Terör kelime anlamı olarak; Latincedeki korku, baskı anlamına gelen “Terra” kelimesinden gelir. İngilizcedeki telaffuzu da, aynen Latince de yazılıp söylendiği gibi. Maalesef teröristin tanımı telaffuzu kadar kolay değil. Tüm dünyada halen teröristin ortak tanımı konusunda bir uzlaşma sağlanabilmiş değil.
İzlediği yol haritası aynı, içeriği aynı, eylemleri benzer, sonucunda açtığı yıkıntılar, izdüşümü farksız. Bir resim karesine farklı açılardan bakmak gibi bir şey.
Nerde, ne zaman, nasıl, kimi vuracağı belli değil.
Bazen kapitalizmi gökdelenlerinde vuruyor, bazen Telafer’de camide ibadet eden masumları, bazen bir okul kantinindeki masum öğrencileri, bazen de bir pizzacıda hafta sonu yemek yiyen aileleri. Resim karesine neresinden bakarsanız bakın hep aynı… Masumlar hedefte.
Üniversitede eğer hafızam beni yanıltmıyorsa Milletlerarası Dış politika derslerinden birinde, terörün tanımını ilk kez orada duymuştum. Terörün izlediği sistematikten yola çıkarak bir Amerikalı akademisyen Michael Tenkis terörün tanımını yapmış. Baskı, tehdit, tedhiş yoluyla yığınları başıboş kalmış psikolojisine iterek, silahlı yollardan mevcut iktidarı ele geçirme hareketlerinin tamamına terör demiş. Bu tarifi 1970’lerin sonuna doğru dünya üzerindeki tüm terör uzmanları kabul etmiş. Ama teröristin tanımında tarih 2006 hala ortak bir dil yok.
Nedeni açık birinin teröristi bir diğerinin bağımsızlık savaşçısı.
Kimler Terörist
Seçimlerle gelen Hamas, İsrail’e göre terör örgütü,
Çeçenler, Rus hükümetine göre terörist,
Keşmir halkı, Hindistan hükümetine göre terörist,
Meksika da Zapatista, Meksika hükümetine göre terörist,
Ayrılıkçı Tamil gerillaları, Filipin hükümetine göre terörist,
Amerika’ya göre küresel hegomanyasına sekte vuran yâda vurma potansiyeline sahip herkes terörist.
Listeyi aşağıya doğru uzatmak mümkün…
Londra’da öğrencilik yıllarımdaydı, 11 Eylül henüz olmuş açtığı travma ile, tüm dünyada neden sorusuna yanıt aranıyordu. BBC’de yıllardır yapılan “Hard Talk” programının o dönemdeki sunucusu Tim Sebastian, Suudi hükümetinin finansesiyle Londra’da basılıp tüm orta doğudaki Arap ülkelerinde satılan El-Hayat gazetesinin genel yayın yönetmeniyle konuşuyordu. Tim Sebestian, neden ikiz kuleler vuruldu diye sorduğu soruya, El-Hayat temsilcisi lafı eveleyip gevelemeden Amerika’nın Ortadoğu politikalarını mutlaka yeniden gözden geçirmeli diyerek, rahatsızlığın temeline doğrudan ve kolayca işaret etmişti.
Birleşmiş Milletlerin 242 sayılı tasarısı gereği 1967 Arap-İsrail savaşı sonrası İsrail’in işgal ettiği sınırların gerisine çekilme karırını İsrail tek taraflı olarak ret edip, ABD’nin destek çıktığı duruş bölgede kan ve barut kokusun ebedileştirdi. Yaptırım yapıcı susunca da sonrası malum herkesin bildiği gibi.
Oysa Osmanlının Şam’a valiliğine bağlı olarak yönettiği bir liva’da, bir küçük rütbeli bir Osmanlı çavuşu koca Kudüs’ü yıllarca mantar tabancası bile patlamadan idare edebilmişti. Nedeni arşivlerde saklı değil. Güç, varlık sebebini sadece kendinden olanlar için değil sınırlarında yaşayan herkesin refah ve adaleti için olduğunu kabul ediyor ve uyguluyordu.
Ne dersek diyelim, balık baştan kokuyor.
Gücü elinde tutan kendinden olmayanı ötekileştirip, namlunun ucuna istemediğini oturtma politikaları geriye mermi ve bomba olarak dönüyor.
Rüzgâr ekenlere fırtına biçtiriliyor.
Oysa terörün tanımı kadar, teröristin kim olduğu da net. Başkasının hakkını, toprağını gasp eden, gücü elinde tutanın haklı varsayıldığı, adalet terazisinin sadece mahkeme duvarlarını süsleyen bir sfenks olarak asılı kaldığı bir dünyada bal kabağımı yetişir yoksa terörist mi?