Nihat Genç ismini epeydir duyarım, yazılarını okurum. Önemli bir şahıs Nihat Genç, yabana atılır biri değil. Çok önemli tespitleri var yakın tarihimizle alakalı. İyi bir yorumcu bir o kadar iyi bir analizci. Düşünce yorum üretme yetisine sahip kişi olması, onu benim gözümde değerli kılıyor. Bir TV kanalında onu izlerken dış görünüşünden ziyade onun ruhundaki fikri düşünce temizliği ve aydınlığı cezp etti. Ruhundaki safiyeti gördüm.
Beyni ve ruhu iğfal ve tağşiş edilmiş batı kopyacılarının, ülkeyi nerden nereye sürüklediklerini Nihat Genç’in yorumlarında hayranlıkla ve ibretle dinledim.
Konuyu Diyarbakır ve İstanbul’daki mikro kalkışma eylemlerine getireceğim.
Diyarbakır bir Selçuklu Osmanlı Türk şehri.
En az 5 milyona yakın insanımız yaşıyor orda.
TV ve medyanın gösterdiği şekliyle sanki tüm Diyarbakır halkı bu kalkışmanın içinde.
Hayır, bunlar topu topu sadece 2000 kişiyi geçmeyen çoğu çocuk ve kadınlardan oluşmuş güruhla grup arası bir taife.
Terör, öncelikle kendiliğinden oluşan bir durum değildir.
Terör, diplomasinin yetersiz kaldığı durumlarda mevcut durumdan zarar ve sıkıntı duyan ülkelerin sıkça başvurdukları hedef ülkeye yönelik bir derin operasyon işlemidir.
Kullanılan malzeme genelde aidiyet sorunu yaşayan ve genetik olarak aidiyet sıkıntısı çeken kadın çoluk çocuk ve çocuklardır. Eğer bunun aksi olsaydı,5Milyonluk Diyarbakır’ın yarısı ayağa kalkardı. Oysa topu topu 2000 kişi ortalığı karıştıranlar. Hepsi bu. Ama arkalarında organize bir servis var ki işte asıl sorun burada.
Diyarbakır bu ülkenin asli unsuru olarak Çanakkale’de, aziz vatanın tüm karesinde izleri olan mübarek bir belde iken birileri İlleri birbirine düşman etmeye kalkıyor.
Nihat Genç, işin farkında. İşin farkında olan insan ancak aydın olabilir. Lirik ve akıcı ifadeleri ile bu hale nasıl geldiğimizi ifade ederken duygularına hâkim olamıyor.
***
1922 de İstanbul un işgalini hepimiz unuttuk. İzmir’in Akşehir’in işgali sanki bize bir film kareleri gibi geliyor. Akşehirli çolak Salihleri, Nusret mayın gemisini, Seyit çavuşları çabuk unuttuk. İşte bunları bize hatırlatıyor Nihat Genç.
I.Dünya Savaşı'yla birlikte bir imhadan geçirildik. 1914 yılında trenlerimizle süvarilerimizle, genç doktorlarımızla cepheden cepheye koşuyorduk. Bu savaşlar yok etti bizi, tarihten silindik. Eski gücümüzü kaybettik. Hukukumuzu, siyasetimizi, ekonomimizi kuracak işletecek aydın kadroları cephelerde bir mezar küreğiyle orda bıraktık.
I.Dünya savaşı ve kurtuluş savaşının yıkımıyla yüzyıldır toparlanamıyoruz, yüzyıldır başımızı kaldıramıyoruz.
Sadece Kerkük topraklarımızda kalsaydı, Diyarbakır değil doğu'nun Avrupa'nın en parlak şehri olurdu.? Kafkasya'da, Süveyş'te, Yemen çöllerinde bizi imha edenler, şimdi yine kaldıkları yerden saldırıyorlar.
Koma haline girdi kültürümüz. Beynimiz allak bullak oldu. Bu yüzden hala nerden başlayacağımızı şaşırdık. Hangi kültürün içinden geldiğimizi karıştırdık. Türkümüzü, şarkımızı unuttuk, yasakladık. Kendi içimizde birbirimizi yedik. Sonra Kuzey Afrika'yı, Orta-doğu'yu yutuverdiler!
İpek Yolu'na ilk düştüğümüz günden beri, eski bir sevgilimiz vardı. İlahiler söyleyip aşk, aşk, aşk deyip üç kıtanın dağlarında gezinen dervişlerimiz, erenlerimiz, abdallarımız vardı. Bu aşkı kim bitirdi?
1914 de bizi bitirenler şimdi Şemdinli’de Diyarbakır’da Van’da Dolapdere’de eski senaryoları yeni repliklerle sahneye koymaya yelteniyorlar.
Sakın ola aynı hataya düşme Türkiye.
Çünkü sen Çanakkale’de sırt sırta yatan Kürdün Türkün ahfadısın torunusun, yazık olur sonra sırt sırta yatan atana.
Ah Karadeniz, Karadeniz sen degilmisin sen bütün bunların sebebi.