Bu hafta Galatasaray- Liverpool maçı var.
Bu maç beni 5–6 yıl gerilere götürdü.
2001 yılı Galatasaray lig şampiyonu olarak yine şampiyonlar ligine katıldı.
Galatasaray’ın keyfi yerinde,
Direk olarak katıldığı kupada, grup maçlarında İngiltere’de, Anfield Road stadında Liverpool karşı, çeyrek final vizesi arıyor…
Oradaydım.
Londra’da öğrencilik yıllarım yeni başlamış, henüz yüksek lisansa başlamamışım.
Omzumda sırt çantamla, bir oraya, bir buraya İngiltere’de koşup durduğum günler.
Galatasaray’a, grup kuralarında Liverpool ile eşleşip, bu maç için adaya gelince, bana da onu desteklemek için Liverpool yollarına düşmek kaldı.
Liverpool, İngiltere’nin kuzeyinde oldukça sakin denilebilecek, tipik bir İngiliz kenti.
Asıl ününü ise efsanevi Beatles grubundan alıyor.
John Lennon’ın, Ringo Star’ın, Paul McCartney’in, ve George Harrison'ın, kafa kafaya verip, burada, COVERN barda doğduğu şehir burası.
Bir başka ünü ise, İngilizleri utandıracak türden,
1900’lerin başına kadar, Afrikalı kölelerin resmen bir mal gibi alınıp, satıldığı şehir yine burası.
Daha önce hiç gitmediğim bu şehre Londra’dan, öğle saatlerinde Kings Cross Pacras istasyonundan kalkan trenle yola çıkıyorum.
İnanılmaz huzur veren bir yolculuk, etrafta kilometrelerce uzanan uzun su kanalları hemen dikkat çekiyor.
İngilizler, yüzyıllarca bu kanallar üzerinden her şeyi taşımışlar.
Tomruk, yiyecek, şarap, bira, posta, asker, aklınıza ne gelirse.
Şu anda sadece turistlik amaç güdülerek üzerinde turistler gezdiriliyor.
Ama kanallar yağmur biraz fazla yağınca yine taşmış,
Buda İngiliz çiftçileri biraz üzmüş.
Ama alışıklar…
Karşımda mühendis olduğunu söyleyen kibar, hatta alışılagelmiş İngilizlere pek benzemeyen konuşkan bile denebilecek bir İngiliz beyefendisiyle karşılıklı yolculuk yapıyoruz.
Bana İstanbul’daki Leeds maçında ölen İngiliz holiganın ardından, Liverpool’daki maça gelmeyi riskli bulup bulmadığı mı soruyor.
İşin doğrusu buluyorum, yol boyunca da bu soru kafamı yiyip bitiriyor.
Ya bir şey olursa.
50 bin kişilik bir stadyumda, 2000 Türk taraftar.
Öte yandan İstanbul’daki maçta bıçaklanarak hayatını kaybeden İngiliz taraftarın resimleri tüm İngiliz medya organlarında çarşaf çarşaf yayınlandıktan sonra.
Gerçi İngiliz polisi maç için geniş tedbirler aldı ama, aynı tedbirler İstanbul’da da alınmamış mıydı?
Tren sakin… Ortalıkta ne holigana benzeyen birisi var, nede benden başka maça gittiğini zannettiğim biri.
Derken Liverpool’a varmaya 15 dakika kala tren bir İngiliz köyünde duruyor.
Aman Yarabbi, bu da ne !!!! Gözlerim yuvasından fırlıyor,
Birden onlarca holigan tren vagonlarına dört bir yandan saldırırcasına biniyorlar.
Meğer burası onların köyüymüş…
Çoğu alkollü ve ellerinde takımlarının flama, bayrak atkılarıyla tempo tutuyorlar.
Akşam maç saat 20. de ve maç saatine 3 saat var.
Bu tren ve bundan sonra çevre bölgelerden gelecek trenler, maça akın akın İngiliz holiganlarını taşımayacaklarmış.
Çok geçmeden benim Türk olduğu mu da anladılar.
Karşımda oturan İngiliz mühendis bir durak evvel inerken, kendine dikkat et ve kimseye bulaşma, yoksa zarar verebilirler derken, zaten baya içimi rahatlatmıştı !!!
Kısa yanıtlar, zoraki sempatik gülücükler derken
Holiganlarla baya ahbap, çavuş muhabbet olduk.
Etrafımda kel kafalı, şaraptan dişleri çürümüş, kuzey aksağanlı, boynunda altın kolyeli İngiliz krolar.
Ama şaka bir tarafa adamlar konuştukça ilginç bile gelmeye başladı.
O kısacık yolda adamlarla hatıra fotoğrafı bile çektirdik.
Derken tren gara vardı ve trenin boşalmasını beklemeye başladım.
Çıkmadım trenden, herkes gidince yavaş yavaş çıkıp gidecektim.
Öyle de yaptım.
Fotoğraf makinemi ve sırt çantamı omzuma attım, trenden inip, yavaş yavaş gar kapısına doğru yürümeye başladım.
Ama gözlerim ikinci kez yuvasından fırlıyordu.
Rocky fillerindeki tiplerden oluşan bir güruh, gar kapısında ve içlerinden bir kısmı beni işaret ederek yanlarına doğru çağırıyorlar.
Benim vagondaki holiganlar bellikli diğer vagonlardaki arkadaşlarına benden bahsetmişler.
Tırstım, baya korktum, ama pek de belli etmemeye çalıştım.
Gar kapısında dikilen polisler durumu fark ettiler.
Bir bayan polis yaklaştı, senden ne istiyorlar dedi.
İyi bir soru, bilmiyorum ve hayatımda onları ilk defa görüyorum dedim.
Bayan polisin ardından birkaç tane daha polis yanıma geldi.
Kaygılanacak bir şey yok dediler.
Adamlardan bir kaçını çağırdılar, ne olup bittiğini sordular, onlarda arkadaşlarının bazılarının benimle trende tanıştığını ve bana Galatasaray- Liverpool maçı hakkında konuşmak üzere, bira ısmarlamaya davet edecektik dediler.
Şaşırmıştım.
Kendilerine alkol kullanmadığımı söyledim, o zaman bize katıl kola içersin dediler ama nedense salaklık derecesinde bir saflıkla, bu adamlara güvenmek istiyordum.
Sonra onlara katıldım gara yakın bir Pub’a oturduk, bana da alkolsüz bir şeyler söylediler, Artık dosttuk,
Bana maçı kendilerinin yanında Liverpool taraftarları arasında setretmemi bile teklif ettiler, ama artık bu kadar konukseverlik yeterdi doğrusu.
Olmaz dedim ve diğer Türk taraftarlarla beraber maçı izleyeceğimi söyledim.
İnanmayacaksınız o holigan tayfası, önce bana kalacak ucuz yollu bir otel ayarladılar, sonrada stada kadar getirerek, maç için başarı temennisinde bile bulundular.
Maç 0-0 berabere bitti.
Gecede orada kaldım.
Ertesi gün de Beatles’ın tarihi Covern barına gittim. Barın sahnesinde yeni Beatles olmaya aday, prova yapan, bir gitar grubu ile tanıştım. Sıcak ve güzel country parçalar söylüyorlardı.
Akşam orda kalıp onları dinlemem için yaptıkları sıcak daveti, kalırsam mutlaka geleceğimi söyleyerek Covern’dan ayrıldım.
Akşamüzeri, sabahtan beri yağan yağmur hala devam ederken, geldiğim trenle yeniden Londra’ya doğru yola koyuldum.
Doğrusu geldiğime fazlasıyla deymişti.