Bu Ankara havası Ankara’nın havasını acayip bozdu. Hani Ankara denilince akla; koyu renk takım elbiseli, kravatlı, ciddi görünüşlü insanlar gelirdi. E olacak tabi, memlekette hangi aklı ermiş büyük hükümet adamı ararsanız burada. Bir ağırlığı olsun diye bizde hani cakadan taviz vermiyorduk. Vermiyorduk ta ne zaman bu Ankara havaları piyasaya çıktı bizim karizma çizildi. Acayip tekerlemelerle şarkı yapıp, meydanın ortasında kıvırtan adamları ahali ne zaman görmeye başladı o gün ipliğimiz pazara çıktı.
İpliğin pazara çıkması dedikse boşa değildir. Kaç kere şahit oldum bu tür laflara. En son bir doğu memleketine gittiğimde fakirin biri “ağabey bu Ankaralılar da amma oynak adamlar, kapı gıcırtısına oynuyorlar, oyunları da bir garip” demeye getirince lafı, hemen oradan sıvışmayı kendime tek çıkar yol buldum.
Aslında bu türkü kılıklı, aynı besteli, garip lafların memleket insanının ( Uğur ağabeyin Memleket insanıyla aynı kişilerden oluşuyor ) hafzalasını geliştirmesi açısından faydaları var. Kimse bilmez ama bir nevi ÖSYM tarafından sorulan havuz sorularına benzetirim ben bu türküleri. İçindeki girift ilişki yumağını çözenin şarkıyı yeniden dinlemesine gerek yoktur. Tevekkeli değil misketin bu kadar yıldır eskimemesi. İş eskimemesinde değil, şarkının ruhunun anlaşılamamasında. Kısaca söylersek misketin şifresi çözülmedi. ( Ayrıntı için sonraki yazıları takip edin.)
Bünyesinde ağır matematik ihtiva eden türküleri neşredenlerde, türküler kadar alakaya değer zatlar. Yanık Hatice, Sincanlı Feyzullah, Ayaşlı Usta, Peçenekli Süleyman; liste uzar gider. Bunlar benim hayranı olduğum türkücüler. Bunların piri ise Ayarcı Namık. Magazin dünyası kendisini Ankaralı Namık olarak bilse de, orijinali Ayarcı Namık’tır. (Çağır gelsin Ceyarı / Soysun Gitsın hıyarı / Oynayın goçlar oynayın / Namık verir ayarı. Dizeleri en meşhur eserini teşkil eder. )
Lafı fazla dolandırmayı sevmem. Beni bilen bilir. Mevzunun varacağı yer “mandanın söğüt dalına yuva yapması” hadisesidir.
Geçen hafta internet neşriyatında dolanırken haber sitelerinin birinde yukarıya aldığımız türküyü incelemiş bir ilim adamının araştırma sonuçlarına gözüm kaydı. Ne yazayım ne yazayım diye düşünürken, haberi görür görmez parmaklarım karıncalandı.
Hemen haberi didik didik edip olayın aslını astarını araştırmacı gazeteci sorumluluğu kıvamında öğrendim. Kastamonu havarisinin müzik piyasasına kazandırdığı bu türkü hakkında daha detaylı bilgi almak için bir ara niyetlendim ki gideyim bakayım. Gözüm yolu kesti de “ayı “çıkabülü daş düşebülü” deyince dostlarım fikrimden caydım.
Efendim dolandırmayalım lafı. Bu mandanın söğüt dallarında seğirtmesi olayının aslı astarı şu. ''Tosya bilindiği gibi pirinci ile ünlüdür. Çeltik tarlalarının sürülmesinde kullanılan manda, yazın sıcağında göletlere yatarak az kıllı olan derisini hem serinletmek hem sineklerden korumak amacıyla çamura bular. Bunun için de göletlerin ve çeltik tarlalarının kenarlarında bulunan ve dalları da suyun içine kadar uzanan salkım söğütlerin dalları üzerine, gölgesine yatar. İşte mandanın söğüt dalına yuva yapması budur.''
Fakat olayın hala karanlık noktaları var. Misal hangi kendini bilmez sineğin ne tür bir yetenekle mandanın malağını ( malak manda yavrusu demek) kapma cüreti ve yeteneğini gösterdiğini bulursam o sineği Erol Köse’ye pop star yapması için verecem.
Kafamda ki soru işaretleri bunlarla sınırlı da değil. Öküzünü torbaya sokma başarısını göstermiş yağız Anadolu delikanlısını da bulmaya ant içtim. Olayın peşindeyim. Hiç merak etmeyin.