|
|
|
İçimizdeki tüm hisler, kaynağı ve kullanımı itibarı ile hem toplumsal hem bireysel yaşam şeklimizde büyük izler bırakır. Modern dünyanın şekillenmesinde bu hislerden en büyük paya sahip olanlardan “korku” ve onun kaynaklarından birisi olan “güç” üzerine düşünmeye ne dersiniz?
Güç; herhangi bir şeyi yapabilme hal ve iktidarını, korku ise; tehlikeli bir hali, sıkıntı veya bunlarla ilgili düşüncelerin doğurduğu hissi ifade eder. Bazen gücümüz vardır ama onu kullanmaya korkularımız engel olur. Bazen de korkularımızı yenmişizdir ama gücümüz yoktur. Her iki durum da birey veya herhangi bir organizasyonda olması fark etmeksizin elde edilmek istenen neticenin önündeki en büyük engellerdendir.
Özellikle temel insani bir duygu olan korku, doğru tanımlanamaz ise güç kavramının önü daha da açılmış ve güç kullanma noktasında olanların alanları gereğinin çok çok üstünde genişlemiş olur. Eğer güç kullanacak noktada olanların adalet ve merhametinden emin olunursa bırakın alanları ne kadar geniş olursa olsun. Yok, bu noktada emin olamıyorsanız işte orda da durup yeniden “güç ve korku” üzerine düşünmek gerekecektir.
Günümüz Türkiyesi’ne baktığımızda gücün etki alanının bir hayli genişlemiş olduğu, adalet ve merhamet noktasında hala bir çok tereddütlerin yaşandığı, dolayısıyla da korku hissinin diğer tüm hislerden daha ağırlıklı noktaya geldiği gibi bir manzara ile karşı karşıya olduğumuzu söylesek galiba yanılmış olmayız. İşin korkunç tarafı ise bireysel bir his olan korkunun yaygın güç kullanımı ile toplumun genel karakteristik
özelliği noktasına gelme ihtimalidir.
Ülkemizdeki güçler dengesine baktığımızda farklı bir manzara ile karşılaştığımız söylenemez. Güçlü olanın haklı, zayıf olanın ise haklı da olsa haksız olduğunu söyletecek onca örnekleri bizzat yaşıyoruz. Objektif değerlerle hak paylaşımının yapılamadığını, bilgi ve beceri gerektiren bir çok noktada belirleyici unsurun hak değil güç olduğunu, hatta milletten veya mevzuattan iktidar hakkını elde etmiş kişi ve kurumların iktidar kullanımının subjektif değerler ve belli güçler tarafından sınırlandırılmaya çalışıldığını açıkça görüyor olmak sanırım güç ve korkunun hayatımızın neredeyse tamamını kuşattığı olgusunu ifade etmeye yeter.
Oysaki; siyasi veya iktisadi erki elinde bulunduranların korku üretir durumda değil
korkuyu ve gücü yönetir durumda olmaları gerekir. Ancak bizde durum böyle işlemiyor. Erk sahipleri medenileştirme adına, özgürlük ve demokrasi adına yeni korkular üretiyor. Doğrusu bu durumu kabul edilebilir olarak görmüyorum. Artık bu ülkenin yeni korkulara, suni olarak üretilen tehdit ve tehlikelere tahammülü olmamalı diye düşünüyorum.
Geçmişte kültürel geri kalmışlık, bilgi yoksunluğu ve iktisadi yoksulluklar gibi sebeplerden dolayı siyasi ve iktisadi erki elinde bulunduranlar rahat hareket etmiş, güç kullanmış hatta darbeler bile yapmış olabilirler. Ancak geldiğimiz noktada bu ülke geri dönüşü kaldırabilecek veya hoş görecek seviyelerin çok çok üstüne çıkmıştır. Artık konuşmamız gereken şey el birlik edip ülkeyi ve milleti daha fazla ne kadar çağın ötesine taşıyabileceğimiz olmalı. Hatta modern dünyanın ve aktörlerinin üretmiş olduğu yeni korkulara karşı hem bireysel hem de toplumsal özgüvenin nasıl kazanılabileceğine kafa yorulmalı.
Varlığımızı ve birliğimizi ancak ve ancak özgüveni gelişmiş, akılcı ve hür bireyler, korkuları üzerinden atmış bir toplum ile koruyabiliriz. Eğer illa korku üretilecekse bu korku kendi içimize değil dış tehdit ve tehlikelere karşı üretilmeli. Bunun yolu da yasamasıyla, yürütmesiyle, yargısıyla ve bunların tüm alt birimlerinin ahenkle çalıştırılıyor olmasını sağlamakla mümkün olacaktır. Vesselam.
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 1 yorum
yapılmış )
sami
[
2006/03/22 11:01
] |
|
sevgili abdullah kardeşim yazın için teşekkür ederim kalemine sağlık |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|
|
|