bir para, bazen makam bazen güzel bir bayan, bazen ise onun en kutsal olanı ilahi aşk…
İşte size hayatın en hoş ve derin duygularından az bir demet…
Biz bu duyguları nelerle ve nasıl ifade ediyoruz, onları hangi kaynaklarla ve nasıl yönlendiriyoruz veya yönetebiliyoruz? Ya da yönetebiliyor muyuz acaba hiç düşündük mü?
Duygularımız; insan olmanın, insaniliğin bir sermayesi iken biz onu ne kadar saf ve duru tutabildik hayatımızda hiç düşündük mü?
Duygularımızın kaynaklarını sorguladık mı hiç? Yoksa siz de bazen engel tanımaz bir sel olup coştunuz, ya da yeşil bir vadide akan, toprağın bereketiyle tohumlara can veren bir hayat iksiri mi oldunuz? Yoksa yoksa durgunluğu seçip kendinizi kirlenmeye mi mahkûm ettiniz ne dersiniz?
Evet, yönetilemeyen hiçbir duygu ve organizasyondan pozitif değerler üretebilen olmuş mu?
Yönetilemeyen bir yönetilesi olmanın dağınıklığını sorguladınız mı hiç?
Yoksa varsın aksın kendi yolunu bulsun diyerek akıntılara bırakıp akan su içerisinde kıyılarla zaman zaman buluşmalarınızda hep yıpranan taraf olarak deryaya ulaşmayı mı bekliyorsunuz?