İnsanlık, yaradılışından günümüze uzanan serüveninde bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan hep gelişim ve değişimi yaşamış, veya çevresinde yaşanılan gelişim ve değişimlere mürekkeplik etmiştir.
Yine insan, dünyada istifadesine sunulan tüm varlıkları, siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim gibi erdemleri “tek hedef” mutlu ve huzurlu olmak çerçevesinde şekillendirir, yönlendirir. İnsanların sınırlı akılları, cüz’i iradeleri ile sürdürdükleri bu yaşam serüveni, gelişim ve değişim sürecinde bir çok mücadelelere de şahitlik etmiştir.
Zaman içerisinde mutluluklarını kazanabilmeleri, huzuru yakalayabilmeleri gayesiyle bireysel yaşamdan sosyal yaşama hızlı bir geçiş yaparak bu gayelerini tahakkuk ettirecek yapıları oluşturabilecek sosyal ve ekonomik sistemler tesis eden insan; küçük kabilelerin organize olmalarıyla başlayan bu süreçte, küçük prensliklere, derebeyliklere, beyliklere, beyliklerden imparatorluklara, imparatorluklardan da günümüz modern devletlerine kadar uzanan bir çizgi oluşturmuştur.
Günümüze gelindiğinde büyük imparatorlukların bazıları modern ve güçlü devletlere dönüşmüş ve halen güçlü devletler olarak yoluna devam ederken, bazıları imparatorluk mirası üzerinde zaman zaman kendi içlerindeki sosyal ve iktisadi krizlerle, zaman zaman uluslar arası dalgalanmalardaki savrulmalarıyla yeniden bir gelişim trendi yakalamanın mücadelesi içerisinde.
Bu mücadeleyi sürdüren toplumların/devletlerin tümü; kendilerini ayakta tutacak, hatta gelişimine temel teşkil edecek dinamikler, değerler de ortaya koymuşlardır. Her birinin benzeşen ve genel yapı içerisinde birbirlerini tamamlayan yapıları olduğu gibi temel değerlerlerinden, coğrafi konumlarından, inançlarından kaynaklanan ciddi farklılaşmalar da söz konusu olagelmiştir.
Benzeşen veya farklılaşan tarafların yansıması genel çerçeve içerisinde; yönetim şekli, hukuk sistemleri, eğitim yapıları ve iktisadi faaliyetleri gibi temel değerler vesilesi ile ortaya konulur. Bu ve benzeri değerlerdeki gelişmişlikleri ile organizasyonların başarı veya başarısızlıkları değerlendirilebilir.
Her zamanki gibi uzun bir girişle bize ayrılan bölümün üçte ikisini kullanmış olduk. Son bölümde de ülkemizi, Türkiyemiz’i yeniden zihinlerimizde canlandıralım istiyorum…
Bir insanın ömrü için uzun sayılabilecek ancak devletler tarihi açısından baktığımızda çok kısa bir zaman dilimini ifade eden bir süre öncesi büyük bir cihan imparatorluğunun külleri üzerinden filizlenen bir devlete sahibiz. Bir çok sıkıntılara, krizlere, savrulmalara ve hatta bir çok iç ve dış müdahalelere rağmen hala gelişimini sürdürebilen bir ülkede yaşıyoruz. Daha büyük bir gelişim yaşanamaz mıydı sorusunu sorduğumuzda; Cumhuriyet dönemimizle sınırlı olarak geriye dönüp bakmamız gerekir. Bu dönem içerisinde gelişimin sürdürülebilirliğinde ve ileri medeniyetler seviyesine ulaşabilmemizde yaşadığımız aksamalar ve problemlerde dış müdahalelerden çok iç müdahaleler ve çatışmaların en büyük paya sahip olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.
Burada kronolojik bir değerlendirme yapmayacağım ama ülkemizin siyasi ve iktisadi istikrarı yakaladığı veya gelişim noktasında büyük atılımların eşiğine geldiği her seferde yine siyasi ve iktisadi alanlarda nasıl bir karmaşaya sürüklendiği, hangi konuların ülke gündemine oturtulduğu, kimlere davetiyeler çıkarıp, kimlere methiyeler düzüldüğü gözden geçirildiğinde gerçeklerle yüz yüze geliriz.
Vesselam…