Ne zaman konuya sıkışsam hemen tarih sayfalarına sığınmakta bulurum çareyi. Bir meşveret divanlarının sofrasına kurulurum, daha olmadı Osmanlı sayfalarında gezinirim. Bir şey aramam ama aramadığım o şeyide muhakkak denk getiririm.
Bu haftada böyle oldu. Gündemden kopunca bir bakayım memlekette neler olmuş dedim. Hem günceli hem tarihi ayrıntılı bir şekilde incelemeye koyuldum. Tarih ve güncelle örtüşen bir mevzu bulunca da balıklama atladım.
Mecliste tatilden önce kabul edilen, ancak Cumhurbaşkanı tarafından tabii bir şekilde veto edilen bir yasa var. Cumhurbaşkanının vetosunu tabii bulmamızın nedeni yasanın kötü olmasından değil, olsa olsa adet üzredir.
Her neyse kendileri bilir. Çelik çomak oyununa biz bulaşmayalım…
Efendim! Mevzu üzerine kalem oynatacağımız husus ombudsmanlıktır.
Giriş yapmak gerekirse; ombudsmanlık aslında bize yabancı bir terim değildir. Dünya döndükçe başımızdan eksik olmayası Demirel şahımız işsiz kaldığında hatırlarsanız kendisine yakıştırılan paye ombudsmanlıktı.
Biline ki makam sahibi eşrafı makamı terk ettim mi gözü koltukta kalır. Öyle ki bekler halk baskı yapsa da yeniden koltuğa doğru bir hamlemiz olsa diye. Misal isterseniz Mesut Yılmaz’ın memleketi için yeniden siyasete girme çabalarına bakabilirisiniz.
İşte politik zatı şahanemizde emekli olunca evinde sıkılmış olacak, kim olduğunu göremeyip bilemediğimiz zevattan kendisine baskılar gelmeye başlayınca ombudsmanlık diye bir makam peyda edilmeye çalışıldı ki, sonradan kaynayınca ne olduğunu bizde anlamadıydık.
Yazının başında tarih kitaplarını ucundan kıyısından karıştırdık dedik ya. İşte o karıştırmalar esnasında aslında bu ombudsmanlık mevzunun bize pek uzak olmadığını görünce sevindim. Meğer dünyada ilklere imza atan ecdat bu kurumu daha Osmanlıdayken kurmuşta işletememişmiş.
Osmanlıda işler aksamaya başlayınca halkın homurtuları pek bi yükselmeye başlamış. Saray erbabı düşünmüş taşınmış biz halkın sorunlarını nasıl çözeriz diye. Sonra kafalarının üzerinde ampul yanınca hemen ahaliyle saray arasında arabulucu olacak ombudsmanlık makamını kuruvermişler. Başına da Makro Paşa’yı atamışlar.
Çarşıda pazarda esnafından tutunda, zaptiyesine kadar kime kızarsa kızsın, ahali çoluklu cocuklu; büyüklü kadınlı, Makro Paşa’ya gider dertlerini yazdırır sonrada gelecek bir telefonu beklerlermiş, sorununuz çözüldü diyesinden.
Tabi devlet erkanında; “öyle işleri hemen çözmek olmaz, Yavaştan alacak ki muhatabın devlet olduğu biline” hesabından işleri çözmeyince ahalinin umudu ombudsmanımızdan kesilir olmuş. Gel zaman git zaman zaptiyeler kendilerine kafa tutan oldum mu “git derdini sen Makro Paşa’ya anlat” diye ahaliyle eğlenir olmuşlar.
Büyük ideallerle göreve gelen Makro Paşa’nın adını bu günlere getiren hadise budur işte. Adamcağız ölümünden kaç yıl geçmesine rağmen bu unvan, dimağımıza yapışmış adamcağızın peşini bırakmaz olmuş.
Gerçi Yalova kaymakamı peyda olunca ahali azar azar unutur olmuş ama yinede tarih sayfalarından çıkarmak bize düştü. Allah Marko Paşaya rahmet etsin.
Bu yasa elbet yeniden meclisten geçer. Bakalım ecdadın uygulamaya koyduğu amma başarısız olduğu ombudsmanlık hikayesi bugün tutacak mı…