|
|
|
Soğuk Savaşın bitimiyle post-modern çatışmalar devletlerarası platformdan ülke sınırları içine kaydı. Dünde terör vardı, bugünde var. Yalnız bugün sergilenen ideolojik olmaktan öte etnik söylemlere dayanıyor. Etnik kimlik talepleri özellikle ayrılıkçı akımlar tarafından dile getiriliyor. Güç savaşlarını büyük ölçüde etnik gerilimler belirliyor.
Türkiye’nin de en önemli sorunu bu… Ancak ilk sıraya sürekli olarak başka bir sorun konuluyor: İrtica
28 Şubat’ın “birinci tehdit irticadır” dalgası 1997- 2000 yılları arasındaki kadar yüksek derecede olmasa da halen devam ediyor. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Genelkurmay başkanı ve rektörler konuşmalarında buna vurgu yapıyor. Şeriat özlemi içinde olan bazı kesimlerin olduğu söyleniyor. Tehlikeden bahsediliyor.
Gerçek mi, evham mı, paranoya mı?
Tartışmanın ekseninde “din” var. Modernleşme çabası içindeki memleketlerde din konusundaki tartışmalar hep olagelmiştir. Ancak Türkiye’deki çok farklı… Dinin sosyal hayattaki yeri ve önemi çok da iyi kavranamadığı için modernleşmenin, dinin günlük hayattan kovulmasıyla mümkün olabileceği gibi temelsiz bir duruş ortaya çıkmıştır. Bu da laikliğin yanlış tatbik edilmesine neden olmuştur.
Bilinen en basit tarifiyle laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Yani ne din devlete ne de devlet dine müdahale edemez. Türkiye’de dinin devlete müdahale ettiğini gösteren somut bir delil ortada yoktur. Ancak tersinden bakılınca iş değişmektedir. Ülkedeki laiklik ve irtica tartışmalarının sığ kalmasının asıl nedeni devletin modernleşme, ilim, gelişme gibi popüler kavramları da kullanarak açıkça dine müdahale etmesidir. İbadetin hangi dille yapılacağına, kaç tane Kur’an Kursu’nun açılacağına, kaçının kapatılacağına ve din adamlarının ne kadar maaş alacağına hükümetler karar vermektedir.
Türkiye’de her hükümet değiştiğinde Diyanet İşleri Başkanı da değişmektedir. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanı salt bir dini otorite olarak görülemez. Çünkü bir din işleri müdürü konumundadır. Amiri bakan, başbakan ve cumhurbaşkanıdır. Diyanet İşleri Başkanına bağlı çalışan müftülerinde konumu aynıdır. İllerde valilerin otoritesi altında çalışmaktadırlar. Durum böyle olunca dini konularda halkta bir tatminsizlik ortaya çıkmaktadır. Vatandaş, dini meseleleri resmi din görevlilerine değil de bu konuda bilgisi oldukları inanılan kişilere danışmaktadır. Kanımca irtica evhamı veya paranoyası ile din istismarı tartışmaları bu noktada ortaya çıkmaktadır. Din işleri devletin elinde olduğu müddetçe özellikle politikacıların din istismarı devam edecektir. Kabahat laiklikte değil, onu doğru uygulayamayanlardadır. Din istismarı ancak din hürriyetinin çok sınırlandığı yerlerde bir mana ifade eder. Din müesseselerine karşı yapılan açık ve gizli hücumlar, din hayatına yapılmakta devam eden müdahaleler sona erdiği takdirde, din istismarı da tamamen ortadan kalkacaktır.
“Türkiye’de irtica diye bir tehdit yoktur.” Bu ülkede dinin devlete müdahale etmesi imkânsızdır. Çünkü burada ruhban sınıfı ve varlıklı bir kilise teşkilatı bulunmamaktadır.
Kafamızı yormamamız gereken daha büyük sorunlarımız vardır. Etnik aşırılıklar bunların en başındadır.
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 1 yorum
yapılmış )
|
Bu ülke jepolitik konumu, madenleri ve diğer birçok zenginliğe sahip olduğu için bugüne kadar hep birilerinin gözünün üstünde olduğu bir ülke oldu. Bu gözü olanlar, ülkemizin huzur içinde müreffeh ülkeler seviyesine gelmemesi için ellerinden geleni yaptı bugüne kadar. Önce etnik konular gündeme geldi şimdi de dinci - laik tartışması. Bu ülkede hep insanlar bir kutuba çekilmek istenecek ve kutuplar arasında tartışma ve çatışma olacak ve sonunda ayrışmalar başlayacak. Laikliği devletin gelişmesi için dine müdahele olarak algılamak irticadan daha tehlikeli bence. Din ve devlet kurumlarını karşı karşıya getirmek sadece ülke içinde yeni bir çatışmaya yol açar. Her iki laiklik ve din kavramları iyi irdelenmeli ve asıl ne anlatmak istedikleri anlaşılmalı bence |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|
|
|